Patlamaya hazır sorun: MAYIN / Metin Münir
Bunu öngören bir yasa tasarısı Meclis’te görüşülüyor.
Suriye ise yıllar önce kendi bölgesini sesiz sedasız mayınsızlaştırdı. Suriyeliler, kendi bölgelerini temizlemekle yetinmediler. Tampon bölgede ve Türk topraklarında binlerce dönüm araziyi temizleyip sınır köylerindeki çiftçilere tahsis ettiler.
Hazine arazisi
1956’da Türkiye-Suriye hududu sınır belirlemesi yapılırken Türk tarafına düşen topraklar kamulaştırıldığı için mayınlı arazide Türk vatandaşlarına ait özel mülk yok. Buradaki 216,000 dekarın Suriye vatandaşlarına ait olan 13,000 dekarlık bölümü hariç neredeyse tamamı Hazine’ye aittir. Türkiye-Suriye hududu dünyadaki en büyük mayın temizleme projesidir.
Değişik kaynaklardan aldığım bilgiye göre, 822 kilometrelik hududun mayınlarla kaplı 510 kilometre uzunluğunda ve ortalama 350 metre genişliğinde olan bölümünü temizlemek beş yıllık bir iştir. Cari uluslararası fiyatlara göre bedeli 500 milyon doların civarındadır. Hükümetin işi parasını ödeyerek yaptırmak yerine takas usulüyle toprak vererek yaptırmak istemesi büyük gürültü kopardı. Muhalefet AKP’yi Türk topraklarını yabancı şirketlere peşkeş çekmeye hazırlanmakla suçluyor.
İşin doğrusu şudur:
Mayın yasa tasarısı yıllardan beri atılan birçok yanlış adımın sonuncusudur. Yasalaşsa bile sorunu çözmeyecek. Çünkü bulunan formül sakattır. Mayın şirketlerinin hazırlanan çerçevede işi ticari bulması imkânsızdır. Gıda veya tarım şirketlerinin bu kadar tartışmalı hale getirilen bir işe girişmesi de zordur.
En büyük mayın tarlası
Türkiye-Suriye sınırındaki mayınlar Soğuk Savaş yıllarının bir mirasıdır. Türkiye o yıllarda kapalı bir ekonomi idi, Suriye de Türkiye’nin can düşmanı addettiği Sovyetler Birliği’nin yakın bir müttefiki. Sovyetler Suriye’ye tank hibe edince Ankara 1956’dan itibaren hududa mayın döşemeğe başladı. Aynı anda, özellikle Kilis’te merkezleşen kaçakçılık önlenecekti.
PKK Suriye’yi bir üs olarak kullanmaya başlayınca, 1989 ve 1999’da hududa bir fasıl daha mayın döşendi.
Bir uzmana göre, bugün burası dünyadaki düzenli ve NATO standartlarında döşenmiş en büyük mayın tarlasıdır.
Yıllar geçip, Suriye’den Türkiye’ye yönelik PKK terörü sona erince, Türkiye - Suriye ilişkileri düzelmeye başladı ve hükümet hududun mayınlardan temizlenmesine karar verdi.
Kiralamaya konu olacak alanın ne kadar olduğu kesinlikle biliniyor mu, şüpheliyim. Hükümet 216 bin dekardan bahsediyor. Ama bu alanın tamamı mı, yoksa sadece mayınlı olan bölümü mü, açık değil. Bölgenin bir bölümünde mayın yok, bir bölümü kesif bir şekilde mayınlanmış durumda. Ayrıca mayınlı olup olmadığı meçhul alanlar da var.
Resmi kaynaklara göre toprakta 650,000 civarında mayın gömülü. Her 500 metre karede bir mayın bulunduğu sanılıyor. Geçtiğimiz 50 yılda mayınlar 3,000 kişinin hayatına mal oldu, 7,000 kişiyi ise sakat bıraktı.
Mayınlar döşenirken yerleri haritada belirlendi. Güneydoğu’da görev yapmış bir subay, “Oralarda görev yapan tüm istihkâm sınıfı personeli bu bölgede döşenen mayınları ezbere bilir. Çünkü mayınlar çok az yer değiştirmiştir” diyor.
Arazinin kalitesi
Mayından temizlenecek arazinin kalitesi konusunda değişik fikirler var.Mayınlı bölge neredeyse 60 yıldır kendi haline bırakıldı. Bu nedenle tarım ve spesifik olarak son yıllarda tarımın en kârlı dalı haline gelen organik tarım için ideal bir arazidir.
Geçen gün konuştuğum bir İsveçli uzman, bu alanı, “Avrupa’nın en verimli tarım alanlarından biri” olarak tarif etti.
Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, “Sözü edilen mayınlı alanlarda, birinci ve ikinci sınıf tarım arazileri en büyük oranı oluşturmaktadır. Mayınlı arazilerin işlemeli tarıma elverişli bölümünün yüzde 80’e yakın bir oranda, yaklaşık 170 bin dekar olduğu hesaplanmıştır. Bu arazinin yüzde 70’inin sulanabilir özellikler taşıdığı değerlendirilmektedir” diyor.
Maliyeti yüksek
Hükümet ise bu değerlendirmelerin abartılı olduğunu düşünüyor.
Meclis’e sunulan yasa tasarısı, esrarengiz bir burun kıvırma havasında, “Bölgedeki arazinin sanıldığı kadar verimli olmadığını” vurguluyor. Arazi ayrıca sanıldığı kadar “büyük ölçekli” de değilmiş ve “yeri geldiği zaman sulanmayan bir arazi” imiş. Burada organik tarım gibi nitelikli tarımsal faaliyetler “ciddi maliyet” gerektiriyormuş.
Bu nedenlerle, işin “büyük firmalara verilmesinin doğru bir yaklaşım olduğu” kanaatine varılmış.
Bu büyük firmaların Türk olma olasılığı büyük değil. Global finans krizinin ortalığı kasıp kavurduğu bir dönemde Türk şirketlerinin gerekli finansmanı bulması pek kolay değil.
Bu kadar tartışmalı ve riskli bir bölgeye çok uluslu şirketler gelir mi? O başka bir konu.