Esas önemli olan...

Fahri Kubilay

ESAS ÖNEMLİ OLAN BİZİM NE OLDUĞUMUZ….    (*)

Bir savaşta düşmanını yere serip, onu tam öldürecekken, düşmanının yüzüne tükürdüğünü gürünce, kılıcını kınına koyup: “Kalk ey adam! Ben seni Allah için öldürecektim. Sen şimdi benim yüzüme tükürdün ve nefsimi incittin. Seni bu hal üzere öldürürsem nefsim için öldürmüş olurum.” diyerek nefsini ayaklar altına alabilen yiğitlerimiz vardı.

Uhud savaşında kardeşini, babasını, kocasını ve oğlunu şehit verip: “Ey şanlı gaziler! Siz bana Allah’ın Resulünden haber verin, o nasıl?” deyip, O’nu gördükten sonra da:   “Anam,  babam sana feda olsun. Sen sağ olduktan sonra her felaket vız gelir bana!” diyerek, peygambere bağlılığın en yüce örneklerini sunan hanım sahabeler vardı.

At üzerinde giderken: “Allah’tan kork ya Ömer!” diyenlere karşı, hemen atından inip yüzünü toprağa sürerek: “Ömer de kim oluyor ki Allah’tan korkmasın.” diyen adalet sultanlarıyla doluydu her yan. Yine O: “Fırat kenarında bir kuzuyu kurt kapsa, Allah benden hesabını sorar.” diyerek bir yöneticinin duyabileceği sorumlulukla insanlığa örnek olan yöneticilerimiz vardı.

Düşman kuvvetleri tuzağına düşüp öldürüleceği vakit: Şimdi senin yerine peygamberini öldürüp, seni azad etseydik, kabul eder miydin?” diye soranlara: “O’nun mübarek ayağına bir diken batmasındansa ölmeyi, gün ışığından ve çoluk çocuğumun gül yüzünden mahrum kalmayı tercih ederim” diyerek iki rekât namaz kıldıktan sonra: “Ölümden korktu da namazı uzattı demeyesiniz diye kısa kestim.” diyen  gerçek  manada peygamber sevdalısı yiğit Hubeybler vardı.

Endülüs’e ayak bastıktan sonra gemileri yaktıran komutana: “Aziz komutanım gemileri niçin yaktırıyorsunuz?” diye soranlara: “Gemileri ve taşıtları ellerinde tutmak isteyenler, dönmeyi düşünenlerdir. Bana gelince ben bu ülkede kalmaya ve savaşmaya karar verdim. Deniz arkanızda, düşman önünüzdedir. Allah yolunda ya ölürüz, ya gazi oluruz.” diyen Tarık bin Ziyadlarımız vardı.

Fitne ve fesadın kol gezdiği bir hengâmede: “Ya imam, hayatın tehlikede. Kalbinden inanmasan bile, yalnızca dilinle istedikleri şeyi söylesen olmaz mı?” diyenlere: “Asla, âlimler hakikati söylemekten çekinirlerse, cahiller ne yapmaz? İnancım hayatımdan çok üstündür.” diyerek otuz sekiz ay işkenceden sonra hakkın rahmetine kavuşan İmam Ahmetlerimiz vardı.

İtalyan emperyalizminin kanlı ve kirli çizmeleri Bingazi’yi kirlettiği tarihten itibaren, izzet ve şerefi elden bırakmayarak bu talancılara karşı mücadele eden ve: “Kâfirlerin esareti altında yaşamaktansa ölmenin büyük bir şeref olacağını söyleyen yirmi yıl İtalyanlara karşı amansız bir direniş gösteren, İtalyan Sıkı Yönetim Mahkemesi’nde yargılanıp da: “ İdamına karar verildi.” şeklinde karar çıkınca: “Hüküm yalnız Allah’ındır. Sizin alçak hükmünüzün hiçbir değeri yoktur. Biz Allah’a aidiz ve ona dönücüyüz.” cevabı veren, Ömer Muhtarlarımız vardı.

“Bu Kuran Müslümanların elinde bulunduğu müddetçe, biz onlara hakiki hâkim olamayız. Ne yapıp yapıp, ya bu Kur­an’ı sukut ettirip ortadan kaldırmalıyız yahut da Müslüman­ları ondan soğutmalıyız.” diyen İngiliz bakan Glads­ton’un sözleri gazetelere çıkınca: “Ben de Kuran’ın sönmez ve söndürülmez ebedi bir güneş gibi bir mucize olduğunu, bütün dünyaya ispat edip göstereceğim.” diyerek ömrünü bu yola adamış, yirmi sekiz yıl hapis ve sürgünlerde çile çekmiş: “İman, hem nurdur hem kuvvettir.  Hakiki imanı elde eden tek kişi bile cihana meydan okuyabilir.” sözünün esasları için, bir ömür mücadele ve mücahede eden Said Nursilerimiz vardı.

Bizim, tarihi altın harflerle ahlak ve fazilet önderi dolduran yiğitlerimiz olduğu bundan sonrada olacaktır.  Esas Önemli  olan bizim   ne   olduğumuz….

            (*)Alıntı..

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.