Demokrasiye giden merdivenler kimi zaman kırık dökük olabilir…
Ayağımızı sağlam basmazsak oradan çok çok aşağılara düşebiliriz.
Demokrasiye doğru tırmanırken hiç de istenmeyen sonuçlarla karşılaşabiliriz.
Hem de bunu demokrasi, özgürlükler, eşitlik, insan hakları gibi kavramları savunurken, her yerde bunları dile getirirken yapabiliriz…
Hangi zeminde oturuyoruz, zeminin azizliğine uğrama ihtimalimiz nedir?
Bütün bunları göz önünde bulundurmamız gerekir.
Halkçılık yaparken, halkın haber alma, doğru ve ya yanlışı kavrama araçları olan medyayı kendi isteklerimiz doğrultusunda şekillendirmek adına hiç de demokratik olmayan yollarla devre dışı bırakmak isteyebiliriz.
Bunu hem de halk adına yapıyor olabiliriz.
Çünkü “doğru”yu halk adına “ben” biliyorum diyecek kadar gözlerimiz kör olabilir.
Kulaklarımız “sağır” olabilir…
Etrafımızda olup bitenleri göremeyebiliriz…
Bürokratik oligarşiyle savaş için yola çıkarken, kendi oligarşimizi yaratabiliriz…
Bunu daha önce “Bastil”i basan Donton ve arkadaşları Fransız Devriminde yapmışlardı…
Onlar da “özgürlük”, “eşitlik”, “kardeşlik” adına yola çıkmışlar ve devrimden akılda kalan “giyotin”ler kalmıştı…
Özgürlük ve eşitlik sloganları ülkeyi Napolyon diktatörlüğüne götürmüştü…
Milovan Djilas da “Yeni Sınıf” adlı kitabında Yugoslavya’daki komünizmi anlatırken bundan yakınır, “Sınıfsız toplum” yaratmak isteyenlerin geldiği noktayı gözler önüne serer.
Halkın içinden, halkla birlikte yola çıkan komünizmin geldiği nokta hazindir…
Kendi oligarşisini oluşturan bir yönetime doğru adım adım gidilir.
Tüm komünist ülkelerde böyle bir seyir izlenir.
“Önce insan” diye yola çıkanlar insansız bir sistemin çarklarını işletmeye başlarlar ve o çarklarda “insan” öğütülür.
“Adalet” diye yola çıkılır ve adalet ayaklar altına alınır.
Hukuk sadece ve sadece “politbüro”nun etrafındakileri koruyan bir mekanizmaya dönüşür…
Politbüro’ya yakın olanlar “gemisini yürütürler”…
Servetlerine servet katarlar.
Kendi sırça köşklerini oluştururlar…
Zenginlikte değil, fakirlikte eşitlik sağlanır bu sistemde…
Ve Djilas gibiler isyan ederler…
Halktan koptukça, halktan uzaklaştıkça
Biz böyle yola çıkmamıştık, ne oldu bizim vaadlerimize, biz halkın değil kendimizin isteklerini yerine getiren bir sistem kurmuşuz derler…
Evet artık halk sadece ve sadece kolhozlarda saatlerce çalışan “köle”den başkası değildir…
Halk aslında sadece “çalışır”…
Karın tokluğuna çalışır, gelecekten ümitsiz bir şekilde çalışır…
Çalışmaktan “özgürlük” ve “eşitlik” isteyemez hale gelir..
Hem yorgundur, bunu yapacak takati kalmamıştır, hem de gizli servis her an takip etmektedir…
Ve bu yorgunlar onbinlerden milyonlara ulaşır…
Yorgunlar son bir kez “glasnost” ve “perestroyka” çığlıklarıyla yola çıkarlar…
Ve bu sefer halk için yola çıktıklarını söyleyenler giderlerken halkın “yuhalama”ları eşliğinde tarihin tozlu sayfalarına karışırlar…