...İkonium önünde haçlılar, yazınızı okuduk dedi telefondaki ses ve Miryakefalon Savaşı ile yakından ilgilendiğinizi anladık.
Anlaşılmak ne büyük nimet! Sanki tüm anlatamadıklarım da anlaşılmış gibi, adeta kâbusta uğraşıp da atamadığım çığlık hiç ummadığım bir kurtarıcı tarafından duyulmuş gibi...
Anlaşılmak bir insana ne kadar iyi gelirse öyle işte diyebilirim. Bir yazar içinse okunup anlaşılmak hele de Türk Tarih Kurumu gibi anlamı ve önemi tartışılmaz güzide bir kurumumuz tarafından fark edilmek bambaşka bir anlam ifade ediyor. Sadece kendi adıma değil yapılan tüm araştırmalar, tezler, kitaplar için gönlüm müsterih oldu bir anda. Evet, Miryokefelon Savaşı ile çok ilgileniyordum Ama tarihçi değildim. Romanımda savaştan sahneler anlatan, gazetedeki yazılarımda yeri geldikçe buna değinen bir yazardım. Belki bu yüzden bazı tarihçilerden daha çok araştırmıştım. Çünkü canlı bir sahne anlatmak için o anı, o mekânı, o hengâmeyi yaşamam zırhlı Haçlı atları ile çevik yalın Türk atlarının nefeslerine kadar duymam gerekiyordu.
Ve bu savaşı Aşk Güneşe Benzer’i yazmaya başladığım 2004 yılında keşfetmiş bu kadar bilinmediğine hayret etmiştim. Yani ülkemizde diye düzelteyim. Çünkü Japon bilgisayar oyunu firmaları bile bu savaşı araştırıyor. Stratejik, taktik ve sayısal fark bakımından dünyanın en büyük ilk on savaşı listesinde gösteriyordu. Neyse işin bu kısmını bırakalım şimdi. Diyeceğim o ki teknik anlamda tarihçi olmadığım halde bana kadar konunun takibinde olan bir tarih kurumumuz olması takdire şayan ve mutlaka anılması gereken bir şey bence Biz ki her zaman resmi kurumlarımızın ilgisiz, hantal, geç haberdar olan yapısından şikâyet eder dururuz. İyi örnekleri de dile getirelim ki hak yerini bulsun ve emsal olsun.
İşte girişte alıntıladığım telefon görüşmesi ile Isparta Gelendost’taki 840. Miryokefalon Zaferi Kutlamalarına davet edildim edilmesine de tam o sıralarda yönetim kurulunda bulunduğum Konya Kültür ve Turizm Derneği Başkanı Seyit Küçükbezirci ile Konya Büyükşehir Belediyesi, Konya Valiliği, KOTEV iş birliğinde büyük bir etkinlik çalışmasının yoğunluğu içindeydik. Üstelik biz de Miryokefelon Zaferini kutlayacaktık hem de ilk kez yerinde ve zamanında. Neden “ilk kez yerinde ve zamanında” diyorum burası çok önemli. Şimdiye kadar bu büyük savaşın tarihi kesin olarak biliniyordu. 17 Eylül 1176 ve diğer yandan Rebiyülevvel ayı Mevlit gününe denk geliyordu. Ama yer konusu kaynakların yetersizliğinden, yer isimlerinin her bölgede tekrar edişinden, göller yöresinin birbirine benzer coğrafi yapısından ya da çok yönlü bilimsel bir araştırma yapılmadığından bir türlü kesinleşemiyordu.
Benim yazar olarak bildiğim beş altı yer iddiası varken bunun sekize çıktığını yakın zamanda öğreniyordum. Çoğunu gezip görmeme rağmen içime sinen, tarihi kaynaklardaki anlatıya uygun en az 15 km uzunlukta ve pusu kuracak kadar dar bir geçit bulamamıştım şimdiye kadar. Konu ile alakalı herkes öyle olmalı ki yeni çıkan bir kitap hepimizi çok heyecanlandırdı.
İki gün sürecek kutlamaların bir gününü Konya’ya 40 km. mesafedeki soğuk bir vadiye kaydırmamızın sebebi de bu kitap ve ondan sonra yaptığımız keşif gezileri ile kafamızda savaş yerinin kesinleşmiş olması. Kitabın adı : Beyşehir- Bağırsak Boğazı – Mryıokephalon Zaferi, yazanlar İstanbul Medeniyet Üniversitesinden Doç.Dr. Adnan Eskikurt ve Marmara Üniversitesinden Prof. Dr. Mehmet Akif Ceylan. Biri coğrafyacı diğeri tarihçi olan iki bilim adamı 1998’den beri tüm iddia edilen yerleri gezip görerek çok önemli bir tezi ortaklaşa hazırlamışlar. Deliller çok ciddi ama burada uzun yer vermeyeceğim. Ama şu kadarını söylemeliyim. Tarihi kaynaklar ve coğrafyanın bu kadar örtüştüğü bir iddia daha yok Miryokefalon Vadisi için. Buna rağmen ben sadece içinde yaşamışım gibi canlı olan savaşı Beyşehir Bağırsak Boğazında görebilecek miyim merakındaydım. Arkasından yapılan haince ittifaklarda içeride sıkıştırılan 2. Kılıçaslan’ın neredeyse çaresizliği... Bu durumu yıllarca tasarlayan ve Avrupa’nın tüm gücünü de arkasına alan 1. Manuel Komoros’un gözünü karartan hırsı ile en az 700.000 kişilik ordu 5000 mühimmat arabası ile İstanbul’dan Konya’ya yürüyüşü. O yolda iken Kılıçaslan’ın gönderdiği elçiyi geri çevirmesi. Buna rağmen ikinci bir elçi ile tekrar barış önerilmesi ve Manuel’in tarihin en büyük boşa çıkacak böbürlenmesini sergileyerek : “ O görüşmeyi Konya’daki sarayda yapacağız “ anlamında tüm kapıları kapatması. Batılı liderlere yazdığı mektuplarda Malazgirt’in öcünü alıp Kılıçaslan’ı tahtından alaşağı edip öldüreceği, Türkleri sonsuza kadar giremeyecek şekilde Anadolu’dan süreceği yolundaki beyanlar unutulur gibi değildi.
İşin garibi Manuel’in sandığı gibi henüz Konya’da bir sarayımız da yoktu. İşte bunlara rağmen kazanılan bir zafer Miryokefelon ve ne yazık ki bizim kaynaklarımızda fazla geçmiyor. Yenilginin büyüklüğünü, İmparatorun hayal kırıklığı kaçma isteği ile bir ardıç ağacının altında oturup kalışını ve kalan ömründe bu üzüntüyü hiç atamayışını ise kendi mektupları ve Doğu Roma Kaynaklarından takip edebiliyoruz.
Özetle o tarihe kadar Diyar-ı Rum ( Romalıların Ülkesi) diye anılan Anadolu’yu Türkiye yapan ve artık Avrupa’da Turkia yani Türklerin ülkesi diye anılmasına sebep olan zaferdir Miryokefelon.
Bu konu açılınca yine sadede gelemediğimin farkındayım ama gerçekten uzun zamandır keşfedilmesi, bilinmesi, anlaşılması için gayret ettiğim Selçukluların mührü gibi olan bu zaferin gündemde olması beni çok heyecanlandırıyor. Çünkü Selçukluyu anlamadan bu günkü sorunlarımızı çözemeyeceğimizi biliyorum.
Bu yüzden Beyşehir’de Bağırsak boğazında Miryokefalon Vadisinde gecenin ayazında ateş başında Selçuklu börklerimizle otururken ve sabah rüzgârında zafer yürüyüşü yaparken bize sadece bu vatanı değil özgürlük için ölmeyi miras bırakan asil atalarımın ruhunu hissettim. Atların kişnemesini, zırhların çarpışmasını, okların fısıltısını… “Yan vadilerde gizlenen Türkler ve atları gece kadar sessizdi. Nereden bilebilirdik onlar bir savaş narası atana kadar varlıklarının hiç farkında olmadık “diyen İmparatorun şaşkınlığını gördüm sanki…
Her anı bir yazıya yetecek duygular yaşadım 16-17 Eylül kutlamalarında. Sonra da girişte sözünü ettiğim 24-25 Eylül’de Isparta Gelendost’taki kutlamalara katıldım o da bambaşka güzellikler dolu bir etkinlikti.. Böyle bir zafere iki kutlama az bile diye düşünüyorum. Tüm iddia edilen yerlerde kutlansa katılırım. Bilimsel araştırmalar hızlanarak devam ediyor. Umuyorum herhangi bir kaygı güdülmeden sadece ilmi bir bakış açısı ile ortak bir kanaate varılır.
Ama bu zaferin kutlanması gerektiğini ülkemizde ilk gündeme getiren ve araştırılmasına onca emeği geçen Hamıdeli Derneği Başkanı Ramazan Topraklı ve Konya’da ilk kez gündeme taşıyıp, öncülük eden Konya Kültür ve Turizm Derneği Başkanı Seyit Küçükbezirci zafer anıldıkça yaşayacak isimlerdendir diye düşünüyorum. Ve bu iki isim etrafında toplanarak hiçbir beklentisi olmadan bu etkinlikler için soğukta sıcakta onca gayret gösteren arkadaşları tek tek anmak isterdim yerim olsa. Ama taşına, toprağına, ardıç ağacına, yağmuruna, ayazına, kadar bu memlekete aşık torunlarından Kılıçaslan’ın ruhu haberdar olmuştur diye umuyorum.
Minnet ve rahmetle…