Bu haftanın en mutlu insanları muhakkak ki okul çocuklarıdır. Bu yüzden her Şubat tatili geldiğinde kendi okul dönemimi hatırlarım…
Ne çok sevinirdik…
En çok da sabahçılar için ara tatil bir başka anlam taşırdı… Neden mi?
Neden olsun; sabahın köründe uykulu uykulu okula gitme zulmünden kurtulmak demekti 15 tatil.
15 Tatil diyorum şimdiler kullanıyor mu bilmiyorum bu tabiri ama bizim zamanımızda 15 Tatil derdik sömestre tatiline, iki hafta süren koskocaman bir zaman dilimiydi. Herşeyden önce bu tatil dört aylık disiplinli hayatın son bulmasıydı…
Ancak 15 Tatilin belki de en kötü tarafı verilen ev ödevleriydi. Af edersiniz ama eşek yüküyle ödev verilirdi, sanırım bu uzun tatilin ilk üç günü ödev yapmakla geçerdi. İmanımız gevrerdi ödev yapmaktan…
Bir de tatil boyunca en az bir roman bitirmek gerekirdi. O kitap okula dönüşte ilk derste özetiyle anlatılırdı.
Kimi arkadaşlarımız roman okumak yerine roman özetlerinin yer aldığı kitapları bir yerlerde bulur o özetleri ezberlerler derste de hocaya bunu yutturmaya çalışırlardı.
Tabii ki yarı yıl tatilinin en güzel tarafı yağan karlarla birlikte adeta bir oyun bahçesine dönen sokaklardı.
Akşehir’in dağ mahallesinde oturan bizler adeta kendimizi Yeşilçam filmlerinde gördüğümüz Uludağ Kayak Merkezinde gibi hissederdik.
Seyit Mahmut Hayrani Türbesinin yokuşundan aşağıya doğru altımızda leğenlerle kayarken bu his zirveye ulaşırdı.
Tabii ki sadece çocuklar değil mahallenin büyükleri, abilerimiz ablalarımız da sık sık bu kış oyunlarında bize eşlik ederlerdi.
Evet öyle zengin çocukları gibi Uludağlarda beş yıldızlı otellerde kış sporu yapmak gibi bir lüksümüz olmasa da aynı hazzı Seyit Mahmut Hayrani Türbesinin olduğu bahçede fazlasıyla yaşamak gibi bir şansa sahiptik.
Ayaklarımızda öyle afilli botlar falan da yoktu, hatta buz halini almış kayak pistinde naylon ayakkabıların hızı artırdığını bildiğimiz için ayaklarımız dona dona naylon ayakkabılarla pistte slalom yapardık…
Ve tabii ki kardan adamlarla güzel sanatlardaki yeteneğimizi sergilemeden olmazdı. Her evin önünde en büyük ve en güzel kardan adam yarışmaları düzenlerdik.
Evdeki havuçların neredeyse tamamı kardan adamların burunları olarak arzı endam ederdi. Eldivenlerimizi, şapkalarımızı, boyun atkılarımızı çıkarır kardan adama giydirir ve sokaktan geçenlere de sorardık “en güzel kardan adam kimin kardan adamı” diye…
Şimdi Akşehir’deki çocuklar bizi aşmış durumda, Eşeğe Ters Binmiş Nasrettin Hoca figürünü yapandan tutun da, göle yoğur çalan Hoca figürüne kadar çeşit çeşit kardan adam yapanları görüyoruz, sosyal medya paylaşımlarından.
Tabii ki kar topu eğlencesini unutmayacağız. Kar topu oyunu da ara tatilin en keyifli zaman dilimini oluştururdu. Kar topuyla savaş taktikleri kurardık. Mahalleler arası savaşlar yapılırdı. Gavur Hamamının havuzu kar topu savaşı meydan muharebesine dönerdi.
Bunun kimi bedelleri de olurdu, gözü şişenler ayağı kayıp düşenler, kar topu yapmaktan eli uyuşanlar…
Ama hiçbir şey bizi bu oyunlardan alıkoyamazdı…Akşam eve gittiğimizde sıcak kuzine sobasının önünde ellerimizi ovuşturarak ısınmaya başlar, üstünde çıtırdayan kestanelerle birlikte ıhlamur kaynayan çaydanlığın fokurtusu her kış gibi o kışın da musikisine dönüşürdü… Soba üzerine konulan mandalina portakal kabukları ise güzel bir rayiha yayardı etrafa..İşte bizim için tatil de huzur da aslında bu çaydanlık fokurtusu, mandalina kabuğu rayihası ve evimizin önünde nöbet tutan kardan adamdan ibaretti….