Özgürlük kafilesi, 22 Ekimde Urfadan başlayan 1500 kmlik şanlı yürüyüşünü nihayet Ankarada tamamladı. Bir başka grubun olsaydı bu yürüyüş, bayağı ama boyalı malum basın tarafından yere göğe sığdırılamazdı.. Öve öve öküz ederler, dört ayağını sekiz ederlerdi. Her adımlarının, her molalarının kıymeti harbiyesi olurdu. Ama yürüyenler başörtülü kızlar ile sakallı dedeler yani Müslümanlar olunca, isterse kadın hakları konusunda bile olsa yürüyüşleri görmezden gelinmeye yetiyordu. Haydi bunu geçelim. Türkiye ulularından ve onların basındaki yalakalarından zaten bu kutlu yürüyüşü desteklemeleri beklenemezdi. Ama Anadoluda hatta Orta Anadoluda bile milli ve manevi hassasiyetin yüksek olduğu beldelerde, karşılaşılan muamelelere ne denilmeliydi? Ceberut makamlardan korktukları için mi, yoksa içlerindeki cibilliyetsizliklerinden mi bilinmez, bazı köylerde sığındıkları camiye imam tarafından sokulmamaları, bazı beldelerde de taşlı sopalı saldırıya maruz kalmaları, bir Müslüman olarak kabul edilebilir değildi. Niyetleri ne olursa olsun, isterse art niyetli hatta provakatif amaçlı bile olsalar, böyle muameleye maruz kalmamalıydılar. Bu haberleri okurken Taifte taşlanan Resulullah (s.a.v.)in çektiği acılar ile Mekkeli müşrikleri yerlerine mıhlayan Hz. Fatımanın öfkeli bakışları, yüreğimi delip geçiyordu.Annesi Hz. Hatice, vefat ettikten sonra Hz. Fatıma, babasının hem kızı, hem eşi, hem de annesi oluvermişti. Resulullah (s.a.v.)in üzerine titrer, akşamları eve dönüşünü sabırsızlıkla beklerdi. Yine bir gün, penceresinden babasının dönüşünü beklerken Mekkenin uluları (zalimleri), babana eziyet ediyorlar haberi üzerine evden ceylan gibi fırlar ve Kâbeye doğru koşar. Üzerine deve işkembesi atılmış bulunan mübarek babasını secde vaziyetinde bulur. Zayıf kolları ile ağır işkembeyi hemen kaldırır ve göz yaşları içerisinde güzel babasının mübarek yüzünü ve gözünü silerken, etraftan gelen kahkahalarla irkilir ve Mekkenin azgın müşrikleri ile sessiz kalabalığa öyle müthiş bir öfke ile bakar ki, bu bakış öyle bir bakıştır ki o ana kadar gülmekte olan müşrikler, birdenbire oldukları yerde donup kalırlar. Bu bakışta zalimlerin zulmü ile sessiz kalabalığın dilsiz şeytanlığı yüzlerine çarpılmaktadır. Küçük Fatıma öfkeli ama asil bir tavırla babasının elinden tutar ve Onu evine götürür. O günden sonra küçük Fatımaya Ümmi Ebiha Babasının Annesi denilecektir. Bu eve gidiş, öyle bir gidişti ki, beraberinde müşriklerin helakini ve Mekkenin fethini de yanında götürmekteydi. O Mekke uluları hepsi, Bedir Harbinde cehennemi boylamadan önce, daha o gün küçük Fatımanın gözyaşlarında boğulmuşlardı.Ey Türkiyenin uluları, Ey Türkiyenin sessiz Müslümanları!İster özgürlük kafilesinin, isterse okula alınmayan küçük Fatımaların bakışlarından korkun, Çünkü o bakışlarda Allahın nuru var. Damlayan göz yaşlarında Allahın oku var.Bu çağdaş Fatımaların bakışında Hz. Fatımanın bakışı var. Peygamberin bedduası var.Ve ey siz çağdaş Fatımalar! Pakistanın milli şairi Muhammed İkbalin, Ey Mümin kadın,Kendine model olarak Fatımayı seçSenin dalında da bir Hüseyin meyvesi yetişsinGülistana eski mevsimleri getirsin!dediği gibi, sizler de Hz. Peygamber (s.a.v.)e, Hz. Fatımaya ve Muhammed İkbale layık olurcasına İslamı öyle yaşayın ki sizi öldürmeye gelen sizde dirilsin. Hz. Fatımanın bakışı ile öyle bir bakın ki, biz sessiz Müslümanlar titreyerek kendimize gelelim. Zalimler de yeni Bedir harplerinde, yani Fellucede, Kerkükte, Keşmirde, Kırımda, Kaşgarda, Kıbrısta döktükleri kanda boğulsunlar. Selam, sevgi, dua tüm başörtüsü mağdurlarına