Ama ruhum ne uyuyacak kadar sükun buluyor ne şiir yazacak kadar efsun... 1 Eylül çok erken ayrıldığım babacığımın dünyadan göç tarihi belki o yüzden herkesten ayrı bir ağırlığı var hüznün...
Eylül geldi , herkes şair ...Desem de yine hiç şiir yazmayacağım galiba ona... Bu durgunluğu aşmak için size bambaşka şeyler anlatacağım :
Hz. Adem Yeryüzüne indikten sonra bir süre doğayı gözlemledi.Tohum ekmeyi keşfetti. Kara saban gibi bir şey icad ederek ehilleştirdiği bir ata bağladı tarla yapmaya karar verdi. Ancak düm düz ilerliyor dönüp paralel çizgileri birleştirerek geniş bir alan elde etmeyi bilmiyordu.O anda Cebrail'e görev verildi bir Köstebek harekete geçirildi.
Aniden Adem'in önüne çıkan hayvan dile gelerek "Dur !" Diye bağırdı. Adem şaşkınlıkla "Neden ?" Diye sordu...
" Çünkü burası benim arazim !"
Ve Insan o gün " sınır " kavramını öğrendi...
Rahmetli Babacığım Kemal Şeref'ten dinlediğim bir mesel ile uyandım bu gün nedense..Ve kulağımda onun sesi : Biz insanlar özümüzde had hudut bilmeyiz kızım. O Yüzden kendi nefsine de , başkalarına da "DUR!" Demen gereken noktayı çok iyi bilmelisin. O zaman en büyük iyiliği hiç hoşlanmasa bile o durr dediğine yapmış olursun...
Babamla sohbetlerimizde her dinlediğim de içimi ürperten bir başka DUR hikayesi daha vardı :
Hz.Süleyman emrindekilere ilginç bir emir verdi. Yeryüzü didik didik aranacak ve insan teni karışmamış bir avuç toprak bulunacaktı.
Kuşlar dağların doruklarını cinler denizlerin diplerini taradı.Aylar sonra iddialı bir dalgıç okyanusun en derin yerinden, bir taşın altından birkaç tutam kum getirdi.Bilginler burada kesinlikle bir yerleşim ya da mezar olmadığında karar kıldılar. Toprak krala sunuldu, ne yapacağı merakla beklendi.
Hz.Süleyman onu avucuna aldı kokladı ve su kupasına döküp, iyice karıştırdı.
Sonra içmek üzere başına kaldırdı. Tam ilk yudum dudaklarına akıyordu ki topraktan bir nida yükseldi:
"Dur Süleyman!...Ben de bir zamanlar senin gibi dünyaya hükmeden bir kraldım..."
Burada ki “ Dur Süleyman !” üzerine ne çok soru sormuşluğum tarihteki tüm Süleyman'ları sigaya çektirmişliğim vardır .
Ve o yaşlı kadın bir meczube miydi Bilge mi ?
Köyün biraz dışında yaşayan yaşlı ve kimsesiz bir kadının horozu, başı kesilmiş bir halde kümesin az ötesinde bulundu. Kadıncağız muhtara haber verip “Çil horozu kim öldürdü?” diye ortalığı ayağa kaldırsa da aldıran yoktu. Aman, gençler yemek istemiş ama son anda atıp kaçmak zorunda kalmıştır ya da nineye husumet duyan biri gıcıklığına yapmıştır diye düşünüyorlardı. Faili bulmak yerine horoz sahibini teselli yolları aradılar. Kaybını aynen tazmin etmeyi önerdiler.
Ama yaşlı hanım asla ikna olmadı. Her gördüğüne “Çil horozun katilini bulun !” diye yalvarmaya devam etti. Artık herkes onun aklını kaçırdığına inanıyor, duymazdan geliyordu.
Bir süre sonra sütçünün cins bir danası ahırda ölü bulundu. O adamın feryadı da pek işe yaramadı. “Aman, onun bir sürü ineği var bir eksik ne fark eder” yorumları yapıldı arkasından. Sonra oduncunun beygiri ormanda faili meçhullere karıştı. Oduncu için bahane çoktan hazırdı. O zaten bizim köylü değildi, sonradan gelip aramıza yerleşti, sayemizde zenginleşti bu kadar ziyan da olacak elbette diyorlardı. Her cinayette yaşlı kadın olay yerine gelip “Çil horozun katilini bulun!” diye bağırıyor. Meczubu teskinle görevlendirilmiş kadınlar koluna girip onu evine götürüyordu.
Bir öğle vakti, köy meydanında herkesin sevdiği üstün niteliklere sahip bir genç olan muhtarın oğlu vuruldu . Köylüler çıktığında katil yine ortalarda gözükmüyordu. Bu kez tüm köyden feryat figan sesleri göklere yükseldi. Jandarmaya haber verildi. Tüm köy halkı meydanda toplanmış delil, dayanak , katil arıyordu. “Böyle bir gence kim kıyabilir , Muhtarın oğlunu kim öldürdü ?” diye soruşuyorlardı.
Yaşlı kadın köyün ucundaki yokuştan gözüktü. Meydanın ortasına geldi ve asasını üç kez yere vurduktan sonra tüm sorulara cevap verdi : “Çil horozu kim öldürdüyse , Muhtar’ın Oğlu’nu da o öldürdü…Ama artık siz onu asla bulamayacaksınız. Çünkü çil horozu öldürdüğünde onu elinizden kaçırdınız ve her cinayette ona biraz daha ortak oldunuz ! Siz gerçek katili asla bilemeyeceksiniz !”
Ve doyamadığım Peygamber kıssaları :
Hz.Musa kaviminin dedikodusundan bunalıp hızla Tur Dağına çıktı.
-Allah'ım uğruna onca çile çektiğim halkım bana inanmıyor. Bir kısmı'Musa peygamber değil sadece kendine üstünlük sağlamak istiyor' diyor. Bazıları 'Peygamber ama bunu kendi ve yakınlarının üstünlüğü için kullanıyor' diyor.Diğerleri 'Öyle ya da değil sonuçta kendi kafasından uydurduğu kuralları bize vaz ediyor' diyor. Daha neler söylüyorlar neler. Artık dayanamıyorum."diye ağlayıp yalvardı.
- Ey Musa , ben Allah iken lütfumu ve kâhrımı defalarca görmüşken, insanlar benden korkup sakınmıyor ' oğlu var, kızı var, eşi var, ortağı var diyorlar..Senden mi çekinecekler? Hemen görevinin başına dön ve sana yakışanı yapmaya devam et..."
Rahmetli babamı bana bıraktığı inci tanelerinden bazıları ile anmak istedim bu yıl.
Beyazıd-ı Bestami Kabe'yi gördüğünde dediği gibi :
'Dünyanın en kasvetli yeri, içinde Sevgilinin bulunmadığı Sevgili'nin evidir...' Mezar taşları da biraz öyle değil mi ?...
O yüzden gerçek aleme göç etmiş sevdiklerimizi anıları ve anlattıkları ile yaşatmak başka bir anlam taşıyor. Ne demiş Romalılar : Bir insan ne zaman ölür , kendisini anan son kişi öldüğünde....
Bu vesile ile tüm geçmişlerimizin ruhuna Fatiha'lar talebi ile hayırlı cumalar diliyorum.