Çağımızın büyük alimlerinden Yusuf el-Karadavi’nin Fakirlik Problemi Karşısında İslam adlı eserini (Nur Yay., 2. bs., Ank., ts.) yakın zamanda okudum. Eserde fakirlik sorununa farklı yaklaşımlara ve İslam’ın bu soruna bakışına değinilmekte.
Yazarın belirttiğine göre, gerek bâtıl gerekse semavi dinlerin mensupları arasında fakirliği öven kimseler vardır. Onlara göre fakirlik, ruhun yücelmesine vesile olan vücuda eziyet için bir sebeptir. Bu düşünce Hint fakirizmi, İran maniheizmi, Hıristiyan ruhbanlığı gibi, Müslümanların temasta bulunduğu dinlerden İslam kültürüne karışmış, onun duruluğunu bozmuş ve bazı Müslüman mutasavvıfların arasında da yayılmıştır. Semavi olduğu iddia edilen eski bir kitapta şöyle denilmektedir: “Fakirliğin sana doğru geldiğini görürsen, ‘Hoş geldin salihlerin sembolü.’ de. Zenginliğin de sana geldiğini görürsen, ‘Cezası peşin bir günah.’ de. Fakirliği asla bir sorun olarak görmeyen ve ona böyle bakan insanlardan fakirlik problemine bir çare bulmalarını istemek abestir.
Çalışmayagücü yeten birisi, namaz, oruç vb. ibadetlerle Allahu Teala’ya ibadet etmek için bir tarafa çekilse kendisine zekât verilmez. Çünkü ona, çalışması ve yeryüzünde rızık bulması için dolaşması emredilmiştir. Zaten zekât verilecek kişi ya Müslümanlara muhtaç olmalıdır ya da Müslümanlar ona ihtiyaç duymalıdır.
Fakirliğe karşı yanlış tutumlardan birisi de, onun kader olduğuna inanmaktır. Bu anlayışa göre, “Fakirin fakirliği, zenginin zenginlği Allahu Teala’nın dilemesiyle ve takdiriyledir. O, isteseydi bütün insanları Karun gibi zengin yapardı ama O, insanların bir kısmını derecelerle diğerlerinin üstüne çıkarmak istedi. O, verdiği şeylerde imtihan etmek için, istediğinin rızkını genişletir. Hükmüne aykırı hareket edebilecek kimse yoktur.” Bunların fakirlik problemine buldukları çare, kazaya (haklarında verilen hükme) rıza göstermek ve belaya sabretmektir. “Bu, Allahu Teala’nın size bir taksimidir. Buna razı olun, bunun üstünde bir şey istemeyin.” şeklinde ve sadece fakirlere nasihatte bulunan bu cebriyeci kesim, zenginlere ve zenginlerin içinde bulundukları israf ve lüksü gündemlerine bile almazlar ki, onlara herhangi bir nasihatte bulunsunlar!
Benzer bir yanlış algı zenginlerin ağzından Kur'an’da şöyle aktarılmaktadır: “Onlara, ‘Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden hayra harcayın.’ dendiği zaman, o kâfirler, müminler için, ‘Allah'ın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız? Siz apaçık bir sapıklık içinde değil de nesiniz?’ dediler.” (Yasin, 36: 47). Bunlara göre, Allah aciz ve muhtaç birini yedirmek isterse ona gökten ekmek, katık, yağ ve bal indirirmiş! Biraz düşünseler ve insaflı olsalar insanları Allah’ın birbirlerinden rızıklandırdığını görecekler ve sosyal sorumluluklarının şuuruna ereceklerdir.
Fakirlik iman, ahlak ve davranış yönünden de din için tehlike arz etmektedir çünkü mahrumiyet çok defa fakiri fazilet ve iyi ahlakın kabul etmeyeceği yollara gitmeye zorlar. Bunun için “Midenin sesi vicdanın sesinden daha kuvvetlidir.” denmiştir. Bundan daha kötüsü bu mahrumiyetin dini değerlerde şüpheye götürdüğü gibi, ahlaki değer ve ölçülerin doğruluğundan da şüpheye götürmesidir.
Fakirlik düşünsel cepheye de etki eder. Ebu Hanife’nin (ö. 767) talebesi Muhammed Şeybani’den (ö. 805) şöyle rivayet edilir. Bir gün hizmetçisi kendisine, unun bittiğini haber verince ona şöyle demiştir: “Allah canını alsın, kafamdan kırk fıkıh meselesini kaçırttın.” Ebu Hanife’nin şöyle söylediği rivayet edilir: “Evinde unu olmayan kimse ile istişarede bulunma. Çünkü onun fikri dağınık, kalbi meşguldür, kararı doğru olmaz.”
Fakirliği öven ne bir ayet ne de bir hadis mevcuttur.Dünya hayatında zahidliği beğenme sadedindeki hadislerin hedefi, fakirliği övmek değildir. Çünkü zühd, zühd yapılacak bir şeye sahip olmayı gerektirir. Hakiki zahid dünyaya sahip olup da elinde tutan fakat kalbine koymayandır. Bu bağlamda doğrudan Rasulullah (s)’ı muhatap alan şu ayeti zikretmek uygun olacaktır: “Seni fakir bulup zengin etmedi mi?” (Duha, 93: 8).
Sonuç olarak diyebiliriz ki fakirlik, mustazaflık gibi fiili bir durumdur ancak mutlu olunacak bir durum ya da hedef değil, kurtulunması gereken bir muhtaçlık halidir.