Söyleşi: Mahmut Sami ALDUR
Tahir Akyürek, kelimenin tam anlamıyla bir siyasetçi. Sadece bir siyasetçi değil başarılı da bir siyasetçi. Sohbetimiz için bize kapılarını aralayan Mevlevi sofrasında ayaküstü de olsa diğer davetlilerle sohbet etmeye ve yakın bir mesafedeler ise ellerini sıkmaya özen dikkat gösteriyor. Esnafın sıkıntılarını dinliyor. Birkaç kelimeyle görüş alış verişinde bulunuyor. Yürürken karşılaştığı -çocuklar dahil- kimseyi pas geçmiyor. Mevlana hazretlerinin türbesi çevresinde yapacakları düzenlemeler bir belediye çalışmasının ötesinde kendisini heyecanlandırıyor. Böyle çalışma yapan başkan olmak, onu ayrıca mutlu ediyor. Başkan'ın yoğun bir çalışma temposunun içinden kopup geldiğini hissediyorum. Programının yoğunluğunu da dikkate alarak bir an evvel yemeğe geçiyoruz. Her ne kadar bir başka yere yetişmesi gerekeceği gerekçesiyle yemek esnasında söyleşiyi başlatmayı düşünsek de, sohbete başladığımız anda mönü beklemeye alınıyor. İşte konuştuklarımız:
Başlarken vakit ayırdığınız için size teşekkür etmek istiyorum. Sizinle söyleşi yapma imkanı verdiniz. Bir yılı aşkın süredir Büyükşehir Belediye Başkanı olarak görevdesiniz. Bu süre zarfında karşılaştığınız meseleler arasında sizi en çok şaşırtan şey neydi?
Hizmet yaptığımız dönemle ilgili çekinmeden kaç ay olmuşsa onu ifade ediyorum. Şu anda on dört ayı doldurduk. Çekinmeden on dört ayı telaffuz etmemin nedeni bu zaman zarfını en iyi şekilde değerlendirdiğimiz kanaatine sahip olmamdır. Belediyecilik bir hizmet görevi olduğu için aslında hizmetle ilgili karşılaştıklarınızın hiçbiri şaşırtıcı olmaz. Genel ifadeyle böyle söylenebilir. Özel olarak belediye işleyişi hakkında ifade etmem gerekirse, belediye işleyişinde benim en çok üzerinde durduğum ve eksikliğini hissettiğim, dikkatimi çeken ve tabi aşmaya çalıştığımız konu, geleceğe hazırlıklı olunmaması. Mesela yeteri kadar proje stokunun olmadığını görüyorsunuz. Takip ve sonuç almada sorunlar olduğunu görüyorsunuz. Bunu diğer kamu kurumlarıyla karşılaştırmalı olarak ifade etmiyorum. Diğer kamu kurumlarında sonuç almak, hizmet vermek ve milletin önünü açmak adeta imkansız. Adem-i Merkeziyetçiliği savunuyoruz, yetkilerin yerel yönetimlere devrini savunuyoruz ve hatta bütün fonksiyonların yerel yönetimler eliyle dolayısıyla direkt olarak halkın ve sivil toplum kuruluşlarının eliyle yapılmasını savunuyoruz. O nedenle belediyelere biraz daha fazla sorumluluk yüklemiş oluyoruz. Belediyelerin daha koordineli olması gerektiğine vurgu yapmak için bunları söylüyorum. Belediyecilikte öncelikle bir hizmet birimi ve aracı olarak şaşırtıcı bir şey görmediğimi ama proje stoklarının, hazırlıklı olmanın ve bir de sonucu alıcı şekilde koordinasyonun gerekliliğini ifade etmek istiyorum.
Makam aracı kullanmaksızın şoförlüğü de kendiniz yaparak trafikte yolculuk etmeyi özlediğiniz oluyor mu?
Oluyor tabi ama zaman zaman bunu yapmaya çalışıyoruz. Hele Mevlana Kültür Merkezi'nin yapım süreci devam ederken ve bitirilmesine yakın dönemde gizlice arabaya atlayıp o mıntıkadan gece 01'de 02'de geçtiğim oluyordu. Bir takım hizmetler yapılırken yine zaman zaman onu yapmaya çalışıyoruz. Şoförsüz ve çalışma arkadaşlarım olmadan gezdiğim oluyor. O nedenle sanıldığı kadar çok özlemiyorum.
Büyükşehir Belediye Başkanı olduktan sonra meşguliyetiniz arttı. Başkanlık öncesine ilişkin olarak neleri özlüyorsunuz?
Dostlarımızla, arkadaşlarımızla, tanıdıklarımızla görüşme imkanı azaldı. En önemli konu o. Buna dair dostlarımızdan şikayetler alıyoruz. Rahatsızlıklarını hissettirenler oluyor. Yapacak da bir şey yok. Zamanın akışı belli. Zaman kısıtlı. Program çok. Uğraşmanız gereken konular çok. Fiilen mesai vermeniz de gerekmiyor, zihnen mesai veriyorsunuz aynı zamanda. Onun da getirdiği özel yükler oluyor. Okuma imkanınız çok azalıyor. Ben ki okumayı çok seven bir insandım. Şimdi onu ifade edemiyorum. Okumayı sevsen okursun deneceği için.
Son olarak ne zaman okumaya fırsat buldunuz ve en son hangi kitabı okudunuz?
Toktamış Ateş'in siyasal tarihle ilgili kitabını karıştırdım. Ben daha ziyade zaten siyasal tarih, sistem tartışmaları ve felsefi akımlar konusundaki yayınları takip ederdim özellikle. Son dönemde biraz daha bunu çeşitlendirerek kentlilik bilinci, şehircilik yaklaşımları, şehir yaşamıyla ilgili araştırma yayınlarını ve yazılarını da okumaya çalışıyorum.
Konyaspor diye bir takım olmasaydı hangi takımı tutardınız?
Konya Gençlerbirliği'ni tutardım, Stadspor, Selçukluspor, Araplarspor bunlar da bizim takımlarımız.
Bir fanatik olarak tanımlar mısınız Konyaspor için kendinizi?
Hayır. Ben hayatım boyunca fanatizmden uzak durmuş bir insanım. Siyasette de sporda da müzikte de resimde de resimde de biliyorsunuz fanatizm vardır, uç eğilimler vardır, akımlar vardır- diğer bir çok alanda da ben şahıs olarak fanatizmden uzak olduğum için sporda da fanatizmle yan yana görmek istemem kendimi.
Resim derken sanattan bahsetmiş olduk aslında. Bugüne kadar herhangi bir sanat dalına ilgi duydunuz mu, ilginin ötesinde pratikte uygulamalarınız oldu mu yaşamınızda?
Şimdi ben hepsine ilgi duyduğum için hiç birinde yoğunlaşmış olmadım. Ve bir eser meydana getirmiş olmadım. Sanatın her türlüsünü hakikaten seviyorum. İzlemeye çalışıyorum fırsatlarım ölçüsünde. İyi bir gözlemci olduğumu düşünürüm. Her konudan anladığınızda hiçbir konuda tam olarak yoğunlaşamazsınız. Sanatla ilgili onu ifade etmek isterim.
Şu anda iki farklı kimliğiniz var. Büyükşehir Belediye Başkanısınız aynı zamanda da siyasetçisiniz. Siyasi kimliğinizi mi daha önemsiyorsunuz ve böyle değerlendirilmesini arzu edersiniz, resmi makamınızla mı anılmayı tercih edersiniz, hangisi önceliklidir sizin için?
Tabi siyaseti kategorize ederken, zaman zaman siyasi tahliller yaparken bir konuya dikkat çektim ben hep. Siyaset bir kere kabaca iki türlü detaya girdiğinizdeyse üç türlü yapılır. Birisi şan şöhret, mevki makam için yapılan siyasettir, bir başkası menfaat için yapılan siyasettir, üçüncüsü de hizmet siyasetidir. Hizmet adına siyasetteyseniz, idealleriniz için, millete hizmet için ve geleceğe bir eser bırakmak için siyasetteyseniz tabi ki siyasetçi kimliğinizin önde olduğunu düşünmelisiniz. Ben de öyle düşünüyorum. Diğer görevler sadece bu amaçlarınız için bir vesiledir. Belediye Başkanlığı böyledir, belediye meclis üyeliği böyledir, milletvekilliği böyledir ya da çeşitli sivil toplum kuruluşlarında hizmet vermek böyledir. Ben hizmet siyasetinde olmayı önde tutuyorum. Ama klasik particilik anlamında kullanmıyorum bunu. Klasik particilikte yobazlık vardır, bağnazlık vardır, at gözlüğü takmak vardır, sadece doğrular ve yanlışlar vardır, önyargılar vardır. Bu tip bir particilikten ve horoz dövüşü tipi bir particilikten de herkesin uzak durmasını hep tavsiye etmişimdir. Kendimi de ondan uzak tutmuşumdur. Hizmet amaçlı siyasette herkesin bir noktada var olması gerektiğini de düşünüyorum. Mesleklerin ve kimliklerin ötesinde bir olay bu.
3 Kasım seçimlerinde bir milletvekilliği adaylığınız söz konusuydu. Bugün Büyükşehir Belediye Başkanısınız. Keşke milletvekili olarak Konya'ya hizmet etme fırsatım olsaydı dediğiniz oluyor mu?
Bizler kadere inanan insanlarız. Kader çizgisinin bize getirdiği görevleri ve bize sunduğu fırsatları ya da imtihanları yaşıyoruz. Şu anda bulunduğum görevde de ben imtihanda olduğumu düşünüyorum, bunu samimi olarak ifade ediyorum. Görevlerde önemli olanın, hangi görevde olduğunuzun değil, görevinizi yapıp yapamamanızın olduğunu düşünüyorum. Ve en önemli görev hangisidir diye sorarsanız onu tam olarak bilemiyorum. İnsanın hangi görevde ne yaptığı önemlidir.
Bir milletvekili olsaydınız farklı olarak ne yapardınız?
Milletvekilliğinin ayrı sorumlulukları var, belediye başkanlığının ayrı sorumlulukları var. Ama onlar kadar önemli gördüğüm il başkanlığının, ilçe başkanlıklarının, meclis üyeliklerinin, il genel meclisi üyeliklerinin ayrı sorumluluğu var. Genel çerçevede düşündüğümüz hizmet adına siyaset kuralını önünüze koyduğunuzda o doğrultuda her görevde yapabilecekleriniz var zaten. Büyük fırsatlar var, büyük imkanlar var. Önemli olan o bulunduğunuz görevde o hizmetle ilgili imkanları doğru kullanmaktır. Mesela "Siyasette en önemli görevli nedir?" diye sorsanız bana, ben derim ki il başkanlığıdır. Belediye başkanlığından da, milletvekilliğinden de, diğer görevlerden de çok daha önemli olduğunu görüyorum.
Neye bağlı olarak bunu böyle değerlendiriyorsunuz?
Çünkü ben il başkanı olarak da görev yaptım. Şimdi belediye başkanı olarak görev yapıyorum. Sivil toplum kuruluşlarının başkanlığını yaptım. Milletvekili arkadaşlarım var. Hepsinde de gözlemlerim var. İl başkanlığı hem genel siyaseti, hem yerel siyaseti, hem partinin bir hedef doğrultusunda götürülmesini ve hizmet eder kılınmasında en önemli rolü üstlendiği için böyle düşünüyorum. O nedenle siyasetteki en önemli görevin il başkanlığı olduğunu, aynı zamanda en zor görevinde il başkanlığı olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla şu anda görev yapan, Konya'da siyasal partilerin il başkanlığını yürüten tüm arkadaşlarımıza kolaylıklar diliyorum. Dua ediyorum yani kendilerine. İşlerinin zor olduğunu da biliyorum.
Ülke siyasetinden de bahsetmişken, şu anda gündemde YÖK tartışmaları var, sizin bu meseleye bakış açınız nedir sormak istiyorum?
Türkiye'deki anayasal ifadesiyle de tarif edilen ama biraz milli iradenin denetiminden çıkarılmış kuruluşlar var, kurumlar var. Bunlardan bir tanesi de YÖK. Türkiye'de YÖK'ün şu anki tavrını ben halkımız adına kınıyorum, protesto ediyorum. Niçin halkımız adına, çünkü insanlarımız arasında huzursuzluk çıkarıyor, insanlarımız arasında ayrımcılık yapıyor, öğrencilerimiz arasında ayrımcılığın sürekli hale gelmesi için çaba gösteriyor. Kat sayı konusunda diyor ki hükümetin hiçbir yetkisi olamaz ya da meclisin. Bunu nasıl söylüyorsun? Benim kendi kızım da Anadolu İmam Hatip Lisesi'nde mevcut mevzuata göre okurken bir YÖK genelgesi geldi ve bütün üniversiteye giriş haklarını neredeyse kaybetti. Bu sonradan ortaya çıkardıkları bir katsayı uygulamasıyla oldu. Bir takım laf oyunlarının arkasına sığınarak meslek liselerinin haklarını gasp ediyorlar, zulmediyorlar. Ondan sonra da biz bu zulümleri asla bırakmayız diyorlar, vazgeçmeyiz diyorlar. Milli irade eliyle görev yapan bir insan olarak söylüyorum, onlar atanmış insanlar, eğer bu kurullar milli iradenin emrine girmezlerse milli irade er veya geç onları kaldırır. YÖK'ün şu anda Türkiye'yi böyle gerginliklere itmesi, insanlarımızı üzüntüye sevk etmesi ve uğraşması gereken işlerle uğraşmaması Türkiye'nin işte içinde bulunduğu durumun nedenini ve bu noktanın geride oluşunun niçinini gösteriyor. Türkiye'de niçin eğitim sorunu çözülememiş, niçin beş milyon işsiz var, Türkiye'den bir üniversite dünyadaki 500 saygın üniversite içinde neden yok, niçin uluslar arası başarılarımız yok, niçin dünyada hak ettiğimiz yerde değiliz? İnsani gelişmişlik kriterlerinde neden 60. sıradayız? Bu bağnaz, bu dayatmacı, bu özgürlükleri kısıtlayıcı ve tek tip insan yetiştirici bakış açısı nedeniyle böyleyiz.
Mevcut iktidar döneminde başörtüsü meselesi çözülebilecek mi, YÖK'le ilgili olarak AK Parti hükümetinden nasıl bir tavır nasıl bir açılım beklemeliyiz?
Olay yalnızca mecliste bitmiyor, bahsettiğimiz konu o. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ifadesi meclis başkanının arkasında yazar. Ama bu tam olarak Türkiye'de uygulanmıyor. Egemenlik biraz kayıtlı şartlı milletin olarak uygulanıyor. Bununla ilgili daha aşmamız gereken bazı engeller var. Parmak hesabıyla kanun çıkarmak yetmiyor. Kanunu çıkarıyorsunuz Cumhurbaşkanı veto ediyor. Bu vetoya rağmen tekrar direniyorsunuz, milli irade adına direniyorsunuz bu defa anayasa mahkemesinde bazen yanlış yorumlamalar doğuyor. Sayın Başbakan ve AK Parti kadroları itinalı ve çatışmacı olmayan bir anlayışla çoğunluğu oluşturmalarına rağmen, illa benim dediğim olsun demiyorlar. Bakın uzlaşmayla götürmeye çalışıyorlar. Bu bakış açısıyla taş olsa çatlar. Baskıcıların da artık vazgeçeceğini düşünüyorum. Ve bu dönemde meslek liseleriyle ilgili sorunun da kılık kıyafetle ilgili sorunun da zaman içinde aşılacağını görüyorum. Çünkü milletlerin tarihinde zaten hiçbir zaman yanlışlık ilânihaye devam etmez.
Anayasa Mahkemesi'nin adı geçmişken sorayım. Erkan Mumcu hükümete bir öneride bulundu malumunuz. "Biz 13 milletvekili arkadaşımızla destek vermeye hazırız" dedi. Bir anda kamuoyunda bir anayasa değişikliği için toplumsal mutabakat görüntüsünün oluştuğu düşünüldü. Bu gelişmeler paralelinde bir anayasa değişikliği gündeme gelebilir mi?
Ben sayın Mumcu'nun, sayın Ağar'ın, bazı MHP sözcülerinin ve CHP'den de hatta bazı milletvekillerinin konuyla ilgili yaklaşımlarını olumlu buluyorum. Yalnız şöyle bir tuzağa düşmememiz gerekiyor. Bugün başörtüsü konusunda, katsayı konusunda referandum yapılsa insanlarımızın yüzde sekseni büyük çoğunlukla "evet" der. Anketler bunu gösteriyor. Ama haklar ve özgürlükler referandum konusu ya da oylama konusu yapılamaz ki, mesela bir inancın sahibi bir kişi bile olsa o kişinin inancı oylamayla iptal edilemez ki. Saygı gösterilmeli ve korunmalı. O nedenle hakların ve özgürlüklerin mecbur kalınmadan referandum yapılmaması gerektiğini düşünüyorum. Özal Hükümeti döneminde eski siyasilerin haklarının iadesi referandumu da yanlıştı. Gerilime yol açtı. Faydası olmadı Türkiye için. Başka yollar bulmamız gerekiyor, toplumsal uzlaşma adına. Ayrıca kılık kıyafetle ilgili bir anayasa değişikliğinin ve bir kanun çıkarmanın gerekli olmadığını biliyorum bir hukukçu olarak. Çünkü şu anda yürürlükte olan mevzuatımızda ve kanunlarda anayasamız dahil, devrim kanunları dahil kılık kıyafetle ilgili, başın örtülmesiyle ilgili bir kısıtlama getirilmiş değil. Devrim kanunlarında peçeyle ilgili ve dini kıyafetlerle ilgili yani sarıkla şalvarla ilgili düzenleme var. Onun dışında bir düzenleme yok. Konu yasal düzenlemeden çok anlayışların bir yerde buluşmasıyla düzelecek ve kurumların yönetiminde özgürlükçü insanların bulunmasıyla çözülecek.
Bu soruna Deniz Baykal'ın yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu toplumsal bir yaradır. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı da bir sosyal demokrat parti olma iddiasında ise bu konuya sahip çıkmak zorundadır. Ben zaten o nedenle sayın Baykal'ı hayretle izliyorum. Hem değişimden bahsediliyor, hem sosyal demokrasiden bahsediliyor, hem çağdaş fikir akımlarından bahsediliyor, Türkiye'yi ileri götürmekten bahsediliyor, hem de elli sene öncesinin söylemiyle konuşuluyor. Elli sene öncesinin CHP söylemiyle elli sene sonra nereye varırsınız? Elli sene önce CHP nereye varmış da elli sene sonra siz nereye varabileceksiniz? Çok partili demokrasiye geçildikten sonra CHP, hiçbir zaman tek başına iktidara gelemedi. Halktan tam olarak destek alamadı. Bunun nedeni, işte bu tavırdır. Milletin bu meselesine sahip çıkmalarını arzu ediyorum. Dogmatik bir tarzda siyaset yapmalarından samimi söylüyorum üzülüyorum. Belki siyasetçinin işine gelir onun öyle yapması, küçülmesi ama ben üzülüyorum. Doğrular CHP eliyle savunulsun biz arkasında olalım. Ben öyle bakıyorum.
Sayın Akyürek değerli fikirlerinizi bizimle paylaştınız, size tekrar çok teşekkür ediyorum.
Ben teşekkür ediyorum. Sağolun.