Beşar Esad'la röportaj yapmak için başvuru yapan ancak olumlu yanıt almalarına rağmen bundan vazgeçen gazeteciler ilginç bir medya tartışmasını da tetiklemiş oldu. Star yazarı Fehmi Koru, Taha Kıvanç mahlasıyla kaleme aldığı yazısında röportajdan vazgeçen M. Ali Birand ve Ertuğrul Özkök'ü eleştirdi.
Koru, röportajdan vazgeçilme gerekçesi olarak hükümetten gelen "yapmasanız iyi olur" yönündeki telkini inandırıcı bulmadığını, bunun bir "bahane" olduğu ve gerçeği yansıtmadığını savundu. Meslektaşlarının bu tutumunu yadırgadığını yazan Koru "Hayal kırıklığım tavan yaptı" dedi.
Fehmi Koru röportajdan vazgeçen gazeteciler ve bahanaleri için "Dertleri bu yolla hükümete zarar vermek olsa anlarım da..." derken gazetecilerin hiçbir gerekçeyle doğru bildiği yoldan geri durmaması gerektiğini söyledi.
İşte Koru'nun yazısındaki ilgili bölüm:
Son zamanlarda beni meslek adına en fazla umutsuzluğa sevk eden olay, görüşme için kendileri başvurmuş bazı gazetecilerin, olumlu cevap da aldıkları halde, Suriye’ye gidip Beşşar Esad’la görüşmekten son anda vazgeçmeleridir.
Ortalıkta dolaştırdıkları bahane ise, hükümet canibinden, kendilerine ‘’Gitmeseniz iyi olur’’ telkininin gelmesi... Ne yalan söyleyeyim, iri iri unvanları, kocaman egoları olduğu bilinen meslektaşların davranışlarını da -doğru olduğunu sanmadığım- bahanelerini de çok yadırgadım.
‘Gazeteci’ denilmeyi hak edecek meslek sahibi olaylara tek gözle bakmaz; bütün tarafların görüşünü öğrenmek ister. Bunun için de zahmete katlanması gerekirse, hiçbir zahmeti önemsemez; tehlikeye atılması gerekirse, her tehlikeyi göze alır... Hiçbir gerekçeyle doğru bildiği yoldan geri durmaz.
Kendi hesabıma bir gazeteci olarak görüşeceğim kişilerde bazı asgari standartlar ararım. Körfez Savaşı’nın (1991) hemen öncesinde, bir vesileyle bulunduğum Bağdat’ta, istersem Saddam Hüseyin’le görüşebileceğim kulağıma fısıldanmıştı; hiç mi hiç ilgilenmedim. Yine aynı gezide, bir resmi yemek sırasında, herkes yanına kadar gidip hatırını sorarken, ‘’Eli kanlı birinin elini sıkmam’’ diyerek Saddam’dan uzak durduğumu birlikte olduğumuz heyet üyeleri herhalde hatırlayacaktır...
Diyeceğim şu: ‘’Görüşmek isterim’’ talebinde bulunabileceğim biri olmaktan çoktan uzaklaştı Beşşar Esad; ancak rejimin neleri göze alabileceğini ve ne yapmak istediğini anlayabilmek için her konuşmasını, verdiği her mülâkatı merakla takip ediyorum...
Mülâkat talebinde bulundukları halde sonradan vazgeçen meslektaşlar gidip görüşselerdi sorularıyla pek çok karanlık nokta aydınlanabilir, Ankara’daki karar-vericilerin de yararlanacağı bilgiler elde edilebilir, hatta ortalığı yatıştıracak mesajlar alınabilirdi.
Ağızdan çıkan sözler bazen ihtilâflar, kavgalar, nizalar ve savaşlar çıkartabileceği gibi, tam tersine tansiyonu düşürecek, husumeti ortadan kaldırıp barışı mümkün kılacak gelişmeleri de başlatan yine sözlerdir, konuşmadır, açıklanan görüşlerdir. ‘’Söz ola kese savaşı / Söz ola bitire başı’’ demiş Yunus Emre... Gazetecilik mesleği her ikisini de sağlar...
Biliyorum, siyasiler böyle durumlarda olaya farklı bakar. Onların birlik ve beraberlik tablosu çizmek istemelerini asla yadırgamıyorum; haklarıdır. Falkland Savaşı’na giderken Margaret Thatcher daha önce hiç rastlanmadık sertlikte sözleri ‘’Oralarda ne işimiz var?’’ sorusunu soranlar için sarf etmişti. Daha çok da arzu edilmedik sorular yönelten medya mensupları için...
Neo-Çılgınlar tayfasının arzuları istikametinde savaşlar açan George W. Bush’un yaptıklarına gelen itirazları yüce gönüllülükle sineye çektiğini mi sanıyorsunuz? Hayır; o da her fırsatta aykırı şeyler yazan ve söyleyenlere ateş püskürttü. Savaşı kazanacağından, Irak’a demokrasi götüreceğinden kuşku duyanlara açtı ağzını, yumdu gözünü...
Obama da bugün kendisini eleştirenlere kızıyor.
Siyasiler medya dahil herkesi arkalarına almaya çalışmakla kendilerinden bekleneni yapıyor; medya mensupları da kendilerinden ne bekleniyorsa onu yapmalı...
Yazının devamı için buraya tıklayın...