Geçen hafta “vatan” ve “devlet” kavramları üzerinden yeni bir tartışma yaratmak isteyenlerden bahsetmiştim.
Bahse söz konusu kişiler “devletin” kutsal olmadığını, “vatanın” kutsal olduğunu söyleyerek devletsiz bir vatan tahayyüllerini ortaya koymuşlardı.
Türklerin devlet, vatan ve millet kavramlarını bir gördüğünü unutarak söylemişlerdi bunu belki de bilemiyoruz. Ancak bu kadar saf ve masumane olduklarını da düşünemiyoruz.
Ancak bu kişilerin hayat tarzları, dünyaya bakışları göz önüne alındığında şöyle diyebiliri; bunlar en iyi ifadeyle Türk devlet geleneğinden, Türk töresinden bihaber kişiler olarak devletin kutsiyetinin ne anlama geldiğini hiçbir şekilde anlamamışlar.
Bu kişiler Türklerin en zorlu coğrafyalarda ancak “Devletlerine sarılarak” ayakta kaldıklarını bilmeyecek kadar tarihi bilgiden de uzaklar.
Onların “devlet ebed müddet” temennisinden, “kızıl elma” ülküsünden haberdar olmaları da düşünülemez.
Yine onlar “-fena fi’d-devle- ve’l-mille” yani devlet ve millet kavramı içinde erimek bir bütün olmak ruhunu da kavrayamazlar.
Onların “başsız börk, ilsiz Türk olmaz” sözünden bihaber olmaları da yadırganamaz.
Türk tarihinde ve geleneğinde Devlet ve millet mütemmim cüzdür. Birbirinden ayrı olması düşünülemez.
Türklük ve devlet birbirine perçinlenmiş kavramlardır.
Boşu boşuna Dört bin yıllık Devlet geleneğinden bahsetmiyoruz.
Bu gelenek Türk milletini bugüne kadar pek çok badireler karşısında ayakta tutmuştur. Tutmaya da devam etmektedir.
Devlet Türk milletinin kafasında bir “toplum sözleşmesi” değildir bu nedenle.
Devlet milleti ayakta tutan , hatta var eden kutsal bir organizmadır.
Devlet Türk’ün hayatının, nâmusunun, dîninin, dirlik ve düzeninin maddi manevi varlığının garantisidir.
Ve Devlet Türk için bir “Leviathan” yani canavar değil, “Bilge Kağan Destanında” ifade edildiği gibi bir babadır; açları doyuran, çıplakları giydiren. Yoksul milleti zengin kılan, az milleti çoğaltan…
Bu nedenle Türk ekmeksiz aşsız kalır devletsiz kalmazdı.
Hiç öyle uzağa falan gitmeye gerek yok.
18. Yüzyıldan itibaren Osmanlıda bütün aydınların, devlet adamlarının, layihacıların en büyük problemi Osmanlı Devleti’nin nasıl kurtarılacağı idi.
O dönemden itibaren ortaya çıkan bütün fikir akımları da bu hususa kafa yormuşlardır.
Türkçülük, İslamcılık, Batıcılık, Osmanlıcılık …
Bütün bu fikir akımlarının gerisinde “Devlet nasıl kurtulur” vardır.
Cumhuriyeti kuran irade de aynı kaygı vardır.
Devlet ebed müddet kaygısı..
Türk Devletinin kurtuluşu ve devamı nasıl sağlanacak?
Bu kaygıyla İstiklal savaşı yürütülmüş bu kaygıyla Cumhuriyet kurulmuştur.
Devlet Türk milleti için önemlidir, vazgeçilmezdir, varlık sebebidir.
Bu duygu sağcısı, solcusu fark etmez. Son kertede fena fi’d-devle duygusu Türk milletinin genlerinde gürül gürül akar.