FETÖ’nün yayın organı Zaman gazetesinin eski yazarı Ali Bulaç’ın da Adnan Oktar’la “irtibatlı” olduğu ileri sürüldü.
FETÖ davasından 22 ay hapis yatan Ali Bulaç, hakkında çıkan haberlere dair yazılı açıklama yaptı.
Bulaç açıklamasında şunları kaydetti:
“Adnan Oktar ve bağlılarına düzenlenen operasyon gündemdeki yerini korumaya devam ediyor. Savcı iddianamesini hazırlayıp mahkemeye sununcaya ve mahkeme iddianameyi kabul edinceye kadar konuyla ilgili haberlere devam edilecek. Davaya konu olan bir olayla ilgili yazmamak, etkileyici haberler yapmamak bir ilke iken, birçok ilke ve kural gibi bu da anlamını kaybetmiş bulunmaktadır.
Hukuki sürecin nasıl devam edeceğini ömrümüz vefa ederse hep beraber izleyeceğiz. Bu arada bir köyde kavga çıkınca herkes kendi hasmına saldırır misali, "birileri birileriyle irtibatlı" olarak hoşlanmadıkları, fikirlerini paylaşmadıkları kimseleri de şu anda ağzı açık "Adnan Oktar torbası"na doldurmaya çalışıyor. Maalesef 22 ay yatmış olmama rağmen, bu birileri halen peşimi bırakmıyor.”
OKTAR YAPILANMASIYLA GÖRÜŞMELERİ
Kendisi ve yakınlarıyla ilgili çıkan haberlere de değinen Ali Bulaç şu ifadeleri kullandı:
“İlkin değerli avukatım Mehmet Ali Devecioğlu'nun hayatında bir kez katıldığı iftarda Oktar'la çekilen resmini benim hapishaneden tahliyem sırasında beni karşılamaya gelen lise çağındaki kızımla çektirdiğimiz fotoğrafla yanyana getirip Adnan Oktar'la ilişkilendirmeye çalıştılar. Bu yetmezmiş gibi aynı doğrultuda operasyonel bir haber İnternethaber sitesinde yer aldı: "FETÖ’cü Tuncay Opçin, Mehmet Baransu, Ali Bulaç ve Hüseyin Avni Mutlu'nun Adnan Oktar'la sürekli görüştükleri ortaya çıktı." (internethaber, 27 temmuz 2018.) Bu külliyen yalan.
Sözüm ona bu bilgi Özkan Mamati isimli bir itirafçının polise verdiği ifadede yer alıyormuş. 5 Ağustos 2018 tarihli Sabah Gazetesi'nde Ferhat Ünlü aynı yalanı köşesine taşıdı: '2010 yılı itibariyle FETÖ'ye bağlı kişiler ile cemaat olarak irtibata geçilmeye başlandı. Tuncay Opçin, Mehmet Baransu, Ali Bulaç ve ismini şu an hatırlamadığım birkaç kişi daha olmak üzere Adnan Hoca cemaatiyle yoğun bir şekilde bağlantıya geçmeye başladılar. Bu görüşmeler Kavacık'taki Hisar Evleri'nde Adnan Oktar'ın yayınlarını yaptığı villada gerçekleştirildi. Bu görüşmeler 17-25 Aralık 2013 olaylarından sonra da devam etti.'
İyi bir gazeteci yazdığı haberi veya yazısına alacağı bir suçlamayı taraflara teyid ettirir. Hukuk gibi ahlak da nisyana terkedildiğinden her iki mevkutede haber ve yazı yazanlar beni arayıp bu ifadenin doğru olup olmadığını sorma lüzumunu hissetmediler.”
“İKİ KERE GÖRÜŞMÜŞLÜĞÜM VAR”
Ali Bulaç, Adnan Oktar’la görüşmelerine dair şu bilgileri verdi:
“Kamuoyunu yanıltan söz konusu haber ve yazıyla ilgili aşağıdaki bilgileri vermeyi gerekli gördüm.
1) Adnan Oktar'ı bir kere görmüşlüğüm, iki kere görüşmüşlüğüm var.
2) 1983 yılında Diyanet'in Kitap Fuarında birkaç arkadaşıyla fuara gelmişti. Bir arkadaşım 'Bak, Adnan Hoca da fuarı ziyaret ediyor' deyince uzaktan baktım, ilk defa orada gördüm. Ama tanışmadık.
3) Hafızam beni yanıltmıyorsa 1990'ların ortalarında Kanal 6 Adnan Oktar ve ekibiyle ilgili karalayıcı bir program yapıyordu. Benden de görüş almak istediler, ben kabul etmedim. Oktarcılar bunu öğrenince beni arayıp teşekkür ettiler. Sonradan öğrendiğime göre benim hazırladığım "Kur'an-ı Kerim Meali"mi esas almaya başlamışlar. Ara sıra bu gruba mensup kimi gençler beni ziyaret edip meal hakkında sorular soruyor, hatta bazı fiilleri değiştirmeyi öneriyorlardı. Mesela "geliverdi" gibi olanları "geldi" yapmak gibi.
4) Bu gençler, aylar sonra da Adnan Oktar'ın benimle tanışmak istediğini söyleyip beni Çengelköy'deki köşke davet ettiler. Oktar'la bu görüşmede Nüzul-u İsa ve Mehdi'nin zuhuru konularını konuştuk. Bu konuda görüşlerimi sordu, ben de görüşlerimi aktardım; kendisine bu konulardan uzak durmasını söyledim.
İkinci görüşme zannedersem bir sene sonra yine aynı yerde oldu, benden başka 7-8 davetli daha vardı, içlerinde Türkiye'nin tanınmış profesörleri de bulunuyordu. Oktar, bize Türk-İslam Birliği hakkında ne düşündüğümüzü sordu. Herkes görüşünü anlattı, ben de "Türk-İslam Birliği" yerine "İttihad-ı Anasır-ı İslam" fikri ve idealinin daha doğru olduğunu, çünkü "Türk-İslam Birliği" başlığı "Arap-İslam Birliği" seçeneğini gönderme getireceğini anlatmaya çalıştım. Davetlilerin tamamı ve Adnan Oktar bu görüşümü paylaşmadılar.
5) Her iki görüşme de 2000'li yıllardan önce idi. Bu görüşmelerde ne Fethullah Gülen ismi geçti ne cemaatle şu veya bu düzeyde bir bağlantı. Yanılmıyorsam Adnan Oktar'ın benimle görüşmek istemesinin sebebi o sırada hatırlanacağı üzere benim 12 Eylül 1980'de Kartal-Maltepe Cezaevi'nde beraber yattığım hapishane arkadaşım Edip Yüksel ile süren sıkı tartışmaları, aylarca, yıllarca süren polemikleriydi. Sanıyorum kendi tezleri lehinde benden destek bekliyordu. İlk görüşmede kendisi "Ben İsa değilim, çünkü İsa kendi suretinde inecek, bunu biliyorum" dedi. "Ben de aman Hoca bu işten uzak dur" deyince şöyle bir argüman öne sürdü: "Soranlara İsa olmadığımı söylüyorum, bu sefer Mehdi'sin diyorlar, şimdi onlara değilim desem bu sefer büsbütün moralleri bozulacak, mehdi değilim ama böyle bir durum da var" Ben yine mehdilik iddiasından da uzak durmasını, tam bu sırada Türkiye'de beş mehdinin zuhur ettiğini söyledim.
6) 2000'lerde televizyon kanalları oldu, beni birkaç kez programa davet ettiler, katılmadım. Televizyon ekranında o gencecik kızların bedenlerinin bu şekilde teşhir edilmesi safiyane İslami hassasiyeti olan herkeste olduğu gibi bende de büyük bir infiale yol açıyordu.
7) Hemen her sene Çırağan Sarayı'ndaki iftara davet ederlerdi, ikisine katıldım. Ancak her ikisinde de Adnan Oktar yoktu.
Benim Adnan Oktar ve yakın çevresiyle tanışmam, görüşmem bundan ibarettir. Ne eksik ne fazla. Temennim bu dava ile ilgili hakikatin olduğu gibi ortaya çıkması, adaletin tesis edilmesidir.”