Ahmet Rasim Balkanların elimizden çıkışını yazarken bugüne ışık tutar. “Bilseniz savaşın başından beri, halkın beyinlerine ne bayağı fikirler, ne cahilce yorumlar saçılmış! Karşımızdaki düşmanlardan her birinin beş altı yüz senelik intikam bağı ile üzerimize saldırdıklarını asla düşünmüyoruz. Arada yeni yeni avuntular ortaya çıkmış: -Rumeli gitti! Dediniz mi-İsabet oldu! Sözünü yutarak, ya da kendisinden beklenmeyen bir teessüf ile yorumlamalarından çıkarak:-Zaten bizim mi idi? Biz oranın Anadolu’dan toplayıp senede üç milyon lira verir kiracısı idi, demek isteyenlerimiz var. Söyleyenlerimiz var.Tarih tekerrür eder derler. Hele bizim tarihimiz çoğu defa tekerrürler tarihidir. Bunca aymazlığın, bunca cehaletin, bunca ihanetin kol gezdiği bir dönemde tarihin tekerrür etmesinden başka bir şey de düşünülemez.”
Ahmet Rasim yukarıdaki yazısını 1913 yılında, yani Osmanlı’nın Balkanları kaybettiği yıllarda kaleme almış.
Hiçbir kayıp Balkanların kaybı kadar etkilememiştir Osmanlı’yı. Evlad-ı fatihan denilen yurtlar bir bir elden çıktığı bu dönemde Tuna adeta kan akmış, Estergon’da rüzgar acı acı esmiştir. Bu bahsi yeniden açmak istemiyorum, ama Süleyman Şah Türbesi’yle ilgili yaşananlar tarihin tekerrürüne iyi bir örnektir. Son günlerde yaşadıklarımızı düşündüğümde o dönemlerin bir kopyasını görüyorum.
Sınırlarımız dışındaki son Türk toprağının olduğu Süleyman Şah Türbesi için yapılan operasyon ve ondan sonrası yapılan tartışmalar “İnşallah sonumuz Balkan faciası gibi olmaz” dedirtecek cinsten.
Çoğu insan Türk askerinin oradan sağ salim getirilmesine memnun olsa da, bu taşınma işini içine sindiremedi…
Kim ne derse dersin bu taşınma bir sızıdır milletin yüreğinde…
Bu bir ev taşınması, nakliyesi değil…
Vatan toprağından çıkmaktır…
Bu yüzden içimizi sızlatmıştır…
Balkanlar’dan çekilişimizde yaşadığımız sarsıntıyı hatırlatmıştır bizlere…
Haçlı Seferlerine karşı koymak için mücadele ederken Fırat’ta boğulan Süleyman Şah’ın kuburu bu operasyonla yerinden taşınmıştır, ancak milletin gururu da fazlasıyla incinmiştir bu olayla…
Süleyman Şah Türbesiyle ilgili yapılan operasyona “Şah Fırat Operasyonu” adı verilmiş.
Bu operasyonda da gördük ki, Fırat’ın doğusu batısı yok. Fırat Türkiye’dir, Türk milletidir…
Fırat’ın Türkiye olduğunu 22 yaşında gençliğinin baharında öldürülerek hakka yürüyen hemşehrimin ölüm haberini aldığımda daha iyi anladım..
Akşehir’in güzel bakışlı çocuğu, dava arkadaşım, Ege Üniversitesi Tarih Bölümü son sınıf öğrencisi Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun cenaze töreni ve sonrasında yaşananlar Fırat’ın Türkiye’nin kendisi olduğunu açık bir şekilde göstermiştir…
Bu millet, Fırat’ını bağrına basarak, onun cenaze töreninde birliğimizi, kardeşliğimizi haykırarak bunu en iyi şekilde ispat etmiştir…
İnanın, bu millet, ölüm haberinin gözleri çok uzaklara bakan bu güzel delikanlının o cennet gözlerini unutmayacak…
O bakışlarda ne vardı?
O bakışlarıyla bizim bu kokuşmuş dünyamızın çocuğu olmadığını haykırıyordu Fırat…
Ucuz siyasi hesapların peşinde koşan, makam, mevki, para, şöhret peşinde takla atan bir nesile nazire yaparcasına, vatan peşinde koşan gençliğin son temsilcisi olarak hafızalara kazındı Fırat…
Elbirliğiyle kirlettiğimiz bu dünyada daha çok durmayacağı Fırat’ın gözlerindeki o bakışlarından okunuyor…
O’na ve O’nun inandığı değerlere ne kadar sahip çıkabildik, yeteri derecede sahip çıkabildik mi bilmiyorum…
Ama bu ölüm ve sonrasında yaşananlar hepimizi derinden etkiledi ve yeniden düşünmeye sevk etti…
Fırat gibi coşkun ve hesapsız akan güzel kardeşimin acılı ailesine ve Ülkücü Gençliğe başsağlığı diliyorum…
Mekanın cennet olsun cennet bakışlı kardeşim…