Son zamanlarda Fransa, Avusturya ve Afganistan’da meydana gelen şiddet eylemleri, en temel insan haklarından olan hayat hakkına yönelik kitlesel bir saldırıya dönüşme eğilimindedir. Dünyanın hemen her yerinde yaşanan terör olayları din, dil ve ırk farklılıkları gözetilmeksizin tüm insanlığı içine alan bir kaos ortamını beslemektedir.
Yaşanılan bu saldırılarda ölenlerin kimliğine bakmaksızın hep birlikte üzüldüğümüz gibi saldırıyı gerçekleştirenlere karşı da hep birlikte tepki vermek zorundayız. Hiçbir terör olayı makul sebepler üretilerek meşrulaştırılamayacağı gibi hiçbir acı da hafife alınamaz.
Ayrıca insanlığın evrensel tarihi, çatışmaların değil barışın ve huzurun tarihi olarak anılmaya değer örnekler içerir. Şayet tarihin bu umut verici yüzüne odaklanamaz; hayat hakkı, barış, huzur, özgürlük, adalet, bir arada yaşama kültürü gibi temel değerlere sahip çıkıp yüceltemezsek ötekileştirme, çatışma, terör ve savaş gibi felaketlere karşı insanlık bütünüyle savunmasız kalacaktır.
20. yüzyıl şiddetin, nefretin, öfkenin ve doğal felaketlerin görülmemiş boyutlara ulaştığı bir zaman dilimi olarak hafızalara kazınmıştı. Bu yüzyıla damgasını vuran iki dünya savaşının, iktisadî buhranların, isyanların, katliamların, suikastların, faciaların, salgınların etkileri ortak hafızadan henüz silinmemişken yeni acıların tohumlarını eken bir dünyaya uyanıyor olmak, insanlık adına işlenen hataların en büyüğü olacaktır.
İlk yirmi yılını yaşadığımız bu yüzyılda ne yazık ki bir önceki asrın kahredici olaylarını ve insanlığın geleceğini karartan hadiseleri birebir tecrübe etmekteyiz. Mahalli savaşlar ile başlayan, isyan hareketleri ile devam eden, göçler ile insanlık dramına dönüşen bu olaylara, birbiri ardınca gelişen, her ne kadar münferit gibi görünüyor olsa da gitgide kitlesel tepkilere dönüşen saldırılar da ekleniyor.
Bütün yeryüzünü esir alan salgın hastalıklar, depremler, küresel ısınma ve iklim değişiklikleri gibi afetlerin de patlak vermesiyle insanlık, hızını ve ölümcül etkisini gittikçe arttıran bir şiddet sarmalına mahkûm olmayı kaçınılmaz kaderine dönüştürüyor. Tecrübe ettiğimiz bu zorluklar karşısında bir araya gelmek ve makul çözümler üretmek varken dünyanın enerjisi maalesef suni gündemlerle tüketiliyor.
Son dönemde özellikle İslam ve Müslüman ile terör ve terörist kavramlarını yan yana getirmek suretiyle oluşturulmaya çalışılan algının en çok da Müslümanlara zarar verdiği doğrudur. Ancak üretilen korkular ile adı barış olan bir dinin müntesiplerini hedef aldığını zannedenler çok büyük yanılgı içindedirler; zira yeryüzünün farklı coğrafyalarında üretilmiş bulunan korkular artık her dinden ve her görüşten insanı kuşatan bir gerilim ortamını beslemekte, önüne gelen tüm engelleri silip süpüren bir öfke seline dönüşmektedir.
Nitekim Yeni Zelanda’da bir cami baskınında ya da Afganistan’da bir üniversite yerleşkesinde yaşanan katliamın sebep olduğu acılar ve doğurduğu gerilimler sadece Müslümanların sorunu olmadığı gibi Fransa’da ya da Avusturya’da bir ibadethanede gerçekleştirilen saldırılar da yalnızca Hıristiyanların veya Yahudilerin sorunu değildir.
Sokakları saran korku, yolları kesen terör, insanları hedef alan şiddet ve yarınlara dair umutlarımızı söndüren bunalım, tüm dünyanın sorunudur. Yeryüzünün hangi noktasında meydana gelirse gelsin, hangi sâikle ve hangi boyutta gerçekleşirse gerçekleşsin, terörizmi de teröristleri de aynı şiddetle kınıyor, aynı öfkeyle reddediyoruz.
Batı dünyasında uzunca bir süredir işaretleri görülen, ancak özellikle son yıllarda hortlayan ırkçı, faşist, din dışı ve ateist bir bakış açısının tüm dünyada akıllara ket vurduğunu, kalpleri kararttığını; kulakları sağır, gözleri kör ettiğini belirtmek istiyoruz.
Başını Fransa Cumhurbaşkanının çektiği siyasîler, terörle özdeşleştirdikleri İslam dünyasına ve Müslümanlara karşı akla ziyan ithamlarda bulunmaktadırlar. Daha önce onlarca insanı ölüme götüren, milyarlarca insanı endişeye sevk eden ve insanların en değerlisi Hz. Muhammed’e hakaretler içeren karikatürlerin devlet marifetiyle yeniden gündeme getirilmesi, Fransız hükümetinin söz konusu karikatürleri devlet kurumlarının duvarlarına yansıtması, yeni bir 11 Eylül sendromu yaratma amacına matuftur.
Bu adımları atanların medeniyetle, barış ve özgürlükle, hak ve hukukla barışık olmadıkları açıktır. Öte yandan bu hakaretlere karşı demokratik haklarını kullanarak protesto eylemleri düzenleyen Müslümanların gözaltına alınması, gönüllü teşekküller halinde hizmet veren sivil toplum kuruluşlarının birbiri ardınca kapatılması, mihrapların polis botlarıyla çiğnenmesi tam bir gözü dönmüşlük halidir.
Halkı Müslüman olan bazı İslam ülkelerinde hükümetlerin Avrupa’daki bu hukuksuz uygulamaları makul gösteren açıklamaları ise çok daha esef vericidir. Belli ki dünya çapında planları olan bir ortak akıl, yanına aldığı yedek kuvvetleri sahaya sürmek suretiyle İslam dünyasını terörize etmeyi, yeni bir sosyal, kültürel ve hatta askeri işgal için icap eden son gerekçeleri tamamlamayı hesap etmektedir.
Bir arada yaşamanın bir tercih meselesi olmaktan çıktığı küresel dünyada farklılıklara karşı iyi niyetin, çifte standarda karşı hukukun ve adaletin, zulme karşı hak ve özgürlüklerin korunup kollanması ve bir ülkü olarak savunulması zaruridir.
Dün olduğu gibi bugün de ihtiyaç duyduğumuz şey daha fazla çatışma değil, daha fazla uzlaşı; daha fazla sermaye değil, daha fazla paylaşım; daha fazla bencillik değil, daha fazla hoşgörü; daha fazla gerginlik değil; daha fazla sükûnettir.
Zira insanlık, kendi varlığını ve refahını ikame etmek adına başkalarını yok sayanların ya da çatışmalara ve saldırılara sessiz kalanların yarattığı ölümcül tehditlere dayanma gücünün sınırına gelmiştir. Kin, nefret ve öfke sarmalını her geçen gün büyüten adaletsizliklerin yok edilmediği bir dünyanın karşı karşıya kalacağı kaos atmosferinde hiçbir yer güvenli sayılamaz.
Sonuç olarak, ortak değerlerimize yapılmış saldırılar karşısında gaflet uykusundan uyanacak, ayırım gözetmeksizin haklı talepleri bulunan tüm insanlığın hak ve hukukunu koruma mücadelesi başlatacak ve yeni bir dayanışma kültürünü doğuracak evrensel bir akla ve entelektüel birikime sahip olduğumuzu ispat edeceğiz.
Güçlülerin haklı olduğu değil, haklıların güçlü olduğu yeni bir dünya idealine ulaşmak için gerekli olan barış ve özgürlük ruhu; dünya ve insanlık tasavvurunu “Kim bir insanı öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibi olur kim de bir hayatı kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış gibi olur.” (Mâide 4/31) ayetiyle ortaya koyan tüm İslam düşüncesinde fazlasıyla mevcuttur.(06.11.2020)