Hz. Hüseyin (r.a) Kerbela yolunda şair Ferezdak'la karşılaşır ve ona Kufe'deki durumu sorar. Ferezdak, geride bıraktığı Kufe’lileri İmam Hüseyin’e, "Gönülleri seninle ama kılıçları Yezid'le birlikte" diyerek tek cümle ile tarif eder. Bu tarif bir tanıma dönüşür ve ‘Kufe halkı gibi davranmak’ diye tanımlanan bir toplum biçimi olarak anılır. O kadar ki, Kufe halkı gibi davranma hastalığı, en kutsal değerlerin, en süfli arzulara feda edilmesinin adı olmuştur.
İmam Hüseyin, bu halkla ilgili kendisine yapılan onca uyarıya rağmen “Eğer ceddim Muhammed’in dini, benim bedenimle ayakta kalacaksa, ey kılıçlar vurun parçalayın beni, alın bedenimi” diyerek yoluna devam etmiştir. Bu duruş, esasen zulmün tüm acımasızlığıyla, zalimin de tüm arsızlığıyla açığa çıkması, ama en önemlisi de zulmün temsil ettiğini iddia ettiği dinin, Muhammed (as)’ın ilan ettiği dinle alakasının olmadığının ispatı içindir.
Yezid ve şürekâsının, İmam Hüseyin ve ailesini, kılıçtan geçirdiği çocuk ve kadınları katleden zulüm sancağı, kimi dönem dini kendisine siper etmiş tamahkârların kimi zaman da İslam peygamberinin getirdiği bu aziz dine düşman bugünkü gibi aşağılık Siyonist katillerin elinde dalgalandı. Farklı inançta olsalar da, masum çocuk ve kadınları katleden ortak tutum, onları tarihin aynı sayfalarında kayıt altına aldı.
Tarih boyunca mazlumları yok eden katliamcıların beslendikleri referanslar değişmediği gibi, katliamı seyredenlerin ve destek verenlerin kendilerini ikna ettikleri gerekçeler de değişmedi. İnsanlık müktesebatının üzerinden yüzlerce asır geçmiş olmasına rağmen, insanlık bu konuda maalesef kayda değer bir ilerleme sağlayamadı.
Tam da Ebu Ubeyde'nin dediği gibi tüm dünya, "Adaletsiz suçlular ile çaresiz seyirciler" olarak ikiye bölünmüş durumda. Kendimizi temize çıkaracak halimiz yok. Adaletsiz suçlularla mı, çaresiz seyircilerle mi beraberiz onu bile çözebilecek netlikte değiliz maalesef. Kafa karışıklığımız ve durduğumuz yerin net, aldığımız pozisyonun açık olmaması, hepimizin ciğerini yakıyor. Talip olduğumuz şey ise, hiç değilse çaresiz seyirciler olsun ayarında.
İmam Hüseyin'in "Heyhat! Zillet bizden uzaktır" duruşu, İslam dünyası için en azından şimdilik, halkıyla ve yöneticisiyle bir serap kıvamında çok ama çok uzaklarda gözüken yanılsamadan ibaret. Bunu aşmanın yolu, konuşulamayacak kadar bile üstü örtülmüş durumda. Herkes, kategorik olarak zulme karşı ve mazluma taraf olduğunu söyleyip, hiyerarşik sıralamada bir üstündekine yükü yıkarak sorumluluğun ağır vebalinden kurtulmaya çalışıyor. Bunun mümkün olup olmadığını Rahman'ın huzuruna vardığımızda öğreneceğiz.
Gazze ise, üçüncü ayın içindeki direnişi ile barbar Siyonistlerin burnunu sürtmeye devam ediyor. İlk günden bu yana yaşadıkları yokluğu bir defa olsun mazeret olarak ortaya koymadılar. Gazze dışında yaşayan Müslümanların çaresiz seyirciliğini, Ebu Ubeyde ara ara yaptığı seslenişle, yaşananları çaresiz seyirciler için bir umuda, barbar Siyonistler için de ölümcül bir korkuya dönüştürdü. Bu korku, ufuktaki zaferin izlerini taşırken, çaresiz seyircilerin de mahcubiyetini utanca ve hatta zillet dönüştürdü.
Hiç şüphesiz Gazze'nin bizim halimizi kendilerine haber edecek bir Ferezdak'a ihtiyacı yok. Her şeyi görüp biliyorlar. Tüm savaşlar gibi bu savaş da bitecek. Tepeden tırnağa halkıyla, yöneticisiyle hepimiz savaş sonunda durduğumuz yer, aldığımız konum üzerinden aynaya bakıp kendimize bir söz söyleyeceğiz. Parçalanan çocuk bedenleri, feryat eden annelerin çığlıkları bundan sonraki tüm zamanlarda kalplerimizi acıtan bir sızı olarak kalırken, soykırıma uğrayan ve fakat onurlu duruşuyla tüm dünyaya meydan okuyan bir millet ve o milletin yokluk içinde savaşı zafere dönüştüren askerleri, yaşadığımız utancın bedenimizdeki silinmez izi olarak kalacak. Kendileriyle omuz omuza olmamız gerekenler, belki karşılaşmaktan utandığımız insanlara dönüşecek.
Zulüm saflarının yardımlaşmadaki sıklığı, bizim oluşturduğumuz dağınıklığın semeresini toplarken, belki de biz, ürettiğimiz mazeretlerle mutlu olmaya devam edeceğiz kim bilir.