İslam'ın temel hedefi, tekfircilik değil, İslamlaştırmaktır. İslam tektir, ama onu anlatmakta yöntemler çoktur. Bu nedenle Allah'ın sağlam ve doğru yolunun tek olması; ayrı ayrı metot izleyen Müslümanların aynı yolda birlikte yürümesine hiçbir şekilde engel değildir. Ama gel-gör ki, İslam ümmetinin ekseriyeti tarafından benimsenmeyen "aşırı dini yoruma dayalı” bakış açısıyla hareket eden kimi itici ve dışlayıcı İslam anlayışına sahip gruplar, İslam ahlakının o güzelim cezbedici kuşatıcı ve hoşgörü anlayışını ucuz çıkarlar için feda edilmektedir. Günümüzde bu tip bedevi ve dışlamacı çıkışlardan da İslam'ın yayılıp gelişmesi ve kitleleşmesi zarar görmektedir.
İmam-ı Azam Ebû Hanife, “ehl-i kıble tekfir edilemez” demektedir. Kendisini ehl-i sünnet-i hâssa olarak tanımlayan ve kurtuluşa eren tek fırka olarak gören müslüman zihniyetlerinaynı İslam yolunda yürüyen, ama değişik metot izleyen müslüman kardeşlerini ehl-i bid'at ya da ehl-i küfür kapsamında görerek dışlamaları hangi dengeli bir mantığın ve aklın ürünüdür? Hâlbuki böylesi çarpık ve dar anlayışın, hoşgörüden yoksun bir hareketin İslami bir tavır olmadığının bilinmesi gerekir. Çünkü böylesi bir üslup birleştirici değil, parçalayıcıdır. Kur'an-ı Kerim “ben Müslümanlardanım” diyen bir şahsın istikamet sahibi olması gerektiğini şöyle beyan eder: "Yalnız O'na yönelin ve O'ndan korkun; namazı kılın ve Allah'a ortak koşanlardan olmayın (O, ortak koşanlar ki) dinlerini parçaladılar ve bölük bölük oldular. Her hizip kendi yanındakiyle sevinip övünmektedir.” ( Rûm 30/30–32.)
Maalesef bugün Müslümanlar, ağyara tanıdıkları hoşgörü anlayışını kendilerine çok görüyorlar.Bugünkü İslam dünyasının parçalanmışlığını işte böylesi bir zihniyette aramamız gerekir. Şu cümlenin altını çizerek ifade etmek istiyorum ki, bütün İslam sevmezler, Müslümanların tefrika kaynaklı bölünmüşlüğünden azami derecede istifade edeceklerdir, etmektedirler. Bunun en bariz acı örnekleri Irak, Pakistan ve bölünmüş Filistin’de yaşanmaktadır. Hiçbir görüş farklılığı Müslümanların birbirlerine silah çekmelerini ve birbirlerini üç talakla boşamalarını meşrulaştıramaz.
Bütün bir dünyada Müslümanların birleştirici, muvahhid ve istikamet sahibi olmamalarının temelinde zihin tekelciliği yatmaktadır. Hâlbuki Kur'an caddesinde olmak şartıyla; yürüyüşü, metodu ve anlayışı ne olursa olsun, bütün mü'minler birbirinin kardeşidir. Dolayısıyla aynı caddede her mü'min yürüme hakkına sahiptir. Çağımızın mücadeleci bir âliminin ifadesiyle, bizim yolumuz ve metodumuz en doğru demek, diğerlerine o yolu kapatmak anlamına gelir. İşin doğrusu, bir Müslüman bizim metodumuz haktır diyebilir, ama bizim metodumuz ehaktır diyemez. Her Müslüman kendi gruplarından olmayan ve sadece kendi grubunu ve cemaatini ehl-i tevhid olarak gören grup ve anlayışlara "Müslümanların Allah'a en yakın olanları selamı önce verenlerdir” Peygamber sözünü hatırlatmaları gerekir. Burada selam, Müslümanların birbirlerine iletişim kanallarını kapatmamaları anlamına gelir.
Tevhide dayalı istikametten ayrılmanın ve bölünmenin bir diğer sebebi de grupların başlarındaki liderleri, hatasız ve masum görmeleridir. Böyle bir inanç beraberinde itikadi bir sapmayı meydana getirir. Ünlü İslam âlimi, eş-Şatibi'ninbelirttiği gibi, “kim de kendisi hakkında ismet iddia ederse, peygamberliğini iddia eden yalancının yaptığını yapmış olur.” Aslında hiç kimse doğrudan kendisi hakkında ismet nitelemesi yapmaz, ona aşırı derecede sevgi besleyenler muhipleri yapar. Çünkü aşırı sevgi gözü kör eder. Böyle bir kimse ise, aşırı derecede muhabbet duyduğu kimsenin eksik ve kusurlarını görmez olur. Aşırı nefret de gözü kör eder. Kişi, sevmediği kimsenin hep olumsuz taraflarını görür. Bunun ikisi de yanlıştır. Ortasını bulmak gerekir.
Müslümanlar arasında çözüm, bilgi, bilinç, tevhid, ötekinin görüşüne saygı gibi alanlarda yüksek bir gelişme yaşamaya bağlıdır. Bu konuda herkes üzerine düşen görevi yapmalıdır.