Toplumların hayatında olduğu gibi bireylerin hayatında da derin krizler yaşanabilir. Eğer bu krizler iyi yönetilebilirse, bütün zamanlar için kötü sonuçlar doğurmaz, hatta nice iyiliklere ve güzelliklere vesile olabilir. Nasıl ki toplumların hayatında ortaya çıkan büyük krizler, büyük kurtarıcıların ortaya çıkmasına neden oluyorsa, bireylerin geçirdiği düşünce ve inanç krizleri de aynı şekilde kalıcı eserler vermenin sebebi olabilir. Nitekim ünlü İslam bilgini İmâm-ı Gazali’nin “Krizden Kurtuluş” isimli entelektüel hayatını kaleme aldığı eserinden, onun da bir düşünce krizi geçirdiğini öğreniyoruz. Gazali, derin tefekküre dayalı krizden kurtuluşunun neticesinde şu sonuçlara varmıştır:
“Acılar, nihai iyiliğimiz içindir.”
“Kötülükler, bazen kılık değiştirmiş iyiliklerdir.”
Bilindiği gibi çok zengin deneyimleri içeren bir tefekkür hayatımız vardır. İrfan tarihimizde, İmâm-ı Gazali’nin dile getirdiği ve insanda özgüven duygusunu oluşturan bu düşüncelerin örneklerini, daha pek çok gönül adamında bulabiliriz. Bunlardan birisi de Anadolu’nun manevi mimarlarından Yunus Emre’dir. O, insanın en zor zamanlarında, düşünce transferi yöntemiyle iç coşkuyu yeniden sağlamanın ve bu dengeyi korumanın şifrelerini “acıları bal eylemek” formülüyle verir.
İnsan hayatında, aşk ehline göre acı ve ıstırap gibi görülen şeyler, gerçekte, insanı olgunlaştırmanın araçlarıdır. Nitekim bir başka gönül mimarı olan Eşrefoğlu Rumi, “nefislerin arındırılması” adlı eserinde; “gökten bela kar gibi yağsa/ânın adına aşk denir” demek suretiyle, insanın kendisiyle barışık yaşamasının yollarını gösterir. Tarihsel süreçte yüreklerinde bu tatlı bahar havasını hep yaşatanlar, sonuçta, rüzgârı arkasına hep alanlar olmuştur.
İrfan dünyamızın ünlü yıldızı Mevlânâ da “biz ayırmaya değil, birleştirmeye geldik,” demektedir. Sanırım Hz. Mevlânâ ve onun gibi erenlerin düşüncelerini evrensel kılan da bu bakış açısıdır. Eğer insanlar, aynı gönlü paylaşmıyorlarsa, aynı dili konuşsalar da onlar, asla birleştirme yanlısı olamazlar. Çünkü onların dili ayrımcıdır, birleştirici değil. Önce, içte, gönülde birlik olmalıdır. Bu birliktelik, dolaylı olarak zaten dıştaki, kalıpların, bedenlerin birlikteliğini beraberinde getirecektir. Kendi içinde ikilikler ve zıtlıklar yaşayan insanların dış dünyada birlik pozları sahtedir, yapmacıktır. Manada birlik olmazsa, surette birlik olmaz. Mana ve surette birliğin ilacı; maneviyat, ahlak ve metafizik gerçekliktir.
Eğer yaşadığımız dünyada yüzyıllar ötesinden seslenen Mevlana, Yunus Emre gibi barış elçilerinin farklılıkları varlık âlemindeki renkli vitraylar gibi görme dili, modern insanın gönül dünyasında ısıtıcı bir rol oynuyorsa, bunun köklerini, onların beslendiği manevi kaynaklarda aramalıyız. Çünkü onların mesajının özünde ayırma değil, birleştirme; nefret değil, insanı sevme; dışlamacılık değil hoşgörü; düşmanlık değil, merhamet; farklılıkları bir çatışma unsuru değil, birlikte yaşama zenginliği olarak görme ahlakı vardır.
Bizler birliğimizin ve dirliğimizin şifrelerini çok zengin olan kültür hayatımızda bulabiliriz. Yeter ki, önyargılı olmayalım ve birbirimize saygı eksenli tahammül göstermeyi özümseyelim.