UNESCO’nun Dünya Mevlana yılı ilan ettiği ve sıkça etkinlikleri ile yaşadığımız bu günler ve aylarda her zamankinden çok birliğe ve samimiyete ihtiyacımız olduğu kanaatindeyim. İhtiyacımız diyorum çünkü içinde yaşadığımız toplum genelindeki günlük yaşanılan olayların istatistiğine şöyle bir haberci gözüyle bakıldığı zaman inanın olumsuz ve kötü haber öylesine çoğunlukta ki. Madde odaklı hayat felsefesinin hüküm sürdüğü günümüz insani ilişkilerinde artık konuşan ağız, gören göz ve işten kulak tamamen şahsi ve nefsi çıkarlarını en önde tutan bir davranış biçimini kabullenmiş ve yaşıyor görünüyoruz. Belki bundan bazılarımızın haberi bile yok. Biraz komik ya da ilginç olacak ama gerçekten bazı insanlarımız, kendi sergilediği davranış tarzının ve önceliklerinin ne olduğunu dahi bilmeden toplum adı verilen sürü zihniyetine kaptırmış gidiyor. Ve inanın kendinin kendimden haberi yok. İş lafa ve meclis içerisinde konuşmaya geldi mi öyle güzel kelimelerle öyle makul ve mantıklı ifadeler kullanılabiliyor ki. Ama aynı sözün ağızdan çıktığı insanın icraatına bakıldığı zaman aradaki fark uçurum!..
Neyse şu mübarek günde hepimizin zaten bildiğimiz durumumuzdan ziyade, cımbızla çekip çıkartılacak kadar az olsa dahi olsa yaşana ve şahit olunan güzelliklerden bahsetmek istiyorum. Örnek verecek olursam geçen hafta içerisindeki Bizim Karapınarlıların Geleneksel hale gelen iftar yemeği öncesi ve sonrasındaki sıcacık dost meclisi ve muhabbet ortamı… İlçemizin Kaymakamından Belediye Başkanına, Oda ve parti başkanlarından daire müdürlerine kadar ilgili ve yetkili insanlarımızın Konya’daki hemşerilerin davetine icap etmeleri ve görüş alışverişinde bulunmaları gerçekten özlenen tablolardan biri idi. Birde kendi aramızda –Biz Karapınarlılar bir araya gelemeyiz .. yok şöyleyiz yok böyleyiz diye sitemlerimizde olmuştur. Ama bak istediğimiz zaman pekâlâ tek vücut tek yürek olabiliyormuşuz demek ki. İçinden hep demişimdir; “Nolur sanki bu tür ortamları yaratmak ve yaşamak için yıldan yıla Ramazan Ayını beklemek yerine yılda bir değil de ayda bir veya mevsimde bir toplanıp hasbıhal edebilsek ve birbirimizin karnının şişini alsak” diye.
Gene şu mübarek Ramazan ayı içerisinde bolca yaşama fırsatı bulduğum bir güzelliği de sizlerle paylaşmak isterim. Bu güzellik ise gene Karapınarlılar derneğinin lokal kısmındaki teravih namazı sonrası yaşanılan “Bizim Barana” sohbet ve şamata ortamı. Eminim bu ortama katılmayanlar bilmez ama uzun yıllar bu Barana Muhabbetlerini anlatacağa benzeriz. İlk akla gelen şamata ifadelerinden bazıları “-Mafya Memetle, Baba Melek birlikte o muhitte rajon ve haraç kesmeye başlamışlar. Tahsilatı da Bankacı Masarın şubeye yatırmışlar J.. Gasteci Hikmet olayı haber yapıp açığa vermesin diye de ona günlük haraçtan hisse ayırıyorlarmışJ.. Minik kardeşlerim Gurdoğlu Ali ile Evren Ayhan ise bazen Katip Memedi bazen de Müftü Tarığıda yanlarına alarak, Atıf emmiyi gasteci Hikmetin üzerine salarak günlük hesaplarını ödetmeyi kafaya koymuşlar. Şapkalı Necati dayı, Eşşeğim Namıkla, Türkmen Şahin ve Menduhu alarak kurdukları batak oyunu sonrası işi çıkmaya götürüp, şapkalıya hesabı yıkmayı adet haline getirmişler. Haytaların Ercan, Topal Metin ve Halilibo şeytan üçlüsünü kurup, bir gün dedeyi, bir günde müdürü makasa alıyolarmış ama sonuç hep hüsran oluyormuş….:) Karyem Ahmet, Kameroğlu Ahmet, Koçer Ahmet, Hortumcu Fikret, Halamın Hasan ve buna benzer kabul görmüş lakaplarımızla şamatanın bini bir para geç saatlere kadar eğlendiğim bir ramazan ayı daha hatırlamıyorum. Temennim ve duam odur ki, daha nice güzel günler ve güzelliler yaşamanız dileklerimle.
ADAM GİBİ**********************
Kendine yardım etmeyi bilmeyene,
Hiç kimse yardım edemez.
***************HİKMETLİ SÖZLER
BİLMEZ BU GÖNLÜM…
Anlamadım şu gönlümün derdini
El Tanımaz, dil tanımaz, hal bilmez
Bilemedim, eşkâlini rengini
Ak tanımaz, gök tanımaz, al bilmez
Çarka verir elde kalan unu yok
Hududu yok, hitamı yok, sonu yok
Esemesi anlaşılan konu yok
Huy tanımaz duy tanımaz lal bilmez
Yudum, yudum içer derdi aldırmaz
Yerden yere vurur düzde durdurmaz
Bulutlarda uçurur da, kondurmaz
Dağ tanımaz, bağ tanımaz, Dal bilmez
Olur, olmaz sevdalara sarıyor
Yürümeden, koşturmadan yoruyor
Kevser diye acı zehir sunuyor
Yâd tanımaz, tat tanımaz, bal bilmez
Nice Erenlere varıp tanışsam
Nefse dizgin “Nasıl Olur” danışsam
Bendeki ben varlığına karışsam
Ah tanımaz, vah tanımaz yol bilmez
Umudum yok menzilini bulsa da
Kırk yıl Taptuk kapısında kalsa da
Ölüm gelip çıralıyı alsa da
Can tanımaz, kan tanımaz Sal bilmez