Gençlik, insan hayatının baharıdır.
Bu dönem, fizyolojik, ruhsal, estetik ve ahlaki değerler alanında gelişmenin hız kazandığı ve dış etkilere açık olunan bir dönemdir.
Aynı zamanda gençlik, ergenlik çağnın tüm sorunlarıyla malul olunan da bir dönemdir.
Bir başka açıdan gençlik, sorumluluk üslenme dönemi olduğu için, hayatın getirdiği farklı sorunları aşmanın telaşının da en yoğun yaşandığı bir dönemdir.
İnsan hayatını ya bu dönemde kazanır ya da bu dönemde kaybeder. Dolayısıyla, insan hayatının geleceğe yönelik planlandığı bir aşamadır diyebiliriz, gençlik çağı.
Gençlik döneminin getirdiği risklerin kolayca atlatılabilmesi için din ve ahlaki değerlere bağlı bir hayat ilaç gibidir. Az hasarla bu dönem atlatılabilir, ahlaki değerlere bağlılık sayesinde.
Milletler için gençlik, gelecek olarak da görülür, görülmelidir de.
Bir ülkenin gençliğine bakarak geleceğini tasavvur edebilirsiniz. Bu açıdan, kısa ve uzun vadede devletler, gençliğini en iyi bir şekilde yetiştirmek için hiçbir harcamadan kaçınmadan her türlü imkânı seferber ederler.
Hatırlıyorum, rahmetli Özal’lı yıllardan beri muhafazakâr siyasetçiler “bir elinde Kur’an bir elinde bilgisayar” ifadesiyle yeni dönemin gençliğini tasavvur etmişlerdir.
Mehmet Akif de “Âsım’ın Nesli” tabiriyle bu gençliği anlatmaktadır.
Gençliğin yetiştirilmesi konusunda her sağduyulu insanın temennisi, Hz. Mevlana’nın pergel metaforunda olduğu gibi bir ayağı dinde, diğer ayağıyla bütün bir dünyayı dolaşan bir zihniyet.
Acaba bu anlamda gençliğe yönelik nasıl politikalar izlenmektedir?
Yukarıdan beri anlatmaya çalıştığımız meselenin en iyi tatbik edildiği eğitim kurumları İmam-Hatip Liseleri’dir. Oralarda hem ulum-u diniyye ve hem de ulum-u fununiyye birlikte okutulmaktadır. İlköğretim ve Liselerde ise, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin yanı sıra, seçmeli olarak Kur’an ve Siyer dersleri de yer almaktadır. Yeterli mi değil mi? Bu eğitim modelleri de tartışılabilir.
Eğer gençliğimiz teolojik bağlardan kopuk olarak yetiştirilirse, böyle bir gençliğe yüklenecek sorumlulukların geri dönüşümünün akıbeti, hiç kimsenin istediği bir şey değildir.
İnsanın, Allah’a, peygambere, kendisine, anne-babasına, yaşadığı ülkeye, komşu ve akrabalarına karşı sorumlulukları vardır. Bu sorumlulukların motoru, maneviyattır.
Manevi terbiyeden yoksun yetişen nesillerin geleceği ise, karanlıktır.
Günümüzde bütün bir dünyada; dürüstlük, adalet, ahde vefa, ötekine saygı, aile kurma gibi değerleri gençliğine nasıl aktaracakları konusunda harıl harıl çalışmalar yapılmaktadır. Her geçen gün değerler eğitimi üzerinde yoğunlaşılmaktadır. Hatta en katı materyalist toplumlar bile bunun önemini kavramıştır, bugün.
İnsanın, su gibi, ekmek gibi, maneviyata da ihtiyacı vardır. Din, doğru bir şekilde öğretilmezse, bu alanı yeni seküler bir ruhla donanan yaşam koçları almaktadır. Büyük şehirlerin beş yıldızlı otel salonları uzak doğunun ruhsal enerji aktarım merkezleri haline dönüştürülmektedir. Bir yandan para kazanan bu çevreler, diğer yandan da insanların inançlarını istismar ederek bu milletin evlatlarını İslam dininden uzaklaştırmaktadırlar.
Milli bir politika olarak gençliğe yönelik hizmetler yeniden gözden geçirilmelidir. Bu milletin ruh kökünden bu gençlik ne kadar beslenmektedir? Bu soruya kapsamlı cevaplar verilmelidir. Mayası din ve ahlak gibi değerlerden kopuk yetiştirilecek bir gençlik için şehitlik ve gazilik gibi değerlerin de bir anlamı olmayacaktır. Eğer bu değerlerin bir anlamı olmazsa, böyle bir gençlikle geleceğimiz nasıl kurulur? Bir defa daha akl-ı evvellerimiz, karar mercilerimiz yeniden bu soru üzerinde düşünmelidirler.