Bir gün, ermişlerden birine sormuşlar:
“Sevginin sözünü edenler ile sevgiyi gerçekten yaşayanlar arasında ne fark vardır?”
“Bakın, göstereyim” demiş ermiş. Bir sofra hazırlamış. Sevgiyi dilinden düşürmeyen, ama dilden gönüle de indirmeyen kişileri çağırmış bu sofraya. Hepsi yerlerine oturmuşlar.
Derken, tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da ‘derviş kaşığı’ denilen bir metre boyunda kaşıklar. Ermiş: “Bu kaşıkların sapının ucundan tutup öyle yiyeceksiniz” diye bir şart da koşmuş. “Öyle kaşığın çukur kısmına yakın yerden tutmak yok.” “Peki” demişler ve çorbayı içmeye girişmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden, sofradaki hiç kimse bir türlü döküp saçmadan götüremiyormuş çorbayı ağzına. En sonunda, bakmışlar bu iş olmuyor, vazgeçmişler çorbadan. Öylece, aç aç kalkmışlar sofradan.
Onlar sofradan kalktıktan sonra, ermiş: “Şimdi de sevgiyi gerçekten bilip yaşayanları çağıralım yemeğe” demiş. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgiyle gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya. Ermiş: “Buyrun bakalım” deyince de, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp karşısındaki ihvanına uzatıp içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve kendisi de doymuş olarak şükür içinde kalkmış sofradan.
“İşte” demiş ermiş. “Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim ki, kardeşini düşünür de doyurursa, o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz. Şunu da unutmayın ki, hayat pazarında alan değil, veren kazançlıdır her zaman.”
***
UZAKLIK YAKINLIK
Terapist şaşkındı. Bir duygudan diğerine salınan insanlarla çalışmanın getirdiği gerilimle boğuşuyordu. Uzaklık ve yakınlık, derinlik ve yüzeysellik, ayrılma ve birleşme, iyileşme ve kötüleşme, suskunluk ve konuşma ishali gibi zıt hallere ardı ardına tanıklık ediyordu. Oniki yıllık eşinin yanında otururken kendisini ona ne kadar uzak hissettiğini söyleyen hastası çıktıktan sonra içeri giren hastası, önceki hastanın boşalttığı koltuğa oturdu. Konuşmanın orta yerinde bir andı. “Nişanlım İzmir’de. Ayda bir kere görüşebiliyoruz. Onu çok özlüyorum. Benden çok uzakta, ama onu kalbimde hissediyorum. Bir insan başka bir insanın kalbine nasıl da sığıyor doktor? Bu bir mucize olmalı” dedi.
Yakınlık neydi, uzaklık neydi?
Terapist o an uzaklık ve yakınlığın salt mekansal olmadığını farketti. Caddenin tam ortasına geldiğinde caddede yarış yapan motosikletlerden biri kırmızı ışıkta durmadı ve o an karşıdan karşıya geçen gence çarptı. Genç caddenin ortasına yığıldı. Yüzü parçalanmıştı. Ölüm meleği birkaç saattir gencin çok yakınında idi. Belirlenen saati kolluyordu melek. Kendisine emredilen anda gencin ruhunu aldı.
Ağır adımlarla kaldırımda yürüyen yaşlı çift gence motosikletin çarptığını görmüşlerdi. İkisi de çok üzüldü. Ellerini birbirine kenetleyerek birbirlerine destek verdiler. “Çok yazık, ne kadar genç bir çocuktu. Biraz önce yanımızdan geçmiş ve bize bakmıştı” dediler. Koca karısına, “Tam bize baktığı anı farketmiş miydin, o an aklından ne geçti kimbilir?” diye sordu. Her ikisi de bunun yanıtını tam olarak bilemeyeceklerdi.
Gözünü açtı, kapattı. Açtı, kapattı. Yaratıcısız herşey, kendisi dahil, ona çok uzak göründü. Yaratıcı ise kendisine sonsuz yakındı. Uzaklık ve yakınlık nisbî kavramlardı. Herşey bir bakış açısına bağlıydı...
Not: Konya’daki Karapınarlılar Derneğinin Pazar günü Elit Restauranttaki AK PARTİ Konya Milletvekili Mustafa Kabakçı ile tanışma ve istişare kahvaltısı ile ilgili geniş gözlemlerimi www.bizimkarapinargazetesi.com sitemizde bulabilirsiniz.
ADAM GİBİ*******************************************
“Eğer bir insan kendini göklere çıkarıyorsa, onu aşağılayın.
Eğer bir insan tevazuuyla hareket ediyor ise, onu göklere çıkarın.”
************************************HİKMETLİ SÖZLER
DÖNDÜ ABAM
Karapınar'ın bir kenar mahallesinde,
Kendi halinde yaşar gider döndü abam.
Kocası her daim çarşı kahvesinde,
Kalaylı bir küfür basar gider döndü abam.
Bir inek iki tavuk bütün malı mülkü,
Gençliğinden beri sırtındadır geçim yükü,
Kırkımdan sonra şansım döner diye belki,
Tatlı hayallere dalar gider döndü abam.
Çürümüş kerpiç duvarı bir çivi çakılmaz,
Rengi solmuş toru var el içine çıkılmaz,
Genede şükreder haline hayattan bıkılmaz,
Umutlarını yarına sarar gider döndü abam.
Ayağında kara lastik altı gene delinmiş,
Gençlik uçup gitmiş gözünün feri silinmiş,
Vakti zamanında selvi boylu fidan gibi gelinmiş,
Geçmiş günleri anar gider döndü abam.
Horoz komşu kümeste tavuklar yumurtlamaz,
Torunlar hep yanında kafada akıl bırakmaz,
Damat hayırsız çıktı gelin dersen laf anlamaz,
Kabahat kimde diye sorar gider döndü abam.
Tuluğun dibi göründü tereyağ çoktan bitmiş,
Bostanda olmadı bu yaz emekler boşa gitmiş,
Ayşenede bir leğen hamuru ekşitmiş,
Durup durup kendine kızar gider döndü abam.
Tezek kerme kalmadı nasıl geçirecek bu kışı,
Gündeliği vermedi adı batasıca pancar çavuşu,
Kaynatamadı salçayı kurduğu şuncaaz turşu,
Bir tek yozçobanı seni anlar gider döndü abam.
Yoz Çobanı