Gizli zenginlerimiz var,
zenginliklerini kendileri bile tadamazlar!
Farkında mısınız, gündemimiz hep ekonominin durgunluğu, işlerin zayıflığı, hayatın pahalılığı ve benzeri şeyler... 500 bin TL'lik evde oturan, ama 500 TL sadaka veremeyen, 300 bin TL'lik arabaya binen, ama 300 TL'yi bir garibin eline sıkıştıramayan, kazancını değil kimseyle paylaşmak başı dara düşen dükkan komşusundan bile sakınan insanlar olduk...
Kudüs işgal altındaymış, Mescid-i Aksa'da Müslümanlar rahatça namaz kılamaz, ezan okuyamaz hale gelmişler, Mekke ve Medine ABD'nin emrinde gününü gün eden kralların elinde mahzun iken gözü borsada kulağı dövizde insanlar haline gelmişiz. Klimaların altında parasını saydıktan sonra kasasına kilitleyen hacı abim az sonra gideceğin Kapu Camisinde namazdan sonra kime dua edeceksin!..
Allah ondan razı olsun Hz Ali'nin şu sözünü de mi hiç duymadın! "Cimri öyle bir kimsedir ki dünyada fakir gibi yaşar ahirette zengin gibi hesap verir."
Allah bizi işlerin azlığıyla, ekonomik durgunlukla, ticaretimizde zarar etmekle sınıyorsa ve bu sınavı kazanmaya çalışmak yerine acizlenerek kaybetmek ne acı değil mi? Azdan az, çoktan çok versek olmaz mı? Hem bak daha bikaç sene evvel şimdiki sahip olduklarının yarısına bile malik değildin! Allah sana katından fazla fazla verirken sen ne diye cebindeki en küçük parayla savuşturursun sadaka mevzusunu...
Buhari'de bir hadis şerif var, Ebû Hureyre (ra)’den rivâyet edildiğine göre Resûlullâh (sav) “Kulların sabaha kavuştuğu hiçbir gün yoktur ki iki melek inip biri: “Allâh’ım! Allah için veren kimsenin verdiği malın yerine daha iyisini ver!” Öbürü: “Allâh’ım! Vermeyip elinde tutanın malına telef ver!” demesinler” buyurdu.
Allah göstermesin yarın bir gün bir savaşın içine girsek evimizin, arabamızın, arsalarımızın bir kıymeti kalır mı? Canımız kaç paralık olur bilir misin!..
Zenginliğini gizlemekten vazgeç, biliyoruz mülklerinin sayısını sen bile karıştırıyorsun artık! Kahverengi pantolon, haneli gömlek yeşil kazak giydin diye seni gariban sanacağımızı zannetme. Zenginsin, vereceksin. İlla gizlemek istiyorsan sadakanı, zekatını gizli ver. Azken vermeye alıştırmadın elini, şimdi veremiyorsun işte. Yarın gözünü yumduğunda o emek emek biriktirdiğin ve vermeye kıyamadığın paraları şimdi aklına bile gelmeyen kişiler çatır çutur yiyecekler de sen ah vah içinde hesabını vermeye çabalayacaksın!..
Ben zengin değilim, söylenenler bana değil zannedenler size de diyeceğim var. Evet sen zengin olmayabilirsin, ama sen de vereceksin. Zengin bin verirken sen de 5 vereceksin, 10 vereceksin. Hiç mi verecek durumun yok, bari dua et Müslümanlara da Allah sana yardım etsin, vesselam...
-------
Yahudi ve Hıristiyanlarla dost olmayın!
Hz. Ömer Küfe Valisi Ebu Musa el-Eşa'ri'den bir deride (veya bir kâğıtta) aldığını ve verdiğini (gelir-giderini) yazıp arzetmesini istedi. Ebu Musâ'nın Hıristiyan bir kâtibi vardı. Onu Hz. Ömer'le dininden bahsetmeksizin tanıştırdı. Hz. Ömer'in hoşuna gitti, "Bu kâtib, hıfzedici ve koruyucudur" dedi ve devamla, "Bize Şam'dan gelen bir mektubu mescitte okuyabilir mi?" diye teklifte bulundu. Ebu Musa el Eşa'ri, "O mescide giremez" şeklinde cevap verince Hz. Ömer, "Niçin? O cünüp müdür ki, camiye girmez?" dedi. Ebu-Musa el-Eşa'ri, "Hayır, cünüp değildir, fakat Hıristiyandır" dedi. Bunu duyan Hz. Ömer, Ebu Musa'yı kınadı ve baldırına kamçıyla vurduktan sonra, "Ey iman edenler! Sakın Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyiniz, ayetini duymadın mı?" dedi. Ebu Musa, "Dini onun olsun, ben onun katipliğinden istifade ediyorum" dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi, "Allah onları alçaltmışken siz onlara değer vermeyin. Allah onları hain ilan etmişken onlara güvenmeyin. Allah onları uzaklaştırmışken, onları kendinize yaklaştırmayın" dedi. Nasihati dinleyen Ebu Musa "Basra onsuz olmaz" deyince Hz Ömer, "O Hıristiyan öldü" dedi. Yani onun öldüğünü farzet, o zaman ne yapar idiysen şimdi de onu yap ve başkasıyla değiştir.
------
Kel, Kör ve Abraş’ın İmtihanı
Ebû Hureyre (ra) Peygamber Efendimiz’in (sav) şöyle buyurduğunu rivâyet ediyor: “İsrâiloğullarından üç kişi vardı. Bunlardan biri abraş yani cilt hastası, biri kör, biri de kel idi. Allah Teâlâ bunları imtihan etmek istedi ve melek gönderdi. Abraşa gelen melek: ‘En çok sevdiğin şey nedir?’ diye sordu. Abraş: ‘Güzel bir renk, güzel deri ve Allâh’ın benden insanların çirkin gördükleri bu abraşlık hastalığını gidermesidir’ dedi. Melek elini abraşa sürdü ve abraş hastası adamın bu hastalığı gidip kendisine güzel bir renk ve deri verildi. Melek: ‘Hangi malı daha çok seversin?’ diye sordu. Abraş: ‘Deve yahut sığır’ diye cevap verdi. Bunun üzerine melek kendisine on adet dişi deve verildiğini söyledi ve ‘Allah bunları sana mübârek eylesin!’ dedi. Daha sonra melek kel kimsenin yanına geldi ve ‘En çok sevdiğin şey nedir?’ dedi. Kel: ‘Güzel saç ve bende insanların çirkin gördüğü bu illeti Allah Teâlâ’nın gidermesidir’ diye cevap verdi. Melek kel kişinin başına elini sürdü ve o kimsenin kelliği kaybolup gitti, kendisine güzel saçlar verildi. Melek kel kişiye ‘En çok sevdiğin mal hangisidir?’ diye sordu. Kel: ‘Sığır’ dedi. Derhal kendisine yavrulamak üzere olan inekler verildi. Melek: ‘Allah sana bunları mübârek etsin!’ dedi. Melek son olarak da kör kimseye geldi ve ‘En çok hangi şeyi seversin?’ diye sordu. Kör: ‘Allâh’ın gözlerimi iâde etmesini, insanları görmeyi’ diye cevap verdi. Melek körün gözlerini eli ile meshetti ve Allah o kimsenin gözlerini açtı. Melek: ‘En çok sevdiğin mal nedir?’ Kör: ‘Koyun’ diye cevap verdi. Kendisine yavrulayacak koyunlar verildi. Melek ‘Allah sana bunları mübârek etsin!’ dedi ve ayrıldı.
Yıllar geçtikçe abraş ile kele verilen deve ile sığırlar üredi, körün de koyunları çoğaldı. Birinin bir vâdiyi dolduran develeri, diğerinin bir vâdi dolusu inekleri, üçüncünün de bir vâdiye sığmayan koyunları oldu. Aradan bir müddet geçtikten sonra melek abraşa onun eski sûretinde gelip: ‘Ben fakir bir adamım, dağları taşları aşıp geldim. Bugün Allah’tan başka bir yardım edenim yoktur. Önce Allah’tan sonra senden, sana bu güzel rengi, bu güzel deriyi ve bunca malı veren Zât’ın adına bana yolculuğum sırasında faydalanabileceğim bir deve vermeni istiyorum’ dedi. Abraş: ‘Alacaklılar çoktur’ dedi ve bir şey vermedi. Bunun üzerine melek adama: ‘Ben seni tanıyacak gibiyim; sen insanların kendisinden nefret ettiği abraş kimse değil miydin? Sonra Allah Teâlâ sana bu nimetleri ihsân etmişti’ dedi. Abraş: ‘Hayır, bu mal bana ecdâdımdan kalmadır’ dedi. Melek: ‘Eğer yalan söylüyorsan Allah seni eski hâline çevirsin’ diye bedduâ etti. Hakîkaten abraş eski çirkinliğine ve fakirliğine döndü. Melek sonra kele, kelin eski şekil ve sûretinde geldi. Buna da abraş kimseye dediklerini aynen tekrarladı. Kel de aynı abraş gibi karşılıkta bulundu ve o da bir şey vermedi. Melek de yine: ‘Eğer yalan söylüyorsan Allah seni eski hâline döndürsün’ diye bedduâ etti ve o kimse eski kel ve fakir hâline döndü. Daha sonra melek köre onun eski sûreti ve şekliyle geldi ve ‘Ben muhtaç bir kimseyim, yolcuyum; yürürken dağları aştım. Bugün Allah’tan başka bir yardım edenim yok. Önce Allah’tan sonra senden, senin gözlerini açan Zât’ın adına yolculuğum sırasında istifâde edebileceğim bir koyun vermeni isterim’ dedi. Eskiden kör olan adam: ‘Ben önceden kör idim. Allah gözlerimi açtı. Bunlardan dilediğini al, dilediğini bırak’ diye cevap verdi. ‘Allah için almak istediğin şeyi vermek husûsunda Allâh’a yemin ederim ki sana zorluk çıkartmam’ dedi. Bunun üzerine melek: ‘Malın senin olsun; üçünüz de ilâhî imtihana tutuldunuz. Allah Teâlâ senden râzı oldu, fakat iki arkadaşın abraş ile kelden râzı olmayıp onları cezâlandırdı’ dedi.
Nitekim Allah Teâlâ âyeti kerimelerde: ‘Ey îmân edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan hayra harcayın. Size verilse gözünüz yummadan alamayacağınız kötü malı hayır diye vermeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah zengindir, övgüye lâyıktır.’(Bakara- 267) ‘Îmân edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler.’(Bakara- 277)
Peygamber efendimiz (sav): ‘Zekâtı verilmeyen mallar yılan olup sâhibinin boynuna dolanır.’ (İbni Mace) buyurduktan sonra şu âyeti kerimeyi okudu: “Allah'ın bol nimetinden verdiklerinde cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar, bilakis bu onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah işlediklerinizden haberdardır.”( Âli İmrân-180)
Allâh’ım; bizlere verdiğini senin rızan için bizler de ihlâs, samîmiyet ve tevâzu ile verebilelim. Biliyoruz ki senin yolunda harcanan mallar ömrü uzatır, musîbetleri önler.