Gökdelenlerin kuşattığı camiler!
Hayat dini İslam, yaşanılmaz değildir. O, gelişmelere duyarsız kalmaz. Elbette gelişmeler onu etkileyip değiştirmez. O, temel ilkelerinden asla ödün vermeden gelişmelere göre hükümler vaz eder. Onun her zaman, her yerde ve herkes tarafından yaşanılabilir evrensel bir din oluşu bunu gerektirir. Bugün İslam dinini, yaşanılamaz yahut günümüz gelişmeleri karşısında çözüm üretemez bir din halinde sunan yasakçı anlayış kendini sorgulamak zorundadır.
Şehirleşme arzusu, insanları plansız ve düzensiz bir şekilde şehir merkezlerine adeta üşüşmeye sevk etti. İnsanlar şehirlere taşınmakla, ikamet yerlerini şehirlere nakletmekle şehirli olacaklarını sandılar. Sonuçta şehirlerde oturan köylü/bâdiyelilerin sayısı çoğaldı. Şehirde oturmayı, yalnızca iş bulma ve şehrin bir kısım imkanlarından faydalanma olarak gören bu anlayış sahipleri, medenileşme yolunda çok da önemli adımlar atamadılar. Gelinen noktada köylerde yaşadıkları halde, şehirdeki pek çok insandan daha kültürlü, daha medenî/şehirli insanlara rastlamamız da mümkündür.
Çarpık yapılaşmanın sonucu şehirler, gökdelenlerle işgal edilmiş vaziyette bugün. Yüce Rabbimiz, Allah’ın arzı geniştir buyururken, yeryüzü mevcut nüfusunun beş katı insanı bağrına basabilecek genişlikte iken insanlar dikey yapılaşma ile devasa binalara istif edildiler. Bu yapılaşmanın sonucu, Müslüman bir topluma hizmet versin diye gökdelenlerin arasına büyük camiler inşa edilir oldu. Evet gökdelenler kadar olmasa da oldukça görkemli, yüksek kubbeli, çifte minareli camiler yapıldı. Şehirlerimiz, Türkiye’nin en büyük camisi bizim ilimizde olacak diye, birbirleriyle yarışır oldu. Ancak bu camilere gökdelenlerdeki insanımızın ne kadarı günlük gidebiliyor yahut bu büyük camiler, özellikle belli yaşın üzerinde çoğu hasta, düşkün insanımızın günlük gidip gelmesine uygun mu? Bunlar hiç düşünülmüyor! Pratikte bu büyük camiler Cuma ve bayram namazlarında dolup taşıyor bu doğru, ama vakit namazlarında oldukça yalnız ve gariptirler.
Camiye en yakın mesafe beşyüz metre mesafedeki bir gökdelende oturan dedemiz, emeklimiz, asansöre de binse bunca katı inecek, gökdelenin o güzelim ama cami yolu uzun parkından geçecek, büyük camimizin o geniş bahçesini adımlayacak, sonra büyük camimizin yüksek merdivenlerini tırmanacak ve cemaate katılacak. Bir de büyük ama vakit namazında bomboş olan caminin en ön tarafına yürümek var! Namaz sonrası bunca meşakkatli yolu tekrar kat etmek de işin cabası! Ve bu yorucu yolculuk günde beş defa tekrarlanacak. Hangi yaşlımız buna tahammül edebilir?! Diyeceksiniz spor olur ihtiyarlara, ancak bu sporu onlardan kaçı yapabiliyor? Tam da şairin dediği gibi bir manzara: Camiler serbest ama bütün yolları yasak/Onlara meydanlara hâkim bizse camilerde tutsak!
Eskiler, müminlerin cemaate katılmasının önündeki bütün engelleri kaldırmak için tedbir almışlar, camiye giderken atılan her adıma sevap yazılsa da özellikle ihtiyarlarımızın günlük namaza katılabilecekleri yakın mesafelerde, küçük ama giriş çıkışı kolay mescidlerle donatmışlar şehrin mahallelerini. Bir zamanlar bizim oturduğumuz eski Konya’nın merkez mahallerinden birinde, bir km çapındaki alana otuz mescid düştüğünü hayretle tespit etmiştik.
Girişte İslam, çözümsüzlük dini değildir, temel ilkelerinden taviz vermeden gelişmelere çözümler üretir demiştik. İşte tam bu noktada yeni tedbirlerin alınması gerekiyor. Madem ki büyük camilere, gökdelenlerden insanlarımızın katılması zor. O halde o büyük camiler, bugün pratikte olduğu gibi Cuma ve bayram namazları, diğer zamanlarda da diğer cami hizmetlerini sürdürsünler; gökdelenlerdeki müminler için, site içi küçük mescitler inşa edilsin ve site sakinlerinden en yetkili kişilerin imametinde orada beş vakit cemaatle kılınsın. Böylece emekliyim diye kenara çekilen, imamete layık birikim sahipleri kûşe i uzletlerinde cemaate hasret çekerek tükenip gitmesinler. Ancak bu site içi mescitler, sitenin en ücra, en karanlık, en havasız, en rutubetli yerlerinde olmasın. Bu konuda birbirleriyle bina yarışı yapan mühendis ve mimarlarımıza iş düşmektedir. Bir düşünelim derim!