Seçimler bitti, yorumlar başladı. İşi yorum satmak olanlar, tereklerine, tezgâhlarına yeni ve gerçeklikten uzak ürünler yerleştirmekle meşgul. Ak Parti açısından bugüne kadar zaferin sonuçlarını satanlar, bugün hezimetin sebeplerini satmaya çalışacaklar. Kınamıyorum, çünkü işleri bu. Herkesin bir ekmek kapısı var, onlar da bu kapıdan ekmek yiyorlar. Trollerin yorumlarının altına, bindirilmiş kıtalar şeklinde trol yorumcuların yorum yaptığı bir yalan sarmalında yuvarlanıp gidiyoruz. Sosyal medyada gerçeği haykıranlar yok mu? İllaki var. Var da duyurabilirlerse. İşin aslı siyasiler de bunu seviyor. Kitlelerin yalan da olsa kendi tespitleriyle uyumlu bir uyum içinde olduğuna inanmak onları mutlu ediyor. Kitle ile farklı yönlerde üstelik makas da açılarak giderken, o kitle ile aynı şeyleri düşündüğüne inanmak yalanı, nasıl bir yalandır bu yalanın inananına sormak gerek.
Gün, yorumlardan yorum beğen günü olduğu için bir seçim yorumuyla da biz eşlik edelim dedik. 31 Mart seçimlerinin neticesi sadece Ak Parti için değil, esasen Türkiye’nin siyasi yapısı için bir hezimet olmuştur. Ne kaybeden niye kaybettiğini ne kazanan niye kazandığını anlayabilir. Çünkü ortalık biraz da siyasetin işletim biçiminden kaynaklı toz duman. Şimdi CHP, yahu ben ne yaptım da bu başarıyı elde ettim dese hangi cevapla kalbini tatmin edebilir? Ya da Ak Parti, ben ne yaptım da kaybettim sorusunun cevabını bulabilecek kadar arı duru bir zemine mi sahip?
Düşünün, İstanbul için tüm uzmanlar şiddeti 9’a yakın deprem beklentisi var derken, Ak Pati adayı, gerçekleştirme ihtimali çok yüksek bir müktesebatla 5 yılda 650 bin konut dönüştüreceğim diye vaatte bulunuyor, ne konutu ne dönüştürmesi diyen aday, üstelik genel başkanın bile henüz netleşmediği bir partinin adayı olarak 10 puan fark atıyor. Bu tabloda bir tesadüftük yoksa çok başka şeyler var.
Bana sorarsanız her ikisi de doğru cevabı bulamayacak kadar şaşkın ve kuşatılmış. Çünkü hayatında siyasete yorum yetiştirmekten başka hiçbir marifeti olmayan kişilerce ve fakat bunu da kapalı gözler, sağır kulaklar, hissiz kalpler ve birlikte yaşadığı toplumla tek ilişkisi, çekkin kollu ceketler almak için lüks AVM’ler de karşılaşmak olan beyefendiler ve hanımefendiler üzerinden yapılan bir siyaset biçimi var. Neredeyse her siyasi partide, yorulanın çekilmediği, bilakis kaşarlandığı ve dün bazen oturup bazen kalktığı koltuğu, üzerinden geçen seneler hatırına bugün uzvu haline getirmiş insanlar var. Siyasetin alışkanlık yaptığı bu tipler, değişen dünyaya, tipi dışında hiçbir şeyini uyumlu hale getirmek çabasında değiller maalesef. Okuyan okumayı, yazan yazmayı, düşünen düşünmeyi, çalışan çalışmayı bırakıyor. Çünkü giren çıkmıyor, çıkartılamıyor.
31 Mart’ın Ak Parti açısından ciddi bir hezimet olduğu kesinken, CHP açısından bir başarı olmadığı da malum. Ak Partinin bu hezimetten kurtulması için neye ihtiyacı varsa, CHP’nin de bu başarıyı kalıcı hale getirmek için ona ihtiyacı var. Ak Parti bu siyaset anlayışı, kadro yapısı ve bilgi kaynaklarıyla bunu nasıl beceremezse, CHP’de aynı saiklerle ve üstüne bir de kuruluş kodlarının izin vermeyecek olması eklenince bunu beceremez.
Umutsuzluk kötüdür ve halkımız şu anda bunu yaşıyor. 31 Mart sonuçları ile ilgili herkes kendi zaviyesinden başarı ve hezimetine gerekçeler bulacak. Bulduğu gerekçelerin sahici olup olmayacağı bahsi diğer ama sahici olmayan gerekçelerin yeni hezimetlerin sebebi olacağı muhakkak.
Ak Partiyi şaşkına çeviren, CHP’yi de iç çekişmeler içindeyken girdiği bu seçimde gökten düşen üç elmanın da kucağına inmesini sağlayan 31 Mart seçimin bu tablosunun sebebi yazılıp çizilenler gibi;
Gazze konusundaki duyarsız tutum mu? Olabilir.
Sokaklarda, köpeklerce vahşice parçalanan çocuk bedenlerine gösterilen ilgisizlik mi? Olabilir.
Kutsanan kadınlar, örselenen erkekler, harcanan evlilikler ve şımartılan nesiller mi? Olabilir.
Anadolu’nun bile hiçbir yerinde ev kirasına dahi yetmeyen emekli maaşı mı? Olabilir.
Kapak attığı siyaseti, ilan ettiği krallık zanneden düşük profilli çok sayıda siyasetçi mi? Olabilir.
Sokakla teması, penceresinden dışarıya baktığı kadar olan teşkilatlar mı? Olabilir.
Halkın sorularına cevap vermeye tenezzül etmediği için halkla karşılaşmamak adına dar alanda kısa paslaşmalar yapmayı tercih eden belediye başkanları mı? Olabilir. V.s.
Ama en önemlisi, tüm bunların sebebi sayılabilecek, artık her konuda samimiyetin sıfırlanması mı? Olur.
İyi de kardeşim ne diyorsun denilirse;
Halk, sandık üzerinden mesajını verdi. Zaten dahasına da gücü yetmez. Bunu çözecek olan siyasetin kaptan köşkünde oturan lideridir. Tüm siyasilerin sırtını açıp nasır kalınlığına bakmak gerekir. Artık yüzlerinden anlama imkânımızın kalmadığı aşikâr.
Sokaklar, okuyan, düşünen ve iradesine sahip çıkan pırıl pırıl gençlerle dolu. Dolu dolu olmasına da öndekine çekil demek için sırtına dokunuyorsun, sırt, sırt olmaktan çıkmış, hissizleşmiş. İkincisi, belediyeler dâhil tüm paralel devlet organizasyonlarını olması gereken çizgiye çekmek gerekir. İlgili ilgisiz her konuda onlarca daire başkanlığı var. Sanırsınız ki beldenin değil, ülkenin yönetim şeması. Bu şema, bir süre sonra gerçekten yapması gereken işine, kaynak ve zaman bırakmayan bir yapıya dönüşüyor. Üçüncüsü ve en önemlisi, yönetime kim gelirse gelsin, o kapıya da kim giderse gitsin herkesin mutlu ayrılacağı bir kamu sistemi kurmak.