Bir aylık Oruçla Anadolu insanı ciddi bir sabır sınavından daha geçiyor. Oruç tutan herkes, kendisi değişmeden, hiçbir şeyi değiştiremeyeceğinin bilincine vardı mı bilinmiyor ama artık bütün Türkiye değişme olmadan gelişme olamayacağını görüyor. Gözümüzün önünde küreselleşen dünyada acaba ne kadar kendimiz olabiliyoruz? Ya da ne kadar kendimiz olmaya gayret ediyoruz? Yerel değerlerimizin yaşaması için özel bir çabamız olabiliyor mu? İşte işin tam da bu noktasında her yıl daha da çılgınlaşarak artan, ama yine de her yıl bir önceki yılın deforme olmuş kötü kopyasına dönüşen mekanik bayramlar yaşıyoruz. Eğlenceleri bile emir komuta zinciri ile algılar hale getirilmişiz. Eğlenmek isteyenlerin iradeleri dışındaki bir takım eğlence otoritesi televoleciler, hazırladıkları sözüm ona eğlenceleri dayatıyorlar insanlara eğlence diye. Eğlenilecek, o halde eğlen...Tüm değerleri metalaştırmayı başaran modern tüketim çılgınlığından nasiplenen dinî bayramlarımızı, artık İslam âleminin başka bölgelerinde yaşayan insanlarımızdan çoğumuz garip ve bihaber geçiriyor. Diğer insanlarla rabıta kurmayı unutan müslümanlar, artık kendi nefisleriyle de iletişim sağlayamıyor. Nefis muhasebesi olması gereken mübarek bayram gecelerini, artık modern çağa uygun kutlamaktan hiç de gocunmuyorlar. Müslüman evlerde bile doğum günü pastaları kesilirken, bayramlar üç beş akraba ziyaretiyle geçiştiriliyor. Bayrama özgü bir programın hazırlığı hiçbir zaman yapılamıyor. Sadece ülkemizde değil bütün İslam Dünyası'nda gelen bayram giden bayramdan farklı değilse, maddi olduğu kadar manevi yoksulluğun da önünü almak mümkün olmayacaktır.Bayramlar gibi, yılların, ayların, haftaların ve günlerin birbirinden daha iyi hale getirilmesi zorunludur. Çünkü bir ülkenin fiziksel olduğu kadar kültürel zenginliğini de iki günü birbirinden farklı kişi ve kurumlar büyütür. Fiziksel zenginlik olmadan kültürel zenginlik, kültürel zenginlik olmadan fiziksel zenginlik olmaz.Sokaklarda, kaldırımlarda, bulvarlarda şaşkın, saralı, idrak yoksunu solucanlar gibi dolaşıyoruz. Ne arıyoruz, kendimiz bile bilmiyoruz. Dünyayı tanıma, anlamlandırma isteğinin, yalnızca bir istek olmadığını tanıtlayan bir şey mi? Bugünlerde hepimiz geçen 27 ramazan gününün muhasebesini istemeyerek de olsa yapıyor olmalı. Ramazan geldi gidiyor, peki bizde iç dünyamızda değişen ne! Bir hiç ise yine kaybeden biz olduk demektir. Ramazanın sona ermesiyle birlikte bir anda etraf bayram şekerleriyle dolmaya başlayacak! Her kanalda bayram eğlenceleri boy gösterecek. Böyle mi kutlayacağız bayramı, Allah aşkına!... Manevi bir doyumun zirvesi ise kutlanan; kesinlikle bu, eğlence programlarıyla olacak iş değil. Ramazan ayı ve Ramazan Bayramını algılama biçimi bizce Türkiyede birçok tezatı içinde barındırıyor. Bir de şu genç ve az okuyan sabah programı spikerleri yok mu; Mübarek şeker bayramınız kutlu olsun... diyecek olmalarına ne demeli.. Biz de şaşırdık, mübarek olan şeker mi yoksa Ramazan mı diye!..Oysa gündelik hayattan ekranlara yansıyan bayramları gerçekten bayram kılmak bizim elimizde. Yahya Kemalin dediği gibi, Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı!.. Öyle tahmin ediyorum ki herkesin gönlü biraz daha ışıklı, biraz daha Allah'a yakın ve mutmain olmak ister. Tutulmuş oruçlar, kılınmış teravihler, imkân dahilinde verilmiş fitre ve zekâtlar, yapılmış sadakalar!.. Hemen her şey kademe kademe bizi bayrama hazırlayan vecibeler değil midir? Öyleyse Allahın biz oruçlu kullarına verdiği bayram hediyesini, aldığı mükafatla sevinen çocuklar gibi kabul etmek neden işimize gelmesin ki! Bu bayram diğer bayramlardan farklı olsun. Çocuklarınızın gözlerine birkaç saniye daha fazla bakın Onlara ayırmadığınız zamanlar için pişmanlık duyun. Harçlıklarına bayram münasebetiyle küçük zamlar yapın. Bayram sabahı küçüklerin sıraya girip el öptükleri günler daha dün gibi aklınızda değil mi? Bu özlem, aslında her birimizin içinde çocuksu duygular taşıdığını gösteriyor. Öyleyse benim bayram harçlığımı kim verecek şimdi? Bütün okuyucularımın bayramını farklı bayramlarda buluşmak dileğiyle kutluyorum...