Ak ellerini al kınaya batırdım,
Allah’a emanet ettim yârimi…
“Her köyün askerleri ayrı ayrı yerlerde gruplar halinde toplanmış, başlarında püsküllü fesleri etrafına sarılmış allı yeşilli uçları şakağının sağına doğru indirilmiş ipekli sarıkları, ayaklarında çarıklar bacaklarında analarını hanımlarının veya kız kardeşlerini yün eğirerek ördüğü çarık üstünden ta dizlere kadar dolanan yün dolakları, silah yerine ellerinde sağlam sopaları, dedelerden kalma sivri gümüş işlemeli kamalar, süngüler pala bıçaklar bellerindeki yün kuşağa sokulmuş parlayışlarıyla ellerinde birer def kaşıklarla oynadıkları gözümüzün önünden gitmezdi” derdi annem.
İsmail DETSELİ
Hani bir söz vardır, Anadolu halkının dilinde… İnsana rahatlık ve huzur batar, diye…
İşte bu söz bugünkü yaşamımıza ne kadar da uyuyor. 40 yıllık siyasi düşüncemle şunu iyi analiz etmişimdir. Ülkemiz ne zaman istikrar buldu ne zaman bu ülkede bir huzur ortamı oluştu, bu durum sanki birilerini çok rahatsız ediyor… Ülkedeki hortumcular, devleti soymaya çalışanlar, ülkeyi karıştırmak, kargaşa yaratmak ve ortamı germek için birkaç yerden birden düğmelere basıveriyorlar.
Bunda dış mihrakların etkisinin olduğu kadar içimizdeki terör odaklarının ve vatan hainlerinin de büyük rolü vardır. Bu ülkenin ekmeğini yiyenler bu ülkede beyler gibi yaşayanlar nedense başkalarına uşaklık yapma pahasına ortamı gerip bu kargaşadan çıkar sağlamaya çalışıyorlar. Osmanlının son dönemlerinde ta duraklama döneminden itibaren bir batı hayranlığıdır almış yürümüş… Batılılar gibi giyinmek, batılılar gibi konuşmak, fesin altına frak giymek, elinde bir bastonla gezmek, kısa bir sakal koymak gibi batı özentisini sarmış memleketi… Yıkılmaz denen bu tarih coğrafyası 600 yıllık Osmanlı, nasıl da yıkılıvermiş, padişah ve ailesi sürgünde dramatik bir şekilde yaşamaya mahkum edilmiş…
Şunu iyi bilip kafamıza iyi yerleştirmeliyiz ki, biz Osmanlı torunları tarihe ve geleneğe bağlı bir kültür içinde, dostluğumuza dayanarak birlik ve beraberlik içinde olmalıyız ki hiçbir harici güç bizi yıkamasın. Bu cennet vatanın kıymetini iyi bilelim. Üzerinde bin yılı aşkındır yaşadığımız ve bazılarının zaman zaman göz koyduğu Anadolu’dan başka daha güzel bir Anadolu yoktur.
Atalarımızın güzel bir sözü vardı ihanet edenler için… “Benim ekmeğimde erez var elimden yediler, ayağıma saldırdılar” diye… Şimdi bu ülke de aynı durumda… Ekmeği erezli galiba… (Erez besleyici olmayan başağı boş bir ekin cinsi bir tarlaya bulaştı mı tarlanın verimini yüzde seksen düşürür.) Hatta türkülere bile konudur erez. “Ekine erez derler, güzele beyaz derler, kime derdimi yazsam bu dert sana az derler” diye. Bu güzel coğrafya, herkese ekmek veriyor, paylaşılmayacak bir şey yok ki.
İşte bu yüzden diyorum ki: Allah bize, bu ülke insanına yetiştirmekte olduğumuz gençliğimize asla seferberlik yaşatmasın ama mecbur kalırsak bundan da yılmayacağımızı hainlerin ve düşmanlarımızın bilmesini isterim. Gelin yeni bir sevgi ve saygı seferberliği başlatalım. Birbirimize sıkı sıkı sarılalım şahsi menfaatlerimizi ülke menfaati üzerinde görmeyelim.
1956 yıllarında köyümüzde Dovalı Hacce dediğimiz bir Hatice ninemiz vardı. Bir gece annem ve kardeşlerimle oturmak için onlara gittiğimizde anlatmıştı:
Köyün bütün erkekleri Kurtuluş savaşına gittiler. Köydeki bütün işleri, biz kadınlar yapıyoruz… Ekin ekip harman kaldırıyoruz. Ayrıca orman köylüsü olduğumuz için dağdan da odun taşıyoruz. Bir gün yine birkaç kadın arkadaşımla birlikte dağdan odun toplamadan gelirken, defi hacet için yolun kenarına çıktım… Arkadaşlarım ilerliyordu, işimi bitirdim, kalktım bir erkek sesi duydum. Kısık bir sesle bana ismimle sesleniyordu. “Hacce, azığınızda artık ekmek var mı?” diyordu. Baktım bizim köylü bir asker kaçağı… “Kaç kişisiniz?” diye sordum. “5 kişiyiz” dedi. “Yazıklar olsun size nasıl Türk askerisiniz, siz bu kadar aciz misiniz, nasıl askerden katçınız da burada bizim gibi kadınlardan ekmek dileniyorsunuz, bir de utanmadan ben abdest bozarken bakıyorsunuz. Size yazık, utanın halinizden” dedim ama yine de istedikleri ekmekleri vereceğimi söyledim. Ekmeği verdikten sonra “Eğer bugün yarın köye inip orduya katılmaz iseniz sizi dünyaya rüsvay edeceğim. Verin o sırtınızdaki mavzerleri, biz gidip sizleri düşmandan koruyalım, sizi avrat yapılı herifler” dedim ve eve geldik.
O akşam onlar köye indiler ve tekrar askere gidip Afyon cephesinde orduya katıldılar. Adam o gece evine gelmiş ve eşine “Bugün Dovalı Hacce’si bize dağda öyle bir laflar söyledi ki erkekliğimizden ve insanlığımızdan utandık ve görevimizi hatırladık. Ondan Allah razı olsun” demiş. Sonra o adamın eşi olan nine de bize bunların aynısını anlattıydı.
Bu kadar sözün üzerine Kurtuluş savaşındaki seferberlikte yaşananları okuyup hayal dünyamızı zenginleştirelim.
Kurtuluş Savaşı’nda Seferberlik İlanı
Heyyy Gilissira ahalisi, beni iyi dinleyin
Size böyük bir habarım varrrr
Çiftçi övendiresiyleeeee
Çoban değneğiyleeeeee
Eli silah tutan herkesssss
Vatanın kurtuluşu içünnnn
Seferi birlik ilan edildiiiiiii
Yarın bütün civar köylülerle beraber
Başpınar’da toplanılacakkkkk
Cepheye sevk olunacaklar heyyyyyy
…
Yukarıdaki sözleri köyümüzden merhum Tat Apil(Abdullah) emmi adıyla bilinen bir amcamız, 1922 yılında köyümüzün yüksek yapılarından birinin damından avazı çıktığı kadar bağırarak köyümüz halkına böyle duyurmuştur. Allah rahmet eylesin, annem o yıllarda iki veya üç yaşlarında olduğunu söylemiş “Tellal dedikleri bu amcanın bağırdığı o acı ses hiç kulaklarımdan gitmedi” demişti. Hatta sonraki yıllarda bile “Apil emmi bir tellal çağırıp başka bir işi köye ilan etse o gün yaşadığım korkuyu aynen yaşardım” derdi.
Bütün yazılarımda annemden çok bahsederim belki dikkatinizi çekmiştir. Annem çok zeki ve okuyup yazması olmayan ama kültürlü bir kadınmış. Babamın hastalığından dolayı evimizin bütün iç ve dış işlerini annem yapardı. Öküzlerle çift sürer, dağdan odun kesip Konya’ya merkeple getirip satar, ev ihtiyacını görürmüş. Hatta yolda gelirken merkeplerin sırtındaki odunun kaç para edeceğinin hesabını yapan akıllı bir Osmanlı kadınıymış. Ben 5-6 yaşlarında var veya yoktum. Bütün mahallemizin hatta köyümüzün genç kızları annemden renkli iplerle örülen çorap ve kazak örme ya da nakış koyma dersleri almaya gelirlerdi. Hem öğretir hem de söylediği güzel manilerle onlara keyifli saatler yaşatırdı. Her akşam bize oturmaya gelirlerdi. Ben anneannemi hiç görmedim. Daha ben doğmadan vefat etmiş ama annemden onun çok akıllı ve cesur bir Osmanlı kadını olduğunu hayranlıkla dinlerdim. Babaannemle yedi yaşıma kadar birlikteydim. Ama o çok çileler çektiğinden midir biraz donuktu. Dedeme ikinci eş olarak yanında Gülperi adında beş yaşındaki kızıyla gelmiş. Dedem Yemen’de oğlunun birini şehit vermiş. Kalan çocukları ile hepsi de kıtlıkla yoklukla uzun mücadeleler vermişler. Yıllar onu çok yıpratmış, dedemi kaybetmiş, oğlunun birini askere giderken evlendiği eli kınalı eşine doyamadan askerlik dönüşünde ince hastalıktan (verem) kaybetmiş. Bundan dolayı bize pek bir şey anlatmazdı. Allah rahmet eylesin. 1952’de vefat etti.
1920’li yıllar çok zor yıllarmış. Birinci dünya harbinin uzun sürüp koca bir dünya hâkimi Osmanlı imparatorluğunun yıkılması, Anadolu insanı üzerinde derin izler bırakmış. Ülke bir kargaşanın içine girmiş, her taraf çete, soyguncu. İç ve dış düşmanlar her tarafı kuşatmış, ordular terhis edilmiş, vatanın çok yerleri düşmanlar tarafından işgal edilmiş. Bir avuç vatansever Kuvayi Milliyeciler çete savaşları ile düşmanı durdurmaya çalışıyor bir taraftan ülkede ikilik baş göstermiş kimi padişah yanlısı kimi bir eşkıyanın tuzağına düşmüş herkes bir tarafa çekiyor vatan elden gidiyor.
Konya’da Delibaşı ayaklanmasının başladığı günler… Konya ve köylerinde kalan vatan evlatları vatanı için bir şey yapamamanın ezikliği içinde kahrolmaktadır. İşte böyle bir dönemde sanıyorum annemin anlattıklarından ve yaşından bunları hesaplayabiliyorum. Sakarya savaşlarından sonra Yunanlılar savunmaya çekilmiş Türk ordusu ise seferberlik hazırlığı yapıyor. 1922’de artık Hükümet emri ve fermanı her tarafa yayılmış… Annem 1921 veya 1922 derdi pek hatırlayamıyorum. Konya köylerinde bahar zamanı olduğunu söylemişti.
Köyümüz Gilissira yeni ismiyle Gökyurt çok büyük bir köydü benim gençliğimde. 1950’lerde 450-500 hane birkaç bakkalı ve her türlü saracı, demircisi, semercisi, kalaycısı her türlü imkana sahip zamanın şehri hüviyetinde bir yerdi. Çalmanda (Ketenli)Yanekin (Yaylacık) Nuzumla (Mesudiye) Dikilitaş Botsa (Güneydere) Detse (Yeşildere) İlyazbaba tekke, Evliya tekke, Givrat (Kayadibi) Tulassa (Kayalı) gibi civar köyler seferberlik için bizim köyümüzde toplanmışlar ve oradan görkemli bir uğurlamayla davullar zurnalar ağıtlar türküler söyleyip defler çalarak vatana hizmet için ölümü göze alan yiğitlerin güle oynaya harbe gidişlerini anlatırdı zaman zaman…
At yok, araba yok… Yollar güvenli değil… Seydişehir üzerinden Afyon cephesine giderek orduya katılmışlar ve Konya’nın üzerinde Delibaşının bıraktığı o kötü havayı böylece vatana hizmet ederek ortadan kaldırmışlar… Bunların bir kısmı da terhisten sonra köye gelen ve tekrar Afyon cephesinde savaşa katılan 1310 doğumlu dedem Mevlit hoca, Zümbül mevlidinden de aynı sözleri dinlemiştim. “Köyümüze akın akın diğer köylerden gelerek Başpınar denen köy harmanlarının bulunduğu mevkide toplanan askerleri biz çoluk çocuk, kadın kız damlardan seyrediyorduk derdi” annem. Şöyle anlatırdı rahmetli: Her köyün askerleri ayrı ayrı yerlerde gruplar halinde toplanmış, başlarında püsküllü fesleri etrafına sarılmış allı yeşilli uçları şakağının sağına doğru indirilmiş ipekli sarıkları, ayaklarında çarıklar bacaklarında analarını hanımlarının veya kız kardeşlerini yün eğirerek ördüğü çarık üstünden ta dizlere kadar dolanan yün dolakları, silah yerine ellerinde sağlam sopaları, dedelerden kalma sivri gümüş işlemeli kamalar, süngüler pala bıçaklar belindeki yün kuşağa sokulmuş parlayışlarıyla ellerinde birer def kaşıklarla oynadıkları gözümüzün önünden gitmezdi.”
O üç veya beş yaşın verdiği korkuyla beynine kazıdığı savaş fermanının gençler üzerindeki neşeli halini güzel anacığım defin önünde oynayan bir Nuzumlalı kaytan bıyıkları yeni parlamış elleri kınalı üç günlük evli olduğu anlaşılan delikanlı hem elinde kaşıklarla oynuyor hem de köyünde üç gün önce evlenip evinde bıraktığı eşi allı gelin için şunları söylüyormuş.
Yanekin köyünden getirdim.
Üç gün yanında oturdum.
Ak ellerini al kınaya batırdım.
Allah’a emanet ettim yârimi
diyerek vatanını namusunu nasıl koruyacağını onlar için gerektiğinde ölüneceğini oynayarak göstermekteymiş. Bir başka köylü delikanlı yine hem oynuyor hem de,
Çocuklarımı sele altına kapattım.
Anamla babamdan helallik aldım
Ben bu vatan için canımı adadım,
Kalırsam gaziyim ölürsem şehit
diyormuş. onları seyreden bir Osmanlı anası onlara cesaret vermek ve teşvik etmek için şöyle seslenmiş askerlere:
Düşman yurdu basmış, güneş görülmez
Coşmuş Türk askeri, önünde durulmaz
Atalarım bu yurt için çok şehitler verdi
Cennet vatanın çakıl taşı düşmana verilmez.
diyerek içindekileri askerlerle paylaşmış. Bu konuşmaları heyecanla, dinleyen köyümüzden Topal Seyit, yolda zor yürümesine rağmen coşkuyu içinde yaşadığını belirtip orada bulunan anasına, içinden gelen şu dörtlükleri söyleyivermiş:
Ayağım topal diye seferden kalmak istemem
Anam ne olur bırak askere ben de gideyim
Kanım sele dönmüş şu damarlarımda
Bu vatan uğruna seve seve canım vereyim
Ninem orada oturan kadınlara “Kalbinizi ferah tutun bu vatanı kimse bizden alamaz bu yiğitleri biz yetiştirdik bugünler için” demiş. Kadınlar içleri ağlamasına rağmen ferahlamışlar ninemin sözüyle. Zaten ayağı topal gözü kör 3-5 erkek kalmışmış koca köyde. “Bir cenazemiz vuku bulduğunda ölüyü bütün kadınlar götürür defnederdik” derdi annem.
Bir başka köyden gelerek çalıp oynayan askerleri dinlemeye devam etmişler. Onlar da sevinçlerini şöyle belirtiyorlarmış:
İş düşmüş her nefere
Gidiyoruz bak sefere
Allah’ım sen yardım et
Vatanı koruyan askerlere
Bir ses duyduk minarede
İşte bu Seferberlik ilanı
Çiftçileri övendiresiyle
Çobanda gelsin Değneğiyle
Toplandık Gilissira’da
İşte azıklar torbamızda
Biz bu günler için doğduk,
Bin can kurban bu vatana
Emretmiştir başkomutan
Bizi bekliyor zorda vatan
Askeriz hem ben hem de babam
Öküzlerle çift sürecek anam
Konya köylerinden yola çıkılmış
Cepheye çevrilmiş yönümüz bizim
Vatanın bağrına düşman çizmesi basmış
Namus uğruna fedadır canımız bizim
Angara’nın taşına bak
Gözlerimin yaşına bak
Biz yonanı esir aldık
Şu feleğin işine bak
Angara’da tren yolu
Almış düşman sağı solu
Esareti kabul etmez
kırar zinciri asil Türk oğlu