Gündemin hızlı değişmesi, çoğunu yorgun düşürmektedir. Birini daha anlayıp kavramadan diğerine sıçramak, ancak günlük ne yazacağını düşünen cılız eksenliler için yararlı olabilir.. Ama toplumun ruh sağlığı açısından o hızlı gündem değişikliği, kayıtsızlığı, kendi kaderini bir avuç muhterisin ellerine bırakma hissizliğini de davet etmektedir. Takipten bîtap düştüğü için “aman ne olursa olsun”, lâkaydı beyinleri köreltmeye başlayacaktır.
Sözü dolandırdık.
Türkiye, son on yılını neleri konuşup-tartışarak heba etti, diye sormak aslında konuya bodoslama girmeyi sağlayacaktı.. En iyisi o soruyu sormakta.. Türkiye’nin son on yılı veya geriye doğru gidilirse on yıllarında neleri tartıştığını taramak her halde yeterince uyarıcı olacaktır.
Gündemi siyasi çekişmelerin doldurduğunu belirtmek kehanet olmayacaktır. Siyaset, “toplumu mutlu etme sanatı” olduğuna göre, neyin çekişmeleri gündemi istila etmektedir?.. Asla milleti mutlu etmeyecek konular.. Toplumu mutlu etme sanatı, tanımı elbette bir yüksek düşünürün, olması gerekeni gözlere batırmak için ortaya attığı tanımdır. Fârâbî, zamanımızdan bin yıl önce, toplumun önüne düşmek isteyenlere, ne yapmaları gerektiğini, öylesine yüce bir anlam-hedef yükleyerek öğretmek istemişti..
Son on yıllarda Türkiye’nin siyasi atmosferi bu açıdan toplumu mutlu edecek hangi konuları tartıştı?
Üzüntüyü artıracak bir soru bu elbette. Ama sorulması gerek.
Bugünden geriye gidilebilir. Tabi, insanımızın mutluluğunu artırmak için şunlar yapılmalı, türü tartışmaların gündemi doldurmadığını hayıflanarak belirtebiliriz. İlim-irfanı şöyle geliştirmeliyiz, tartışmalarının öne çıkmadığı gibi.. Sosyal sermayeyi nasıl daha iyi değerlendirebiliriz, sosyal refah nasıl artırılabilir, ticareti nasıl geliştirebiliriz, istikrarlı bir ekonomiyi nasıl yükseltebiliriz, toplum huzurunu nasıl bozulmaz hale getirebiliriz, gibi saçma sorularla uğraşmaya gerek yok..
Dünya tarihinde belki eşine zor rastlanacak bir gündemimiz var. Yüz yıl önce neyi tartışmışsak yüz yıl sonra aynı konular gündemimizi işgal ediyor. Diyelim ki, milletin son iki on yılında en çok kızların kıyafetini tartışıp durduk. 1908 ve sonrasında gündemin ana maddelerinden birisi yine kadın kıyafeti idi. “Uhuvvet, adalet, müsavat”a rağmen ötekilerin sistem dışı hale getirilip dışlanmalarını sağlayabilmek için en çok kullanılan suçlama kavramı “irtica, mürteci” vb. idi. O eksenden milim sapmadık. Partiler arası ilişkiler ve parti kapatmalar da yeni değil.. O kadar ki, son tartışma bir yenisini hortlattı: nasıl parti kapatabiliriz? Parti mezarlığına yenilerini nasıl atabiliriz?
Soygun, vurgun, ahlâkî çürüme, çeteler önemli değil.. Susurluk, karanlığa mum yakma ile tabanı zindeleştirmeye gayret harcayan tartışmalar aydınlığı artırmadı.. Karanlığa sövgü, sosyal ilişkileri belirlemeye dönüşerek kızgınlık barutunu çoğaltmaya yaradı.
Sahi, Türkiye’nin şu gündemlerini kim belirliyor? Bir büyük milleti, olduğu yerde saydırma değil, geriletmenin bu harika aletlerini kimler icat ediyor? Üstelik bunca uzun süredir beceride teklemeden devam etmek cidden takdir ötesi başarı.. Türkiye düşmanlarının madalyalarının en üstlerini, nişanlarının en yükseklerini hakkıyla kazandıracak bir başarı..
Ya süfliliğe kapı aralayan gündemin malzemesi olmaya ne demeli?
Gündem sağırlığı mı geliştirilmeli bunun için?
Milletin üstünde döndürülen tertiplere kayıtsız kalmak her babayiğidin harcı değil. Ama çarkın içine çekilmek, yiğitlerin enerjisinin boşa götürülmesi olmakta..
En iyisi, kendi gündemimizi belirlemekte..
Nasıl, ne ile, ne zaman.. Sormaya bile gerek var mı?
Gündem oluşturmanın aletleri belli..
Yaygın araçlara sahip olmayanlar için de araçlar var: El, dil, tavır-hal..
Bunlar için başkalarına el açmaya ne hacet.. Yüreklere, yüzlere bakmak yeterli..