Günümüzde fetret ehli

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Günümüzde fetret ehli

 Fetret, sözlükte “bir şeyin şiddetini kaybedip gevşemesi ve zayıflaması” anlamındaki futûr mastarından isim olup, “zaaf, gevşeme, gücünü ve tesirini kaybetme” manasına gelir. Fetreti dar anlamda; bir peygamberin vefatı ile diğerinin zuhuru arasında geçen zaman dilimi manasına gelirken, geniş anlamda ise, hangi çağda yaşarlarsa yaşasınlar, birey ve toplumların sağlıklı ve doğru İslam anlayışlarından uzak yaşadıkları dönem olarak tanımlanabilir. Burada bir tahsis ve belli bir zaman kesiti söz konusu değildir. Şu âyette fetret sözcüğünün hem sözlük ve hem de ıstılah anlamı vurgulanmaktadır: “Ey Ehl-i Kitap! Peygamberlerin arası kesildiği/bilinmez bir hale geldiği bir fetret zamanında, bakınız size resulümüz geldi; tatlı ve acı hakikatleri size beyan ediyor. Bize, ne, beşaretle sevindirecek bir müjdeci, ne ihtar ile gocunduracak bir uyarıcı gelmedi! demeyesiniz. İşte size hem müjdeleyici, hem uyarıcı bir peygamber geldi. Allah her şeye kadirdir. (5/Mâide 19). Bu ayette geçen “fetreten mine’r-rusül” tabiri; ilahi vahyin kesildiği ya da tesirinin olabildiğince zayıfladığı dönem manasınadır. Bu zaman diliminin ucu açık olup, geçmişi de geleceği de birlikte kuşatır.

İslam inancında fetret konusu, bir peygamberin ortaya koyduğu tahrife uğramamış bir davetle karşılaşma imkânından mahrum kalan insanların, ahiretteki dini sorumluluğu açısından ele alınmıştır. Onun için İslam’ı doğru anlayan ve doğru bir şekilde temsil eden insanlara büyük ihtiyaç vardır. Bugün İslam dininin var olduğu bilgisi, bütün bir dünyaya ulaşmıştır, diyemeyiz. Şayet ulaşmışsa bile, topluluklar bunun ihtiva ettiği mesajın doğru bilgisine vakıf olamamış ya da yanlış bir algıya sahip olmuş olabilirler. Bundan dolayı, kelam alimleri, İslam daveti kendisine ulaşmadığı için böyle bir dinin varlığından haberdar olmayan kimselerin bütün dönemlerde olabileceğinden hareketle fetretin her dönemde yaşanabileceğine dikkatlerimizi çekerler.

Acaba fetret ehlinin ahretteki durumu ne olacaktır?

İmam-ı Azam Ebu Hanife ve İmam-ı Mâtüridî’ye göre, İslam davetinin kendilerine ulaşmadığı kimseler, sadece akıllarıyla Allah’ı bilip bilmemekten ahrette hesaba çekileceklerdir. Bu konuda Mâtürîdîler şu âyetleri delil olarak getirirler: “Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var?” (14/İbrahim 10). “Onlara; gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka “Allah” derler.” (31/Lokman 25). Mâtürîdîler: “Biz bir peygamber göndermedikçe azap edici değiliz” (17/İsrâ 15) âyetinde geçen, “resûl” kelimesini “akıl” olarak yorumlamışlardır. Eş’arîler ise, fetret döneminde yaşayan insanların dini yönden sorumlu tutulmalarını aklı kullanmaya değil, doğrudan peygamber davetinden haberdar olmaya bağlamışlardır. Onların bu konudaki delili: “Biz resûl göndermedikçe hiç kimseye azap etmeyiz.” (17/İsrâ 15) ayetidir. Bu âyete göre insanlar, peygamber gönderilmeden önce azaptan korunmuşlardır. Hz. Peygamberin ebeveyni de bu kurala dâhildir. Dolayısıyla, Allah’ı bilmek aklî değil, naklidir. Bu konuda aklın görevi, nakli anlama ve yorumlamada bir vasıtadır. Şeriattan ve dinden haberi olmayan insan, ahrette hiçbir şeyden mes’ul değildir. Fetret ehlinin hükmü de böyledir.

Görüldüğü gibi, fetret, mesajın tesirinin zayıflaması ya da İslam korkusu gibi değişik nedenlerden dolayı doğru bir şekilde ulaşamamasıdır. O halde günümüz davetçilerine çok iş düşmektedir. İnternet kanalıyla bütün bir dünyaya saniyeler içinde bilgi ulaştırmak mümkündür. Bu kanalı ve diğer yolları kullanmak suretiyle her dilde İslam’ı doğru bir şekilde anlatacak din âlimlerine ihtiyaç vardır

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.