Güven duygusu ve anlama çabası
Bugünlerde her nedense bu soruyu sık sık duyar oldum.
Memleket nereye gidiyor?
İnsanlar medyadaki tartışmalardan böyle bir vehim içine girmiş durumdalar.
Televizyonları açıyorlar, “şeytan üçgeni” başlığıyla Irak, İran ve Suriye’nin Türkiye’ye diş bilediğini söyleyen strateji uzmanlarıyla karşılaşıyorlar.
Gazeteleri açıyorlar, Fransa’nın soykırım yasa tasarısını kabul etmesi durumunda hangi tedbirlerin alınması gerektiği, İsrail’in Rumlarla yaptığı işbirliklerinin bizi Akdeniz’e hapsedeceği gerçeği yazılıyor çiziliyor.
Avrupa Birliği’nin çöktüğü, dünya ekonomisinin dibe gittiği ve Türkiye’nin de bu durumdan yavaş yavaş etkilenmeye başlayacağı haberleri ise ekonomi sayfalarının manşetlerine taşınmaya başladı.
Şike soruşturması nedeniyle kulüplerin birbirlerine yönelik husumete varan açıklamaları taraftarlar arasında da başta sosyal medyada olmak üzere futbol sahalarına kadar uzanabilecek tatsız olaylara gebe bir hal almış durumda.
Bu felaket senaryoları halkın üzerinde de önemli bir etki yapmışa benziyor.
Ne olacak bu memleketin hali diyenlerin sayısı git gide artıyor.
İnsanlar 2012’nin hemen başında böyle bir psikolojiyle hareket etmeye başlamışlarsa 2012’nin sonuna kadar inşallah daha kötü şeylerle karşılaşmayız.
Türkiye büyük bir ülke, dinamik bir ülke…
Tarihiyle, insanıyla, misyonuyla dünya haritasında önemli bir yere sahip.
Gerek uluslararası arenada karşılaştığı, gerek ülke içinde karşılaştığı problemleri oturup sakin kafayla değerlendirdiğinde çözebilecek enerjiye ve ferasete de sahip.
Yeter ki, aceleye getirmeden, önünü arkasını görerek ve elini başını koyarak yaşananları değerlendirmesin.
Geçen yıldan bu yana Kuzey Afrika’da, Ortadoğu’da yaşanan gelişmelere sakin kafayla ve kendini geriye çekerek şöyle bir bakmalı.
Kimler hangi pozisyonu almış, Türkiye bu süreçte nerede, neler yapıyor?
Çünkü hiçbir şey geçen yıl ocak ayında göründüğü gibi görünmüyor.
İttifaklar, stratejiler değişmiş durumda.
Ermeni soykırımı Tasarısı yüzünden oluşan Fransa Türkiye gerginliğine ilişkin olarak Cezayir Başbakanın sarfettiği Fransa’yı destekleyen sözleri bizim dış politikamızı yeniden düşünmemize de bir vesile olmalı.
Görünen o ki, Türkiye’nin oturup, komşularıyla, uluslar arası kuruluşlarla hangi konularda ihtilaf halindeyim, hangi konularda taviz vermiş görünüyorum, bütün bunlarda bir handikap yaşadım mı, yaşadımsa telafisi nasıl olmalıdır şeklinde yeni bir strateji belirlemesi gerekiyor. Yine ülke içinde son günlerde oluşan gerek siyasette, gerek ekonomide yaşanan tıkanıklığı açacak yeni bir yola girilmesi hem iktidarın hem de milletin yeniden bir nefes almasını sağlayacaktır.
Toplumu temsil eden farklı kesimlerin pek çok sıkıntıları var ve bu sıkıntıların kısır siyasi çekişmelerle çözülmesi ise imkansız görünüyor.
Yeni anayasa söylemiyle çıkılan seçim sonrasında da görüldü ki, yeni anayasanın da yaraya merhem olabilmesi pek mümkün değil.
Çünkü asıl önemli olan şey, gerek siyasilerin, gerekse toplumsal kesimlerin birbirlerine güven duymaları ve birbirlerini anlamaya çalışmalarıdır.
Gerisi gelir…