Güven Toplumunu Yeniden İnşa Etmek

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Arapça'da iman kelimesi, "her türlü korkunun gitmesi ve nefsin huzur bulması" anlamına gelen emn kökünden türemiştir.  Bilindiği gibi, Yüce Allah'ın en güzel isimlerinden birisi de "el-Mü'min" (Haşr 59/23) olup; "tasdîk eden, emin kılan ve güven veren" anlamına gelir. Hiç kuşkusuz kullarından her türlü şüphe ve tereddütleri kaldıran, isteyenlere iman ve korku içinde olanlara emniyet veren ancak Yüce Allah'tır. O'na inanan ve O'na güvenen kimseler yegâne güven kaynağına tutunmuş olurlar. Nitekim sonradan Müslüman olanlara, "niçin Müslüman oldunuz?" diye sorulduğu zaman, ekseriyeti, "kendimi güvende hissetmek için Müslüman oldum" cevabını vermişlerdir.

İnancımızda Yüce Allah'tan gelen ilâhî öğretiyi diliyle ikrar eden ve kalbiyle tasdik eden kimseye ‘mü'min' denilir. Mü'minlik sıfatıyla özdeş olan kimse, kendisini varoluşsal anlamda güvende hissettiği gibi, aynı şekilde çevresindeki canlı-cansız tüm varlıklara da güven telkin eder.    Nitekim Hz. Peygamber (a.s)  mü’mini; “malları ve canları konusunda kendisine güvendiği kişi” ( Tirmizî İman 13; Nesai İman 8),  olarak tanımlamıştır.

 Bir başka rivayette de güvenilirlik vasfını, imanın gereği olarak bildirmiş ve güvenilirlik vasfı olmayanın imanının da olamayacağına dikkat çekmiştir. (Bkz. Ahmed b. Hanbel 3/154).

  Öncelikle içimizde "güven"i tam olarak sağlarsak, dış dünyada da bir "güven" atmosferi oluşturabiliriz. Müslümanların yaşadığı şehirler "güvenilir belde", coğrafyalar da bir "güven adası" hâline dönüşebilir.

 Tarihte İslâm'ın yaşandığı Müslüman toplumlarda, bu varoluşsal güvenlik sayesinde bütün coğrafyalara güven ve emniyet gelmiştir. Yemen'in başkenti San'a'dan tek başına yolculuğa çıkan bir kadın ya da süvari emniyet içerisinde Hadramevt'e kadar gelebilmiştir. Bunun sebebi, asıl güven kaynağı olan Allah'a inanmak ve bu inancı hayatın bütün alanlarına yansıtmaktır. Bugün buna ihtiyacımız vardır.

  Acaba bugün neden halkı Müslüman olan coğrafyalar “güvenilir belde” olmaktan çıkmıştır?

Bugün yaşadığımız çağda yaklaşık bir buçuk milyarı geçmiş koskoca bir İslam âleminin her tarafından iniltiler geliyor.  Bütün köşelerinde; gözyaşı, ölüm, vahşet kol geziyor. Çocuklar yetim, kadınlar dul ve sahipsiz kalıyor.

 Neden acaba binlerce Müslüman,  doğup-büyüdüğü, ekmeğini yediği, suyunu içtiği ve havasını teneffüs ettiği ülkelerinden kaçarak mülteci konumuna düşürülmüştür?

 Tekrar bu coğrafyalarda güven ve istikrar nasıl sağlanacak, güveni bozan engeller nasıl bertaraf edilecektir?

Çare, "güvenilir" oluşun alt yapısını oluşturan; bireysel özgürlük, her alanda adalet, hakkaniyet, doğruluk, kardeşlik, ötekine saygı ve emanetleri ehline vermek gibi ahlakî değerlere toplumsal hayatın bütün katmanlarında hayatiyet kazandırmaktır.  Çünkü bu değerlerin ortadan kalktığı toplumsal vasat, her türlü kötülüğün yeşerdiği bir ortam haline gelebilir. Bundan da en çok sosyal barış ve toplumsal güven zarar görür.

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.