Başbakan Tayyip Erdoğan’ın; CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın, “kamera önünde görüşelim” teklifini “reddetmek”te ne kadar haklı olduğunu gördünüz mü?..
Bana öyle geliyor ki; sayın Başbakan, “kameralı görüşme”yi reddetmekle, “CHP’nin rezil olması”nı engelledi... Eğer o görüşme yapılsaydı, herhalde “CHP rezilliği” belgelenecek ve gelecek kuşaklara miras kalacaktı... Başbakan, “ileri görüşlü” olmalı ki, CHP’nin “rezil” olmasına fırsat vermedi!.. Ya, fırsat verseydi?!?.. Herhalde “kameraların kaydettiği” görüntüler, önceki günkü görüntülerden pek farklı olmazdı!.. Kameralarda; belki “CHP’liler”in değil ama “CHP Genel Başkanı”nın provokasyonları bulunurdu!.. Şunu demek istiyorum:
O görüşme iyi ki kameralar önünde olmamış!..
Olsaydı, Baykal, 70 milyona fena halde rezil olurdu!.. Önceki gün rezil oldukları gibi!..
MATEM GÜNÜNDE GÜLÜNÜR MÜ?
Önceki gün Meclis’te yapılan “açılım görüşmeleri”nde CHP’lilerin neler yaptıklarını herhalde televizyonlardan seyretmişsinizdir!.. Seyretmiş ve; “Bu ne perhiz, bu ne turşu” demişsinizdir!..
Öyle ya; bir yandan “matem gününde açılım görüşmesi olmaz” diyorlardı, bir yandan da “çocuklar gibi şendik” formatında gülüyorlardı!..
Evet, hem “matem”deydiler, hem de “23 Nisan çocukları” gibi “şen-şakrak”tılar!..
Güya, hem “üzgün”düler, hem de sigaradan sararmış dişlerini göstere göstere gülüyorlardı!..
Ne yalan söyleyeyim;
CHP’lileri böyle “şen-şakrak” görünce, önceki günün “10 Kasım” değil de, “23 Nisan” olduğunu zannettim!.. Malûm, her 23 Nisan’da çocuklar; ellerine “bayrak” alıp sallarlar, “çocuklar gibi şen” olup, mutluluktan uçarlar!..
CHP’li vekiller de, aynen öyleydi!..
Ellerinde “bayrak” değil ama, “pankart”lar vardı ve “kamera”lara doğru sallıyorlardı!..
Yüzlerinde ne “matem havası” vardı, ne de “üzgün” bir ifade!..
Gülüyorlardı!..
Sanki “10 Kasım” değildi de, kendilerine armağan edilen “23 Nisan’ı” kutluyorlardı!..
MECLİS’TE EYLEM, DÜNYADA DA YASAK!
Olayın “yasal yönü”yle hiç ilgilenmiyorum... Baykal’ın deyimiyle, bu tür “görsel” tepkiler “Meclis içtüzüğü”ne uygun mudur, değil midir, işin orasıyla ilgilenmiyorum... Bildiğim, bu tür “görsel tepki”lerin, bütün dünya meclislerinde “yasak” olduğu...
İsterseniz, birkaç örnek verelim:
TBMM Araştırma Merkezi Müdürlüğü tarafından “Belli Başlı Ülke Parlamentolarında Genel Kurul Salonuna Getirilmesi Yasak Cisimlere İlişkin Düzenlemeler” konulu çalışmaya göre; Finlandiya’da, 1993 yılında Vesa Laukkanen adlı milletvekili, Avrupa Ekonomik Bölgesi Antlaşması’nın görüşmelerinde, bu antlaşmanın tekstil sektörünü zarara uğratacağı gerekçesiyle içi çamaşır dolu bir poşet getirdi, ancak Başkan duruma müdahale edip eyleme engel oldu.
Portekiz’de 9 Mayıs 1985’te ABD eski başkanlarından Ronald Reagan’ın ziyareti sırasında bir milletvekili barış sembolü olarak bir “güvercin havalandırma girişimi”nde bulunmuş, ancak Başkanın talimatıyla bu girişim engellenmişti.
Irak’ta savaşın başladığı dönemde Sol Cephe’den üç üye, üzerinde “Nao em nosso nome-Bizim adımıza değil” yazılı tişörtlerle Genel Kurul Salonuna gelmiş ve Başkan duruma müdahale ederek söz konusu milletvekillerini Genel Kurul salonundan çıkartmıştı.
Almanya’nın geçen yılki bütçesi görüşülürken meydana gelen olayda, İttifak 90/Yeşiller grubu milletvekilinin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın bütçesinin yetersizliğini vurgulamak açısından “eski bir şemsiye”yi açması, Başkan tarafından ihtar verilmesine yol açmıştı.
İngiltere Halk Kamarası İçtüzüğünde de Genel Kurul salonuna belirli maddelerin, özellikle silah olarak kullanılabileceklerin getirilmesi yasak.
Kanada Temsilciler Meclisi İçtüzüğüne göre, konuşulan sorunlar üzerinde sessiz yorum yapma imkanı veren herhangi bir aksesuarın kullanılması yasak.
Gördüğünüz gibi; bütün dünya parlamentolarında; görüşmeler esnasında “görsel malzeme” kullanmak yasak!..
Ama, CHP başka!..
Çünkü CHP, varlığını “yasak”lara borçlu!..
Nerede yasak var, CHP orada!..
DTP POSTER AÇTI, CHP PANKART!
Yalnız, benim anlayamadığım şu:
CHP’lilerin Meclis Genel Kurulu’nda “pankartlar” açıp “gövde gösterisi” yapmasıyla, teslim olan PKK’lıların Habur’da “gövde gösterisi” yapması arasında ne fark vardır acaba?..
Öyle ya;
PKK’lılar, “otobüs”ün üzerine çıkıp, “zafer işaretleri” yaparak, onları destekleyenler de “poster” açıp, “slogan” atarak, bir anlamda “örgüt propagandası” yaptılar!.. Ama bu görüntüler, hemen herkesi üzdü, hemen her kesimden tepki gördü...
Hatta;
Bu gövde gösterisi, “demokratik açılım sürecinin ertelenmesi”ne bile yol açtı!..
Çünkü, “PKK’lılar ve DTP’lilerin densizliği”ne, hatta densizliğin de ötesinde “provokasyon”una, açılımı destekleyenler bile karşı çıktı!..
Peki, “Habur’daki gösteriler” açılımı sabote edici bir “provokasyon”dur da, CHP’lilerin Meclis’te sergilediği “görsel” eylem “provokasyon” değil midir?..
DTP’liler “poster” açtı, CHP’liler “pankart!”
DTP’liler “zılgıt” çekti, CHP’liler “çığlık” attı!..
“Alkış” desen, DTP’lilerde de vardı, CHP’lilerde de!..
Söyleyin Allah aşkına;
Habur’da DTP’lilerin, Meclis’te de CHP’lilerin yaptıkları, nihayetinde bir “gövde gösterisi” değil midir!..
Peki, PKK’lıların yaptığını “teröristlik”le suçluyoruz da, CHP’lilerin yaptığına, niye “militanlık” demiyoruz!..
İşin tuhaf tarafı;
CHP’lilerin ilk eylemi de değil bu!..
Hatırlarsınız, 12 Temmuz 1997 günü de, CHP İzmir Milletvekili Sabri Ergül bir pankart açmıştı!..
Sizin anlayacağınız; “militanca eylemler”e girişmek, bazı CHP’lilerin “gen”lerinde var!..
11 KASIM 1938’DE CHP’LİLER NE YAPTI?
“Gen” dedim de, aklıma geldi...
Malûm, “Demokratik açılım” görüşmelerinin 10 Kasım’da yapılacak olmasına “ilk tepki”yi, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal göstermiş ve şunları söylemişti:
“Kürt açılımı görüşmelerinin, Atatürk’ün ölüm günü olan 10 Kasım’a denk getirilmiş olması derin bir anlam taşıyor. ‘Atatürk artık aramızdan ayrıldı, şimdi biz bunları yapabiliriz’ denmek mi isteniyor? Görüşmelerin, Türk bayrağının yarıya indiği bir gün Meclis’e getirilmiş olmasının da çok özel bir anlamı vardır.”
Gerçi, herkes biliyor ki, Atatürk; “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyerek, “barış”la ilgili hedefini ortaya koymuş ve özellikle de “Kürt sorunu”nun çözümü konusunda çabalar sarfetmiştir ama, yine de Deniz Baykal’a sormak lâzım;
“Atatürk’ün ölüm yıldönümünde açılım görüşmesi yapılmasına karşı çıkıp, olayı oraya-buraya çekiştirmeye çalışan siz CHP’liler, acaba Atatürk ölüm döşeğinde iken nerelerdeydiniz?.. Bırakın, Atatürk’ün ölüm döşeğinde olduğu ve son nefeslerini verdiği günleri, hele söyleyin; Atatürk’ün öldüğü günün ertesinde, yani 11 Kasım’da, yani Atatürk’ün ölümünden sadece 1 gün sonra neredeydiniz ve ne yapıyordunuz?”
Ben söyleyeyim:
Atatürk’ün naaşı henüz Dolmabahçe Sarayı’nda iken, yani toprağa bile verilmemişken, siz CHP’liler Ankara’da idiniz ve “İsmet İnönü’yü Cumhurbaşkanı seçmeye” uğraşıyordunuz!..
Seçtiniz de!..
Atatürk’ün naaşı henüz toprağa bile verilmemişken, 11 Kasım 1938’de, siz İsmet İnönü’yü Cumhurbaşkanı seçtiniz!..
“Atatürk’ün cenazesi ortadayken, biz kalkmış; Cumhurbaşkanı seçiyoruz” demek, hiç aklınıza bile gelmemişti!..
Hemen söyleyeyim;
Bunu, “yadırgamak” için değil, bir “durum tesbiti” yapmak için aktardım... Ben de öyle düşünüyorum ki; “devletin geleceği” açısından Cumhurbaşkanı’nın bir an önce seçilmesi, o günün şartlarında önemliydi!..
Tıpkı, “açılım süreci”nin başarıya ulaşması için, “Meclis’teki görüşme”lerin de bir an önce yapılması gerektiği gibi!..
“10 Kasım’da açılım görüşmesi olmaz” deyip, bir bakıma “Meclis’in tatili”ni isteyen CHP’lilere şunu da hatırlatmak lâzım;
“Bu Meclis’in en büyük özelliği, Gazi Meclis olmasıdır!.. Çünkü bu Meclis, düşman askeri Ankara yakınlarına geldiği zaman bile kapılarını kapatmamış, çalışmalarına devam etmiştir!..”
Özetleyecek olursak;
“Darbe dönemleri” hariç, bu Meclis hep açık kalmış, “Atatürk’ün ölümünden 26 saat sonra bile” çalışmalarını sürdürmüştür!..
DİĞER 10 KASIM’LARDA CHP MECLİS’TEYDİ
Bunlar da gösteriyor ki;
CHP’lilerin “pankart”lar açıp, güya “Atatürk’e sahip çıkıyor görünmeleri”nde kesinlikle “samimiyet” yoktur!..
CHP’liler, bu tavırlarında “dürüst” değillerdir!..
Kaldı ki; “CHP’nin geçmişi” de, bu samimiyetsizliklerle doludur!.. Evet, CHP’liler 10 Kasım’larda “matem” tutmamış, “çalışmaya devam” etmişlerdir!..
Meselâ; 10 Kasım 2004’te, CHP’li milletvekilleri TBMM Başkanlığı’na tam 13 yazılı soru önergesi vermişler... Önerge verenlerin arasında Kemal Anadol da var... Konular ise turizmden emeklilere, toplumsal olaylardan kapkaça, ihracattan eğitime kadar uzanıyor.
10 Kasım 2005’te, aralarında Bayram Meral’in de bulunduğu CHP milletvekilleri, Meclis Başkanlığı’na tam 27 yazılı soru önergesi vermiş... Trafik kazalarından kuş gribine, Emekli Sandığı’ndan cezaevlerine kadar birçok konu var bu önergelerde...
10 Kasım 2006’da yine CHP milletvekilleri Meclis Başkanlığı’na 31 önerge vermişler, ülkeyi ilgilendiren birçok konuyu sormuşlar...
Hiç kimse “10 Kasım’da, Meclis’e soru önergesi verdiler” diye CHP’li vekilleri suçlamamış...
Dahası da var!..
Arkadaşımız Hakan Gündüz’ün yaptığı araştırmaya göre; CHP’liler, sadece “önerge” vermekle kalmamışlar, “Meclis çalışmaları”na katılıp, “kanun”ların çıkmasına da katkıda bulunmuşlar!..
Buyrun, birkaç örnek:
10 Kasım 2003’te Meclis Genel Kurulu 3 kanunu kabul etmiş. Bunlardan biri de seçimleri ve seçmen kütüklerini düzenleyen kanun.
10 Kasım 2004’te Meclis’te 2 kanun kabul edilmiş. Bunlardan biri de İzmir Dünya Üniversitelerarası Spor Oyunları Kanunu.
En son 10 Kasım 2005’te Genel Kurul’dan 3 kanun çıkmış. 3 kanundan biri de Türkiye İstatistik Kurumu Kanunu.
Tekrar hatırlatalım...
“Bu kanunlar çıkarken, CHP’liler Meclis’teydi”ler ve “pankart” filan da açmıyorlardı... Ve tabii; “Bugün 10 Kasım... Bugün çalışmayıp, Atatürk’ün hatırasına saygı gösterelim” diyen bir tek CHP’li de yoktu!..
Sadede gelecek olursak;
Herkes “samimi” olsun, “dürüst” olsun!..
Mevlana Hazretleri’nin dediği gibi, “Ya göründükleri gibi olsunlar, ya da oldukları gibi görünsünler!”
Çünkü, “istismar”lardan gına geldi!..
Bilmem, anlatabildim mi?!?..
İP’çilerin telefon dinlemesi!
“Yazmakta geciktim” diye hayıflanıyordum ama, dün gelen bir haber, olayı yeniden “güncel” hâle getirdi... Önce haberi vereyim: Efendim, İşçi Partililer, dün Ankara’da Ulusal Kanal ve Aydınlık dergisindeki arama sonrası yürütülen soruşturma kapsamında 2 kişinin tutuklanmasını protesto etmişler... Gruptakiler, bir süre hükümet aleyhine sloganlar atmışlar!.. Demişler ki; “Deniz Yıldırım ve Ufuk Akkaya’nın tutuklanması, hükümet aleyhindeki yayınlardan dolayıdır!”
Mı acaba?.. Çarpıtmanın bu kadarına da pes!.. Çünkü, bu iki kişi; evlerinde ve işyerlerinde yapılan aramalarda “telefon görüşmelerinin ses kayıtları” bulunduğu için tutuklandılar...
Düşünebiliyor musunuz;
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 1999-2004 yılları arasında yaptığı birçok telefon görüşmesini dinlemişler ve kaydetmişler!..
Sizin anlayacağınız, tutuklanmalarının sebebi bu!..
Yani, “hükümet muhalifliği” ile ilgisi yok!..
Bu vesileyle şunu da ifade edelim: “Telefon görüşmelerinin yasadışı dinlenmesi”nden dolayı tutuklandığını iddia eden İP’çiler, “kendilerinin dinlediği telefonlar”a ne der acaba?..
Hasan Karakaya-VAKİT