Hac ibadeti, adeta İslam’ın diğer ibadet türlerini içine alan bir boyuttadır. Örneğin; namaz, bedeni; zekat, mali; hac ise hem bedeni ve hem de mali bir ibadettir. O halde hac, neredeyse bütün ibadetlerin zübdesi gibidir. Nasıl ki, namaz insanı her türlü kötülükten alıkoyuyorsa, nasıl ki oruç, kötülüklere karşı bir kalkan görevi görüyorsa, aynı şekilde hac da her türlü negatif eğilimlere karşı bir kıyâm vazifesi görmekte ve bu konuda müslümanca duyarlılığın artmasına bir vesile olmaktadır. Her bir ibadetin sayılamayacak kadar ferdi ve içtimai yararları vardır.
İslam ıstılahında Hac, mekânı mahsusu, zamanı mahsusta fiili mahsus ile ziyaret etmek demektir.
İslam’ın temel şiârlarından birisi de hac ibadetidir. Şiâr, sembol, parola, alâmet gibi anlamlara gelir. Allah’ın sembollerinden birisi olan Hac, birçok hikmetlerle doludur. Önemli olan sembollerin ötesini kavramaktır. Biraz da o zaman haccın ne anlama geldiğini ve ne mana ifade ettiğini anlamış oluruz. Yoksa, sıradan bir turistik geziden farkı olmaz.
Hac, bir çağrıdır, bütün çağlara ve nesillere. Çağrılanlar listesine giren her Müslüman, bu çağrının hakkını verebilmek liyakatine sahip olmakla birlikte, hem Hac ilmihali bilgisi ve hem de işin irfanî boyutlarından haberdar olmalıdır. Niçin çağrılmıştır, çağrının temel amacı nedir, bu çağrıya icabet eden kimse ne kazanacaktır? Bu sorulara çağrıya icabet eden her Müslüman olumlu cevap aramak zorundadır. Eğer bu çağrının felsefesi kavranmış ve gereği yapılmış olsaydı bugün İslam dünyası farklı ve ileri bir konumda olacaktı.
Aslında hac, Müslüman’ın hayatında bir milat olmalı; hem hac öncesi ve hem de hac sonrası bir hayatımız olmalıdır. Hac okuluna kayıt yaptıran her Müslüman, mezun olurken geçirdiği değişimin farkına varmalıdır. Çünkü Hz. Peygamber (a.s): “Kim, her türlü günahlardan kaçınarak Hac görevini hakkıyla yerine getirirse, annesinden doğduğu gibi tertemiz olur”; bir başka hadislerinde ise: “Hac ve Umre, demirci körüğünün madenin posasından cevherini ayırdığı gibi fakirliği ve günahları yok eder” buyurmuşlardır. Dolayısıyla hac, günahlardan bir arınma, durulma ve durulanıştır.
Bu kutsal yolculuk, insanı ahlâkî anlamda değiştirmelidir. Müslüman’a disiplin, şuur, bilgi, nezaket ve görgü kazandırmalıdır. Ayrıca Hac, dünyanın değişik bölgelerinden gelmiş ırkı, rengi ve coğrafyası farklı Müslümanlarla evrensel kardeşlik dayanışmasının sergilendiği muhteşem bir tablodur. Dünyada global ölçekte ortaya çıkan sorunlara cevap bulmanın iyi bir fırsatıdır Hac. Dolayısıyla, hac, Müslüman’ın ufkunu değiştirir. Hac, ilmî, siyasî, harsî, fıkhî, irfanî boyutlarıyla Müslümanların yıllık akdettikleri uluslar arası bir kongredir. Haccın sadece ibadet boyutu üzerinde yoğunlaşmanın ötesinde diğer hususların da işlevsel hale getirilmesi gerekir.
Hac görevini yapan bir Müslüman, ümmet okyanusunda çağlayan olmaya ve rahmet denizinde damla olmaya gitmiştir. Ben olarak giden Allah’ın misafiri, biz şuuruna erecektir.
Kabe-i Muazzama tevhidin bir sembolüdür. Müslümanların birliğinin ve dirliğinin yegane simgesidir. Kabe bir güneşse, onu tavaf eden Müslümanlar yıldızlar gibidir. Bu kozmik harekete katılan insanlar ümmetin birliğini ve gücünü temsil etmektedirler. Mekke’ye hac farizasını yapmak için giden her Müslüman, yaşadığı coğrafyalardaki Müslümanların gönüllü temsilcisi olduğunu bilmelidir. Bu sorumluluk duygusuyla hareket etmesi gerekir.
İslami bakış açısında; Kabe, Haceru’l-Esved, Cebel-i Rahme, Müzdelife, Makam-ı İbrahim, Mescid-i Aksa, Mescid-i Haram vb. gibi mekanlar; gördüğü vazifeler ve taşıdığı hatıralardan dolayı büyük değer ve kıymet taşırlar. Peygamberimizin hırkası ve sakalı da böyledir. Her Müslüman manevi bir değer ifade eden mekanların ötesine sarkmalıdır. Maddeden manayı kavramalıdır. İşte Hacı, bu somut varlıkların soyut ötesine geçtiği zaman Hac vazifesine anlam katmış olur.
Hac, Allah’la sözleşmenin yenilenmesidir. Haceru’l-esved taşı ile musafaha etmek, mecazi anlamda Allah’la musafaha etmek gibi değerlendirilmiştir. O, tavafın başlangıç noktasıdır. Çok yönlü bir kamera gibi durmaktadır Kabe’nin bir köşesinde. Tavaf eden bir Müslüman önce onu öpmek ya da selamlamak suretiyle kozmik eyleme katılır, kayıtlara geçer. Fiziki Kabe ile gönül Kabesi’nin koordinatları kurulmadan tavaf başlamaz.
Safa ve Merve arasında sa’y yapmak, Hz. Hacer’in rolünü oynamaktır. Sa’y; koşmak, çalışmak, gayret göstermek gibi anlamlara gelir. O halde, Safa ve Merve tepeleri arasında koşmak eylemi, bize esbâba tevessülü öğretir. Hz. Hacer, koşarak aradığı suyu buldu. Biz de sa’y provasıyla, maddi anlamda kalkınmanın antrenmanını yapmış olmakla bu mini hareketi hayatımıza taşımak ve geliştirmek zorundayız.
Arafat, bir mahşer provasıdır. Bilgi, irfan, marifet, tanımak gibi anlamlara gelen Arafat, Müslüman’ın Allah’ın huzurunda duruşunun bir göstergesidir, talimidir. “O gün insanlar Âlemlerin Rabbinin huzurunda duracaklardır” (el-Mutaffifîn, 6) âyetinin bu dünyadaki izdüşümüdür Arafat duruşu. Çünkü Hz. Peygamber: “Hac, Arafat’ta bulunmaktır”” buyurmuşlardır. Arafat’ta vakfeye duran bir Müslüman, duruşun felsefesini iyi kavramalıdır. Hacı, miladi 23 Şubat 632’de Allah Resulü Hz. Muhammed’in önderliğinde yapılan Arafat duruşmasını yeniden yaşamalıdır. Dünyanın bugün değerler alanında savrulduğu bir çağda, ‘Vedâ Bildirisi’ni yeniden hatırlamalı ve insanlığa ulaştırmanın kavgasını vermelidir. Bugün insanlığın bu değerlere son derece ihtiyacı vardır. Hala İslam dünyası Veda hutbesinde geçen Hz. Peygamber’in tavsiyelerinde anlamlarını bulan değerleri hayata geçirmiş değildir. Örneğin; ahlaki anlamda savrulmuşluk, kadın hakları alanında duyarsızlık, maddi anlamda geri kalmışlık vb. gibi hususlarda problemler yaşanmaktadır.
Mina, aşktır, fedakarlıktır. İnsanı Allah yolundan alıkoyan şeytana ve nefsin ayartıcı içgüdülerine karşı mücadelenin nasıl verilmesi gerektiğini öğretir bize. Süfli duygulara karşı ulvî duyguları yüceltmenin eğitimini kazandırır bize. Bunun dersini alan bir Müslüman, kötülüklere karşı, iyilikle muamele etmenin temsilcisi ve uygulayıcısı olmalıdır.
Özetle, haccı anlamak yetmiyor, yaşamak gerekiyor.