Geçen hafta, ‘Hâl-i Pür Melâlimiz’ başlıklı yazımda toplumumuzun acıklı, üzüntülü, can sıkıcı ve iç karartıcı durumunu kaleme almıştım. O günden bugüne ülkemizde çok büyük olaylar ve operasyonlar meydana geldi. Önce bu acıklı hâlimizin sebep ve çareleri üzerinde durmak daha sonra da gelişen son olaylarla ilgili bir şeyler yazmak istiyorum.
Hemen hemen her gün karşılaştığımız, gördüğümüz veya işittiğimiz bu esef verici olayların sebebini bir kaç şarta bağlamak mümkündür.
En başta Eğitim sistemimizin kalitesiz, bozuk, aksak ve yetersiz oluşu ile Manevi Eğitim eksikliği bu olayları tırmandırmaktadır. Gençlerimizin Allah korkusundan, Ahiret duygusundan ve hesap verme anlayışından uzak yetişmeleri böyle bir sonuç ortaya çıkarıyor.
Her insanın başına bir polis, bir jandarma dikemezsiniz. Ama her insanın gönlüne Allah korkusu, yaptıklarının bir gün hesabını vereceğine inanma duygusu, Ahiret inancı, Cennet ve Cehennem anlayışı yerleştirebilirsiniz. İşte bunu yapmanın yolu da eğitimden geçmektedir. Bu eğitime Manevi Eğitim diyoruz. Manevi Eğitimden yoksun ve maneviyatı terk eden toplumların gidişatı çok kötü, çok fenadır. Onun için Manevi Eğitim ile donanmış ve yüreği Allah korkusu ile yoğrulmuş bir nesil yetiştirmek zaruridir.
Diğer bir sebep, ülkemizdeki cezaların caydırıcı olmaktan uzak olmasıdır. Cezaların yetersizliğinden dolayı suçlular kısa sürede serbest kalmakta, zaten maneviyattan yoksun olunması sebebiyle, her fiilin yapanın yanına kâr kaldığı düşünülerek bu tür çirkin olaylarda inanılmaz artışlar meydana gelmektedir.
Bir veya birkaç kişinin katledilmesi neticesinde, öldürülenlerin yakınlarının yüreklerine mutlaka bir ateş düşer. Bu ateşin söndürülmesi zaruridir ve bu görevi devlet yapmalıdır. Aksi halde devletin yapmadığını halkın kendisi yapmak isteyecek ve yıllar geçse de intikam ateşi sönmeyecektir. Bu menfur olayın kan davasına dönüşmesi ihtimali de büyüktür.
Bu ateşin sönmesi, faillerin suçları kesinleştiği anda idam cezası uygulanması ile mümkündür. Ancak katillerin idamı ile yüreklerdeki intikam ateşi sönecek ve büyük bir kan davasının önüne bu şekilde geçilebilecektir. Rabbimiz, “Kısasta hayat vardır” düsturunu boşuna koymamıştır.
Cezaların caydırıcı olması, suçların azalmasının temel sebebidir. Toplumumuzda görülen kötü fiilleri ve çirkinlikleri ortadan kaldırmak istiyorsak, bütün suçların cezalarının caydırıcı hale getirilmesi şarttır.
Sosyal adaletsizlik, gelir dağılımındaki dengesizlik, işsizlik ve açlık gibi sebepler de, istenmeyen kötü olayları tırmandıran nedenler arasında sayılabilir. Sosyal Devletin, vatandaşına insanca yaşayabileceği bir iş veya yaşam imkânı sunması görevleri arasındadır. Bu görev ihmâl edilirse bu tür olayların önüne geçmek kolay olmayacaktır. Ancak bu sebep, Müslüman ülkelerde yardımlaşma, vakıf kültürü, sadaka ve zekât müesseselerinin iyi işletilmesi sonucu asgariye indirilebilir.
Sonuç olarak bütün olumsuzluklardan, çirkinliklerden, acılardan, sorunlardan kurtulmak, gözyaşlarını dindirmek ve hâl-i pür melâli, hâl-i pür nûra dönüştürmek; Rabbimizin emrettiği yola girmekle ve O’nun istediği gibi yaşamakla mümkündür.
*** *** ***
Millet olarak ne yapılan yolsuzlukların üzerinin örtülmesine ne de milletin seçtiği meşru hükümeti ortadan kaldırmaya yönelik bir operasyona razı oluruz. Birkaç kişinin yaptığı bazı hata ve yanlışlıkları hükümetin üzerine boca etmek ve hükümeti gayri meşru yollarla yok etmek için harekete geçmek hatta Başbakan’a ve seçilmiş hükümete karşı savaş açmak desteklenecek bir tavır ve davranış değildir.
Yapılan bir yolsuzluk varsa bunu yapanlar mutlaka cezalarını çekmelidir. Böyle bir olayın meydana gelme ihtimali %1 bile olsa bunun üzerine gidilmeli ve bu eller kırılmalıdır. Başbakanın da bunu yapacağına inanıyoruz.
Ancak bu olayların bahane edilerek hükümeti yıpratmaya ve yıkmaya yönelik adımlar atılması, operasyonun aylardır bekletilerek uygun zaman kollanması ve operasyonun hükümete çevrilmesi, bir de arkasından beddualar edilmesi hiç de hoş olmayan, çirkin ve bir İslâm Cemaatine yakışmayan tavırlardır.
28 Şubatçıların yanında ve o dönemin meşru hükümetinin karşısında olan dil bu defa da alıştığı üzere yine meşru hükümetin ve Başbakan’ın aleyhinde işlemeye başlamıştır. Amerika’da İsrail lobisi ile birlik olup milletin seçtiği hükümeti yıkma faaliyeti içinde olanlar istedikleri sonuca ulaşamayacaklardır ve yaptıkları lanetli bedduaları kendilerine dönecektir.
Bizim millet olarak bedduaya değil duaya ihtiyacımız vardır. Öyle ise “Bedduaya lanet, Duaya davet.” Mutlu yarınlar efendim.