O kadar zaman geçti ve corona hala bitmedi değil mi? Kimi ülkelerde ikinci dalga başlarken kimi ülkeler hala ilk dalgada en üst seviyeleri görmedi. Ülkemizde de dalgalı bir seyir hâkim. Kâh hasta sayısı düşüyor, kâh çıkıyor. Yok “sayılar doğru değil” söylentileri alıp başını gidiyor. Ama şu bir gerçek ki hepimizi maske denilen gemle gemlediler, 900 lira ceza korkusundan da olsa hepimiz maske denilen o illeti takıyor, sıcak yaz günlerinde daha da terliyoruz maskeyle. Belki verdiğimiz karbondioksidi geri alıyoruz belki de aldığımız oksijen az geliyor. Evden çıkarken artık gündelik eşyamız oldu maske.
Şehrimiz Konya da corona sıralamasında zirvelerde değil mi? İlk 5 şehir arasındaki yerimizi ısrarla koruyoruz.
Sizce neden?
Önlemleri almadığımızdan mı?
Yoksa dışımız yeşil, içimiz kırmızı olduğundan mı?
Şehir insanımızın güzel bir huyu var. Oturup sohbet etmeye başladık mı hepimiz doğrudan, olması gerekenden, vicdandan, ayet ve hadislerden, dinden bahseder, doğru olanı konuşuruz. İşte yeşil kısmımız, güzel kısmımız budur. Ancak bu tabakamız, karpuzun kabuğu misali dışa görünen ve ince olan parçamızdır.
Bu dış tabakanın yani “lafın, sözün, konuşmanın” hemen altına inip te bizim aslımızı oluşturan kalın bölüme bakınca yani amellerimize bakınca, kan kırmızısı bir yaşantı, beni dehşete düşürüyor.
50-60 yaş arası, İslami çevrede yetişmiş, görmüş geçirmiş bir bayanımıza baktığımızda çok rahatlıkla lüks yaşantı hevesini yerine getirdiğini, hayır ve infak gibi konulara “gereksiz, boşuna, mala zarar verici” gözle baktığını açıkça görebiliyoruz. Kendisi kullanmasa bile oğlunun faizli kredi kullanmasına sesini çıkarmadığına şahit olabiliyoruz. Kendisi vücudunun zerresini göstermese bile kızının İslam ve örfe aykırı bir şekilde açık ve dar giyindiğini ve kendisinin de buna ses çıkarmadığını, müsaade ettiğini izleyebiliyoruz.
İşte size coronanın ve diğer musibetlerin gelmesinin ve gitmemesinin sebebi.
Ne uyarı var ne de tövbe.
Gitmez. Biz paranın ve dünyanın köpeği oldukça corona ve diğer musibetler gitmez.
Uyanın artık, açın gözünüzü. O nefes daralması geldiğinde, o yoğun bakıma alındığında ne paran fayda sağlar sana ne de malın mülkün.
Camiden çıkıp bankaya (faize) gitmenin sonucudur bu.
Açık ve dar giyinmenin, Allah’ı günlük yaşantına sokmamanın sonucudur bu.
Konuşurken mangalda kül bırakma, ayetler hadisler havalarda uçuşsun ama yaşantıya gelince şeytanın yüzünü güldür.
Din whatsap durumlarına inmedi ey kavmim, yaşayın diye indi.
Vallahi daha beterlerinden korkuyorum.
Ne zinanızdan vazgeçiyorsunuz ne faizinizden.
Bir de eski insanlarda bazı günahlar vardı ısrar edilen. Mesela kavmim biri ölçü ve tartıda hile yapıyordu, bir başkasında eşcinsellik meşhurdu, bir başkası putlara tapıyordu. Ama o putlara tapan ve bugün müşrik dediğimiz adamlar, Habeşistan’a hicret eden Müslümanları Necaşi’den isterken, Necaşi’nin sorularına dosdoğru cevaplar veriyorlardı, yalan söylemiyorlardı.
Aynaya baktığımızda ise yalan söyleyen, gıybet eden, faiz kullanan, lüks yaşayan, israf eden, zinaya koşan, ibadetleri yerine getirmeyen, açık ve dar giyinen, dövme yaptıran, günah işleyenleri uyarmayan, daha fazla para hevesiyle üçkağıtçılık-fırsatçılık yapan, borcunu ödemeyen, saygısız bir toplum görüyorum ve Marslılardan bahsetmiyorum. Şu saydıklarımın hepsini Konya ili sınırları içerisinde fazlasıyla yaşamak, şahit olmak mümkün.
Sonra da corona sıralamasında top 5’teyiz.
Diğer şehirlere baktığımızda da İstanbul, Bursa, Diyarbakır gibi hep amelen benzerlikler gösteren şehirlere rastlıyoruz. Mesela Diyarbakır ve diğer terör yaşanan şehirlerde kişinin tanıdığı, arkadaşı, akrabası teröristtir ama ona nasihat etmez, uyarmaz, susar. Tıpkı bizdeki anne babanın çocuğunu uyarmadığı gibi.
Allah’ınızı seviyorsanız, sağlığınızı-malınızı seviyorsanız, paranızı seviyorsanız, dininize dönün. Yoksa ben gerçekten çok büyük felaketlerin ve daha kötü günlerin gelmesinden korkuyorum. O gün geldiğinde hiçbir şey fayda sağlamıyor işte. Bugün coronadan sizi ne koruyabilir? Maske mi, mesafe mi, arabanız, paranız, eviniz, işyeriniz mi?
Yoksa tövbe edip yalvardığınız Allah mı?
“He he Corona” başlıklı yazımda hastalığın bulaşıcı olmadığını aktarmıştım Peygamberimizin hadisinden rivayetle. Hastalık bulaşmaz ey kavmim. Hastalığı biz kendimiz çağırırız. Kesinlikle aynı iddiamda duruyorum.
HAYDİ BAKALIM SİZ TOPLUCA GÜNAHLARINIZA SAMİMİYETLE TÖVBE EDİN, GÜNAH İŞLEYENLERİ GEREKTİĞİ GİBİ UYARIN. BİR DE O ZAMAN BAKIN BAKALIM CORONA FALAN KALIYOR MU?
BİR DE BU YAŞANTINIZA DEVAM EDİN. ALLAH’I GÜNLÜK YAŞANTINIZA SOKMAYIN. KIZLAR AÇILIP SAÇILSIN, FAİZLER KULLANILSIN, YALANLARA HİLELERE DEVAM EDİLSİN… BAKIN BAKALIM BAŞINIZA DAHA NELER GELECEK.
DAHA GEÇ OLMADAN TÖVBE EDİN VE ALLAH’A DÖNÜN.
Hz. Ayşe, vebalı hizmetçisiyle aynı kaptan yemek yemiştir. Kocası Peygamber. Hastalık bulaşıcı olacak ta O hala hizmetçisiyle aynı kaptan yemek yemeye devam mı edecek? Bilim dinin gerisinden gelmektedir. Gün gelir hastalığın bulaşıcı olmadığını da söyler bilim adamları, endişelenmeyin.
Siz bugünden itibaren bela ve musibetlerden kurtulmak için yaygın olan günahlarınızdan vazgeçin, tövbe edin ve gördüğünüz günah işleyenleri uyarın.
Moğol İmparatorluğunun kurucusu Cengiz Han’ın torunu Hülagu 1258 tarihinde Bağdat’a girerek Abbasi Halifesi Mutasım’ı keçeye sarıp Moğol atlarının ayakları altında ezdirerek öldürtür. Şehirde katliamlara başlar ve şehri yağmalar. Kadın, yaşlı, çocuk, hamile demeden bazı kaynaklara göre 200.000, bazılarına göre de 400.000 kişiyi katleder. Cami, hastane, saray ve benzeri ne varsa hepsini yok eder.
Milyonlarca dini ve ilmi eserin büyük bir kısmını Dicle Nehrine attırır. Hülagu’nun zalimliğini anlatmak için Dicle’nin günlerce kan ve mürekkep aktığı söylenir.
Hülagu o beldenin en büyük âlimi ile görüşmek istediğini bildirir. Kimse, Hülagu tarafından öldürülmek korkusuyla bu davete icabet etmek istemez.
Zamanın genç âlimlerinden Kadıhan daveti kabul edeceğini söyler ve Hülagü’nün yanına gider. Hülagü: “Söyle bakalım, beni buraya getiren sebep nedir?”
Kadıhan gayet sakin bir şekilde; “Seni buraya bizim amellerimiz getirdi. Allah’ın bize verdiği nimetlerin kıymetini bilemedik. Esas gayemizi unutup makam, mevki, mal, mülk peşine düştük. Zevk ve sefaya daldık. Cenab-ı Hakk da bize verdiği nimetleri almak üzere seni gönderdi” der.
Hülagu ikinci sorusunu sorar: “Peki, beni buradan kim gönderebilir?”
Kadıhan: “O da bize bağlı. Benliğimize dönüp ne kadar kısa zamanda toparlanıp, bize verilen nimetin kıymetini bilir, zevk ve sefadan, israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek işte o zaman sen buralarda duramazsın.”
Anlayana…
Yazıma şu bilgileri de eklemeden geçemeyeceğim:
İslam dininden o kadar uzaklaştık ki, insanımız hastalık-din ilişkisini kuramıyor. “Ne alakası var” türünden cümleler savuruyor. Köpük ve salya saçan ağzına bir kere Allah’ı almayan adam, sizin söylediğiniz doğru bilgiye dengesizce itiraz ediyor. İşte o arkadaşlara bilgilendirme olsun aşağıdaki nakiller:
"Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder" (Şura Suresi, 30. Ayet Meali)
“İnsanların kendi ellerinin kazandığı (günahlar) dolayısıyla, karada ve denizde fesat (bozulmalar) ortaya çıktı. Umulur ki, dönerler diye (Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını (felaket ve musibet olarak) kendilerine tattırmaktadır." (Rum Suresi, 41. Ayet Meali)
“Sahabe: - Benim günahlarımı ne silerİnsanların?
- Gözyaşların, hudûun (saygıyla Allah’a kulluğun) ve hastalıklar." (bk. Kenzu’l-Ummal, a.y.; el-Hakim et-Tirmizi, Nevadiru'l-Usul, 1293 baskısı, s. 325)
“Sana iyilikten her ne gelirse Allah'tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir.” (Nisa Suresi, 79. Ayet Meali)
"Her musibet, affedilecek bir günah için gelir." (Ebu Nuaym)
"Müminin günahları affoluncaya kadar bela ve hastalık gelir." (Hakim)
“Canım elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz ya da Allah, kendi katından yakın zamanda üzerinize bir AZAP gönderir. Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz de duanız kabul edilmez.” (Tirmizi, Fiten, 9)
eter mi? Aslında çok bile. Gelin bir de corona ve diğer musibetlerden nasıl kurtulacağımızı müjdeleyen nakli de yapalım ve noktayı koyalım:
“BİZ, FENALIKTAN MENEDENLERİ KURTARDIK; zâlimleri de Allah’a karşı gelmekten ötürü şiddetli azâba uğrattık.” (A’râf Suresi, 165. Ayet Meali) Ne mutlu, fenalıklara, münkerlere, kötülüklere, günahlara karşı uyarıcılık, men edicilik yapanlara…