Bir kısım okuyucularım gazetenin internet sayfasındaki köşemde yorumlarıyla katkıda bulunurken bazıları ise mail adresime gönderiyorlar değerlendirmelerini. Yazılarımın ayna görevi görmesi hoşuma gidiyor. Böylece okuyucularımın profilini de anlama imkanım oluyor. Her birisi çok kıymetli yazılanların. Nasıl anlattığım ya da yazdığımdan çok nasıl anlaşıldığım daha da önemli. Ben de buna göre planlıyorum yazarken.
İletişim denen şey nasıl olduğumuz değil nasıl göründüğümüz ve nasıl anlaşıldığımızdır. İnsanların nasıl göründüğüyle ilgili değerlendirmeleriniz eğer olumsuzsa genellikle ben aslında öyle değilim derler. Görünüşüm öyle. Ya da yakınlarıyla ilgili değerlendirmelerinde insanlar benzer cümleler kurarlar. Eşim çok iyi bir insandır öyle göründüğüne bakmayın. Oğlum, kızım, annem, babam ve diğerleri.
Testi içinde bulundurduğu sıvıyı sızdırır aslında. Olmayan şey görünmez. Tabi ki yakınların söylediklerinde doğruluk payı da vardır. Bazen insanlar kendilerini korumak adına da sertlik, ukalalık, sevimlilik maskesi takarlar. Maske ya da gerçek sonuçta görünen şey onda var olandır.
İnsanın ruhsal yapısının dinamik teoriye göre id ego ve süperegodan oluştuğunu önceki yazılarımda belirtmiştim. İd doğuştan getirdiğimiz haz ve saldırganlık dürtülerini içeriyordu. Süperego ise içimizde vicdan da diyebileceğimiz bizi yargılayan yerimizdi. Ego ise idden gelen dürtülerle süperegodan gelen yargılamaları değerlendirip sistemi dengede tutan gerçeklik tarafımızdı. Egonun olgun olması gerekiyordu. Ego yeterince güçlü dayanıklı ve esnek olmadığında yani olgun bir kişilik oluşturamadığımızda ego bir takım savunma mekanizmaları kullanarak sistemi ayakta tutmaya çalışıyordu. Savunma mekanizmaları olgun ya da ilkel olabiliyordu. Ve biz insanların kullandıkları savunma mekanizmalarına bakarak onların ne kadar olgun ya da ilkel olduğunu anlayabiliyorduk.
Baştaki konuya dönersek olgun bir ego kendini savunmaya pek de ihtiyaç duymaz. Sinirli, agresif, ukala, çekingen, sessiz, korkutucu göründüğü söylenen birisi eğer olgunsa hayır diyerek başlamaz lafa. Kendini savunmaya ihtiyaç duymaz. Olabilir der. Evet der. Bugünlerde böyleyim der. Kabul eder. İnkar ilkel bir savunma mekanizmasıdır. Biliyorsunuz daha çok çocuklar kullanır. Ben yapmadım. Ben kırmadım. Ben değildim derler. Veya egosu henüz büyümemiş çocuksu yapılar da kullanır inkar savunma mekanizmasını. Hayır derler. Ben öyle değilim. Kabul etmiyorum. Ben öyle demedim. Siz yanlış anladınız. Anlamıyorsunuz. Yanlış değerlendiriyorsunuz.
İnkar savunma mekanizmasını aklileştirme izler. Bir başka deyişle rasyonalizasyon. Bağırma dersiniz, ardından daha yüksek sesle, bağırmıyorum der ve inkar eder. Sonra da bağırdığının anlaşıldığını kendi de anlayınca onu aklileştirir. Rasyonalize eder. Bir anlamda yaptığına uygun bir kılıf bulur. Duymuyorsunuz ki ne yapıyım der.
Savunma mekanizmaları otomatiktir. Kullanılırken kişi kullandığını fark etmez. Bilinç dışıdır. Filmi geriye sarınca fark edilir. Bu da demektir ki zaman zaman yaşadıklarımız geriye sarıp değerlendirmemiz gerekiyor. Bugün burada iki savunma mekanizmasından söz ettim. İnkar ve rasyonalizasyon.
Bunları şunun için yazdım. Çoğu zaman yüksek değerler adına yaptığımızı düşündüğümüz çoğu şey kendi kişisel patolojilerimizdir. Hemen bu cümleyi de inkar ederek başlamak yerine, hızlıca kendimizi savunmak yerine düşünmeyi öneriyorum. İnkar ettiklerimiz, dışarıdan öyle görünenler belki de yapageldiklerimizdir. Belki gerçekten öfke kontrolünde sorunlarımız vardır. Belki de gerçekten anlaşılmadığımızı düşündüklerimiz anlatamadığımızdandır. Kendimizi ifade sorunumuz vardır. Yeterince içselleştiremediğimiz bilgilerdir. Bugünlerin politik söylemleri de benzer çizgilerde. Çeşitli guruplar önyargılardan, anlamsız korkulardan yakınmakta. Ötekileştirmek diye kavramlaştırılan olgular var.
Diğer savunma mekanizmalarını da anlatmak istiyorum sonraki yazılarımda.
İnsanlar beni anlamıyor bizim rasyonalizasyonumuz. Önceki yazımda gözleri içe döndürmekten söz etmiştim.
Hala söylüyorum.
www.pozitifdegisim.com