Halil İbrahim Kaplan

Şehrimizin en büyük toptan tuhafiyecilerinden, Konyaspor’da profesyonel olarak yöneticilik yapan ama bugün takımın maçlarına dahi gitmeyen küskün bir isim…

KONYANIN MEŞHUR VE MEÇHUL YÜZLERİ

 

Hazırlayan: Uğur ÖZTEKE

 

Şehrimizin en büyük toptan tuhafiyecilerinden, aile olarak siyasete hizmet veren, şahıs olarak ise yıllarca önce amatör kulüplere hizmet veren, daha sonra Konyaspor’da profesyonel olarak yöneticilik yapan ama bugün takımın maçlarına dahi gitmeyen küskün bir isim…

 

Halil İbrahim Kaplan

 

 

Konuğumuz Halil İbrahim Kaplan şehrimizin en eski köklü tuhafiyecilerinden ‘Beyliğin Hacı Mehmet’in en küçük çocuğu olarak dünyaya gelir. 7. Şubat 1963 yılında şehrimizin Çimenlik Mahallesi’ndeki iki katlı evlerinde dünyaya gelen Halil İbrahim’in babası Mehmet Kaplan o yıllarda attariye ile uğraşan kendi halinde bir ticaret erbabıdır. Anne Fatma Kaplan ise ev hanımıdır. Bu çiftin mutlu evliliğinden beş çocukları dünyaya gelir. Sırası ile Sabriye, Naciye, Halil, Gülser ve en son bu haftaki konuğumuz Halil İbrahim.

BOZKIR’DAN KONYA’ YA GÖÇER

“Babam 1950 yılında askerden gelince tamamen evi toplamış annemi de almış ve Bozkır’dan Konya’ya göçüp gelmişler. Yani geliş sebepleri de oralarda Bozkır’da o yıllarda müthiş bir yokluk oluşu. Yani babam ailesine Konya’da Bozkır’dan daha iyi bakacağına inandığı için Konya’ya geliyor. Ne de olsa bizim oralar Konya merkeze göre daha yoksul, iş imkanının olmadığı çok dağlık bölge.

BİR LOKMA EKMEKLERİ OLMADIĞI İÇİN SU İLE ORUÇLARINI AÇARLAR

O ilk yıllarda babamlar çok maddi sıkıntı çekmişler. Babam bunu hep anlatır. Annemle Konya’ ya geldikleri bir Ramazan ayı imiş. Akşama kadar oruç tutmuşlar. Ama öylesine yokluk ve yoksulluk yaşıyorlarmış ki; iftar vakti gelmiş, ezanlar okunmuş, ama annemle babam oruçlarını su ile açmak zorunda kalmışlar. Çünkü evde yiyecekleri tek bir lokmaları dahi yokmuş. Neden sonra akşam vakti kapıları çalınmış. Yan taraftaki komşu un getirmiş. O da emanet. Annem o undan ekmek yapmış ve iftar sonrası o kuru ekmekle karınlarını doyurmuşlar. Babam bize bunu hep anlatırdı. Çok şükür biz çocukken böylesine yokluk görmedik ama doğrusunu söylemek gerekirse bizim o zamanlar yaşadıklarımızı bugün çocuklarımız yaşamıyor aksine çok daha rahat bir hayat sürüyorlar. Babam zaten askere gitmeden önce de Konya’ ya iş için gelmiş Devlet Hastanesi’nde işçi olarak çalışmış.

DOĞDUĞUM EVDEN DÖRT YAŞINDA İKEN AYRILDIK

Benim doğdum evi büyüdükçe hatırlıyorum. Çünkü biz o evden ben dört yaşında iken ayrıldık. Benim hatırladığım kadarı ile evimiz iki katlı klasik bir Konya evi idi. Bahçe içinde idi. Evimiz taştandı. Ama mutfağı tuvaleti evin içinde değil bahçede idi. Yanılmıyorsam yukarıda iki büyük oda vardı, aşağıda da iki oda vardı. Bahçede çok güzel bir köpeğimiz, tavuklarımız vardı. Bahçesinde sebze meyve ekili idi.

BOĞULMAKTAN KURTULDUM AMA HALA YÜZME BİLMEM

Bir de bahçemizde büyük bir havuzumuz vardı. Su dolu idi. İşte demek ki daha dört yaşından küçüktüm. Havuzun kenarında oynarken birden dengem bozuldu ve bir suya düştüğümü bir de suyun içinde kendi kendime çırpındığımı hatırlıyorum. Sonra nasıl oldu yine hiç hatırlamıyorum orada havuzun içinde ki bir teneke gibi şeye basıp kendi kendime havuzdan çıktığımı hatırlıyorum. Oysa benim düştüğüm günden bir gün önce akşam babam annemlere “Havuzdaki suyu artık boşaltın, İbrahim havuzun kenarında oynayıp duruyor, düşer” demiş. Bu olaydan tam 20 sene sonra stadyumunda bu yüzme bilip bilmeme konusu gündeme geldi. İlhami Coşkun hoca vardı. ‘Sen korkma biz sana yüzmeyi öğretiriz’ dedi. Hiç inanmadım ama ısrarcı olunca peki dedim. Stadyumda yüzmeye gittim. 2 öğretmen nezaretinde yüzme öğreniyordum. Üçüncü gün yalnızdım ve simit ile yüzmeye çalışıyordum. Birden o simitten kurtuldum ve yine çok büyük bir boğulma tehlikesi atlattım. Hiç unutmuyorum o gün Suat hoca tepede cankurtaranlık yapıyormuş, suya atladı ve beni kurtardı. İşte bu da benim suya ikinci girişim oldu. Hala denize gideriz, yazlığım var ama asla denize-suya girmem. Hep o küçükken havuza düşmemin psikolojisi içerisindeyim.

MİLLETVEKİLİ HÜSEYİN KALELİ BENİM İLK ÖĞRETMENİM İDİ

Akçeşme İlkokuluna gittim. Birden dördüncü sınıfa kadar Akçeşme İlkokulu’nda okudum. Beşinci sınıfta iken ise Hakimiyet İlkokulu’na gittim ve buradan mezun oldum. İlk öğretmenim Hüseyin Kaleli idi. Biliyorsunuz Hüseyin Kaleli daha sonra milletvekili oldu ve Konya’ya yıllarca siyasetçi olarak hizmet verdi. Ama Hüseyin Kaleli bana okumayı öğreten, dört yıl bizi okutan isimdi. O yıllarda oyuna özellikle de futbola çok düşkündüm. Bu yüzden de öğretmenlerimden çok dayak yedim doğrusu. Öğrencilik hayatımda matematik en çok sevdiğim ders idi. Matematiği ortaokulda da çok sevdim. Matematiğim süperdi. En sevmediğim ders ise hiç beceremediğim için olsa müzik idi. Çünkü söylemeyi hiç beceremiyorum, bu yönde bir kabiliyetim yok. İlkokuldaki arkadaşlarımdan Ömer Lütfi Peker vardı. Uzun yıllar burada gümrükte çalıştı. Bir de şimdi Bürotime’in sahibi Hüseyin Tosunoğlu’dur. Hüseyin ile ilkokulda iken çok kavga ederdik. Ama şimdi çok iyi görüşüyoruz. İlkokulda derslerim genelde çok iyi idi. O zamanlar böyle teşekkür ya da takdirname yoktu. Sadece okulda benim de aralarında bulunduğum iki üç kişi ‘yıldızlı pekiyi alacağız’ diye yarışırdık.

BABAM DİKTATÖR BİR ADAMDI

Babamın dükkânı Selimiye Caddesi’nde idi. Okuldan çıkar çıkmaz hafta sonları tatil günlerimi hep babamın dükkânında geçirirdim. Aslında babam çok diktatör bir adamdı. Disiplinli idi. Okul yıllarında en çok sevdiğim ve annemden bana hep yapmasını istediğim ise yumurtalı pekmez idi. Yumurtayı önce yağda biraz pişirir, sonra üzerine bolca pekmez dökerdi, yerdim. Bunu hala çok severim. Bir de mahallede boş arsalarda hep top oynardık.  Ama eve gitmede biraz geç kaldık mı babam çıkar gelir, kulağımdan tutar beni eve götürürdü.

HAKİMİYET İLKOKULU’NU BİTİRDİM

Beşinci sınıfa geldiğimiz zaman Hakimiyet İlkokulu’na geldim. Çünkü evimiz Çaybaşında Fenni Fırın’ın karşısında Ütücü Sokağa taşınmıştık. Burada da öğretmenimiz Nuri Hoca idi. Beşinci sınıfta da derslerim genelde çok iyi idi.

SİGARA İÇERKEN BABAMA YAKALANDIM

Ortaokula Devrim Ortaokulu’na gittim. Ortaokulda da genelde başarılı bir öğrenci idim. Beden eğitimi öğretmenimiz Tezcan Uzcan’dı. Müdürümüz ise Nafiz Hoca. Ortaokul ikinci sınıf öğrencisi idik. Bir bayram günü idi. Bir grup arkadaşla birlikte okuldan kaçtık ve sinemaya gittik. Bu arada film seyrederken kimseye çaktırmadan da sigara içiyordum. Yani koltukların arasında eğilip bacaklarımın arasında sigaradan bir nefes çekiyordum. Yani kimse beni görmüyordu. Yani ben öyle sanıyordum. Birden kulağımdan birisi tuttu. Kafamı bir kaldırdım ki karanlıkta bile tanımıştım. Babamdı. Meğer babam o gün bütün sinemalara girmiş çıkmış. Bizi takip etmiş ve beni hem sinemada hem de sigara içerken yakalamıştı. O gün babam beni çok fena dövmüştü.

BİR ARKADAŞIMIZ ÖLDÜRÜLÜNCE

Halil abim askere gidince ben de babama dükkânda yardım etmek için gündüz lisesine değil akşam lisesine gittim. Akşam Ticaret Lisesi’ne gittim. Müdürümüz Ahmet Öksüz idi. Ama bu yıllarda müthiş bir şekilde sağ sol kavgası vardı. Çatışma vardı. Ülkede terör vardı. O yıllar çok zor çok kötü yıllardı. Biz bunları bire bir yaşadık. Bir gün gece okul çıkışında bizim bulunduğumuz grubun üzerine silahla ateş edildi. Bir arkadaşımız öldü bir kişi de yaralanmıştı. Babam ertesi gün beni okuldan aldı. Bir daha da okula göndermedi. İşte o alış oldu ve benim de öğrencilik hayatım orada o akşam bitmiş oldu. Lise yıllarında abimin askere gitmesi ile benim de ticari hayatım başlamış oldu. Daha 15 yaşında idim. Ama dükkâna gidip geliyor hatta babam olmadığı zamanlarda dükkânı tek başıma çeviriyordum

KAZMA SAPI İLE DAYAK YİYİNCE

Askerlik dönemine geldiğim zaman Önce İstanbul’a gittim. Daha sonra İzmit Seymenlerde askerlik yaptım. Usta birliğinde idim. Askerlik anısı çoktur. Herkesin onlarca yüzlerce anısı vardır iyi ya da kötü. Ama benim askerlik denildiği zaman hiç unutamadığım olay kazma sapı ile yediğim dayaktır. Usta birliğinde iki ayrı tabur vardı. Biri tank taburu, diğeri ise piyade taburu. Tank taburunda Konyalı bir üsteğmen vardı; bölük komutanıydı. Benim Konyalı olduğumu öğrenince beni tank taburuna aldı. Ehliyetim de olduğu için beni kendi şoförü yapacaktı. Ehliyetim vardı ama arabadan hiç mi hiç anlamazdım ki. Bu arada bizim bölük komutanı başka yere gitti, onun yerine de başka bir komutan geldi. Ben yine bu komutanın şoförü oldum ama arabadan hiç anlamıyordum. Bir gün araba çalışmadı. Komutan çok kızdı. Meğer akünün o kutup başlarında bir kirlenme mi ne olmuş, sonradan öğrendik. O gün beni kazma sapı ile dövdü. O dayak çok ağırıma gitmişti. Dayak sonrası sanki dünyam döndü. O anda firar etmeyi düşünüyordum. Her şeyi göze almıştım artık. Ama bir arkadaşım vardı firarımı o engelledi.

MEVLANA ÇARŞISINDA YENİ BİR YER DAHA AÇTIK

1984-85’te askerden geldim. Babamın yanında yeniden ticaret yapıyorduk. Bu arada Mevlana çarşısında. Bir yer aldık. Ben de ticarete orada devam ettim. İşlerimiz çok iyi idi ve sürekli olarak ticaretimizi geliştiriyorduk.

ABİM İLE AZİZİYE İDMANYURDU’NU KURDUK

Bu arada spora olan merakımızı gidermek istiyordu. Abim bizim ailenin en faal insanı idi. Biz de Aziziye İdmanyurdu’nu kurduk. Bu kurduğumuz takımı 2. amatör kümeden 1. amatör kümeye çıkarttık. 1. amatör kümede 2 yıl sonra takım şampiyonluğu oynuyorduk. Ama bizim hiç de istemediğimiz bir takım hakem oyunlarına şahit olduk. Bizim bildiğimiz, istediğimiz spor bu değildi ki. Olaylara çok üzülünce kulübü resmen kapatma kararı aldık. Bunu kamuoyuna göstermek için de son maçta sahaya çıktık. Sonra sahadan çekildik. Halil abim o dönem kulübün başkanı ben de yöneticisi idim. Aziziye İdmanyurdu’ndan önce İhsaniye Gençlerbirliği’nde yöneticilik yapmıştım.

MEHMET OKTUT İLE KONYASPOR’DA PROFESYONEL

YÖNETİCİLİĞİMİZ BAŞLADI

1992-93 futbol sezonunda Mehmet Oktut başkanlığında ilk kez profesyonel yöneticilik yaptım. Ali Yeğin, Nusret Argun, Necdet Erben, Mehmet İnanç, Kudret Fikirli, Evirgen Güney, Muzaffer Hançerli, Rafet Palancı, Mustafa Dinçler, Rahim Dinçler, Nuri Mehtap, Faruk Turhan, Mehmet Köseoğlu, Yusuf Genç, Mustafa Bayram, Mustafa Güvenilir, Muhsin Dinek, Sedat Ersöz, Celal Candan, Cumhur Ünüvar, Osman Dündar, Mehmet Han Çopur, Sefa Ortaç, Halil Büyükbayrakdar, Kamil Akkanat, Hüseyin Tırpancı, Yusuf Selek, Mehmet Soylu, Mehmet Bezirci, Bahri Karapınar, Alaaddin Yüzer, İlker Özkan, Mehmet Baykan, Hüseyin Tosunoğlu, Hasan Dağlı, Kemal Korkmaz, Mehmet Üzümcü, Nuri Ünalan, Ali Sarı, Mehmet Kart gibi Konya’nın sevilen sayılan tanınmış 50-60 kişi ile birlikte uzun yıllar çeşitli dönemlerde yöneticilik yaptım.

KULÜBÜ HEP BORÇLU ALDIK

Konyaspor’un 1. Lig’den ilk düştüğü sene Sait Gönen’den Mehmet Oktut ile birlikte yönetimi devraldık. Kulüp o günlerde borç batağındaydı. 70-80 kişinin kulübe haczi vardı. Sezon başında takımı Ilgın Şeker’de kampa almak istedik. Ama paramız yok diye Ilgın Şeker bile bizi kampa almadı. Çok zor şartlar altında yöneticilik yapmaya başlamıştık. Kulübün telefonu bile hacizliydi. Sekreter Şefik Tarhan’ın adına bir telefon bağlattık. Mehmet Oktut başkanlığında iki yıl önce bütün borçları temizlemeye çalıştık. Temlikleri kaldırdık. Daha sonraki dönemlerde göreve geldiğimiz zamanda da ilk işimiz hep bu borçları ödemek oluyor, borçları ödedikten sonra tam yöneticilik yapacağımız zaman yine geliyor birileri kulübü alıyordu. Bu durumu çok sonradan fark ettik. Vali Ziyaeddin Akbulut döneminde yine kulübü Ahmet Hamdi Uçarok’tan borçlu devraldık. Devreye birileri girince Ahmet Hamdi Uçarok, paranın belli bir kısmını almaktan vazgeçti.

KOMBASSAN VE ENDÜSTRİ HOLDİNG KONYASPOR’U ALMAK İSTEDİLER

Bu sefer devreye Kombassan Holding ve Endüstri Holding girdi. Onlar da rekabet ederek, Konyaspor’a talip oldular. Biz bu arada yine borç ödüyorduk. O dönemde bizim için yönetim olarak Kombassan daha ağır bastı ve 6 aylık çalışmadan sonra kulübü Kombassan’a teslim ederek biz yönetim olarak tamamen çekildik. 3-4 sene sonra yine Kombassan’dan Konyaspor’u devraldık.

MEHMET KÖSEOĞLU DÖNEMİ BAŞLIYOR

Belediye Başkanı Mustafa Özkafa idi. Haberimiz yokken Sayın Mustafa Özkafa, bizim isimlerimizi yazmış. Tekrar yönetimi devraldık. 6 ay yöneticiliğimiz devam etti. Özkafa zamanından daha sonra Mehmet Köseoğlu başkan oldu. Ve bizim görevimiz devam etti. O dönemlerde tekrar takımı toparladık. Takım ruhu, takımın birliği çok önemliydi. Çünkü elimizde iyi futbolcu kadrosu yoktu. Yönetim Kurulu olarak kulüpte toplandık ve tam üç gün 72 saat kulüpten dışarı çıkmadan çalıştık ve transfer yaptık. Hedefimiz borçsuz bir kulüp, mütevazı bir takım oluşturmaktı. Çünkü şehir takıma sahip çıkmıyordu. Ama takım başarılı olmaya başlayınca şehir de havaya girdi. Ve o sezon şampiyon olduk.

PARASINI VERSEK BİLE KİMSE KONYA’YA GELMEK İSTEMİYORDU

Şampiyon olduğumuz sene futbolculara verdiğimiz para 40-60 milyardı. Ertesi sene ligdeki ilk yılımızda transfer yaparken hiçbir futbolcu Konya’ya gelmek istemiyordu. ‘Lige yeni çıkmış bir takıma gelmeyiz’ diyorlardı. Diğer takımlardan fazla para verdiğimiz zaman da kimse gelmiyordu. O anda flaş bir transfer yaptık ve Ogün’ü transfer ettik. Ogün’ün ismini duyan futbol piyasasındaki diğer futbolcular birden gelmeye başladılar. Ligde bulunduğumuz ilk yıl o mütevazı kadrodan Konyaspor tarihinde bir ilki gerçekleştirdik ve gol kralı çıkardık. Zafer Biryol ilk gol kralımızdı.  Yine o yıl iki futbolcumuzu milli takıma verdik. Zafer Biryol ve kaleci Özden milli takıma gittiler. Sedat’ı sattık. O zamanın parasıyla 750 milyon para aldık. Çok iyi paraydı.

ZAFER-CENK-ALTAN’A BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ DİYORLARDI

Zafer, Cenk, Altan üçü de bizde yan yana oynuyordu. Rakipler bunlara bermuda şeytan üçgeni diyordu. İki sene de 60’ın üstünde gol attılar. Zafer ve diğer futbolcular daha sezon bitmeden bize gelip yeniden anlaşalım 1,5 yıllığına Konyaspor’a imza atmaya hazırız dediler. Çünkü mali takvim çok iyi işliyordu. Herkesin parasını ödüyorduk. Vergi dairesine, SSK’ya bir kuruş dahi borcumuz yoktu.

TRABZON MAÇINDA BİZİ YAKAN HAKEM KONYA’DAKİ ARKADAŞINI ARAYIP DURUMU SORMUŞ

Unutamadığım çok maç var ama kupa maçında Trabzon’a elendiğimiz maç hala rüyalarıma giriyor. Rahmetli Tevfik Lav teknik direktörümüzdü, hafta sonunda Trabzon ile oynadık ve Trabzon’u deplasmanda 3-0 yendik. Hafta ortasında yine Trabzon’la bu kez kupa maçında karşı karşıya geldik. Ama sahada bir hakem vardı. (Cüneyt Çakır) Çok kötü bir yönetim gösterdi. Aynı hakem maçı nasıl yönettiğini çok iyi biliyordu ki ertesi gün bizimle dostumuz olan bir Konyalı arkadaşı aramış. Maçta kendisine o kadar hakaret etmeme rağmen benim aleyhime bir tek kelime rapor dahi tutmamıştı. Bizim arkadaşa, “Konya’da hava nasıl? Bana tepki var mı? Galiba canınızı yaktım” diye sormuş.

MALATYA MAÇINDA TRİBÜNLER 10 DAKİKA TERSİNE DÖNMÜŞTÜ

Bir de unutamadığım maçlar içerisinde Konya’da oynadığımız Malatya maçı vardı. Hüsnü Özkara teknik direktördü. Takım son 10 dakikaya 3-1 önde girmişti. Tribünler Hüsnü Hocaya ‘İmparator’ diye bağırıyordu. Ama arka arkaya yediğimiz iki gol ile maç 3-3 bitti. Tribünler birden hem hocaya hem bize istifa diye bağırmaya başladı. Ve Hüsnü hoca maçtan sonra istifa etti. Bir hafta sonra İstanbul deplasmanına İstanbulspor maçına gidecektik. Takımda hoca yoktu. Alt yapı antrenörü Mehmet Yıldırım’ı takımın başına getirdik. Mehmet Yıldırım PAF takımında başarılı oluyordu ve Mehmet Yıldırım’la çıktığımız o maçı 3-2 kazandık.

FEDERASYON BAŞKANI ULUSOY MEHMET OKTUT’A ‘ABİ’ DİYORDU

Lige çıkacağımız Kayseri maçı öncesi, Kayseri’nin sahası kapalıydı. Futbol Federasyonu Başkanı da Haluk Ulusoy’du. Mehmet Oktut ve Mehmet Köseoğlu ile Haluk Ulusoy Antalya’da bir araya geldik. Kendisini ziyaret ettik. Durumumuzu anlattık. Kayseri maçı Nevşehir veya Niğde’de oynamak istiyordu. Biz ise maçın Ankara’da oynanmasını istedik. Haluk Ulusoy, Mehmet Oktut’a “Mehmet abi” diyordu. Mehmet Oktut’un isteği ile maç Ankara’ya alındı ve Kayseri’yi yenerek şampiyon olduk.  Bir de Özden ve Tayfun’un transferinde ikisiyle anlaşmıştık. Ama Kayseri 100 milyar para istiyordu. Parayı verdik. Bir de Faruk’u verdik ve Özden ile Tayfun’u Kayseri’den aldık.

FUTBOLCULAR BOŞ KAĞIDA İMZA ATIYORLARDI

Futbolcular bizim dönemimiz de boş kâğıtlara imzalar attılar. Sizin sözünüze inanıyoruz. Bunda bir sorun görmüyoruz dediler. Hala birçok futbolcunun boş mukavelelere imza attığı mukaveleler var. Hala arar ve görüşürüz. “Ogün hala sizin yönetiminizde gördüğümüz desteği kimseden görmedik” der. Bir gün bütün futbolcular toplandık. “Bize para pul vermeyin. Hepimiz birer bucuk yıllık imza atalım. Ama takımı bırakmayın” dediler. Müjdat Yalman ilk yönetimi devraldığımız sezon sonunda “siz bu takımı nasıl yaptınız. Ya Allah size çok büyük yardım etti ya da siz bu işi biliyorsunuz. 5-6 senede oturacak bir takım yapmışsınız. Bu bir senede yapılacak iş değil. Rize’nin 15 yılda yaptığı yapmışsınız” dedi.

RAHMETLİ TEVFİK LAV İLE ÇOK İYİ UYUM SAĞLAMIŞTIK

Ziya Doğan ile 15 gün çalıştık. 16. gün Ziya Doğan ile anlaşamayacağımızı anladık ve Ziya Doğan’ı göndererek rahmetli Tevfik Lav ile anlaştık. Rahmetli ile çok iyi çalışmalarımız oldu. Kötü bir trafik kazansı sonucu kaybettik, çok uyumlu bir insandı. İdealisti. Kendisini çok sevmiştim.

SÜPER LİGDE YÖNETİCİLİK YAPMAK ARTIK KOLAYLAŞTI

Bugün süper ligde bir takım yönetmek hiç de zor değil. Yöneticiysen kimseye minnetin olmayacak. Süper Lig’deki takımı çok rahat idare edersin. Zaten 13-14 trilyon gelirin var. İstikrarlı bir yönetim, istikrarlı bir teknik kadro ile hiç kimseden para pul almadan başarılı olursun. Bunun da örneğini Sivasspor veriyor. Hakemler bile problem olmaz.

OKTUT ÇOK İYİ FUTBOLCU, ÇOK İYİ BİR YÖNETİCİ İDİ

İlk yöneticilik yaptığım Mehmet Oktut döneminde gördüm ki Oktut çok iyi bir yönetici. Her hafta toplanıyorduk ve her yöneticiden para toplanıyordu. Önce parayı kendisi verirdi. Mutfak parasına varıncaya kadar, deplasmanlar da dahil her yönetici kulübün masrafını kendi cebinden karşılardı. Mehmet Oktut çalıştığım başkanlar içerisinde çok büyük saygı duyduğum, hürmet ettiğim; futbolculuğunu, yöneticiliğini, insanlığını beğendiğim ender bir insandır. Çok dürüsttür. Kulübün bütün işlerini, bütün fatura, fişi tek tek inceler. Çok iyi bir Konyasporludur. Biz hep ondan sistemi ve yöneticiliği öğrendik.

MEHMET KÖSEOĞLU ÇOK TİTİZDİ

Mehmet Köseoğlu; o da Konyaspor’un başarılı olabilmesi için, borçsuz bir yönetim olması için çok büyük fedakârlıklar yaptı. Özkafa’nın belediye başkanlığı döneminde yönetici olarak çok büyük destek gördük. Özkafa özellikle Karatay Belediye Başkanı iken çok büyük maddi katkılar sağladı. Mesela Halil Ürün de belediye başkanı idi ama onun vaatleri hep sözde kaldı. Allah da yardım etti ama Özkafa bize çok büyük destek oldu.

KONYASPOR YÜZÜNDEN TİCARİ HAYATIMI BİLE DÜŞÜNMEDİM

Ticari hayatta genelde zorlanmadım. Ama 2000 yılında Konyaspor sevdası yüzünden de kendi işlerimi çok aksatmıştım. Çünkü bütün işimi 15 yaşındaki oğluma bırakmıştım. Kendim futbol şubesi sorumlusu olduğum için takımla yatıyor takımla kalkıyordum. Deplasmanlara gidiyor, kamplarda kalıyordum. O yıllarda ticaretim riske girdi, sıkıntı çektim. Futbolcularla ilişkimiz çok düzenli ve mesafeli idi.

ÇOCUKKEN EN BÜYÜK İDEALİM FUTBOLCU OLMAKTI

Ben kendim futbol oynamayı, futbolcu olmayı hayal ederdim ama babam hiçbir zaman buna izin vermedi ve iş hayatına genç yaşta atıldım. Futbol yöneticiliğini de bu yüzden çok severim.

GEZMEYİ ÇOK SEVERİM

Gezmeyi çok severim. Bizim ailede siyaseti, sosyal işleri hep Halil abim yaptı. Müzik dinlerim. Klasik Türk Sanat Müziği’ni severim. Üç oğlum var; Serdar, Serhat, Çağatay. Artık işleri de onlara bıraktım.