Halis ÜNAL

İdmanyurdu’nun formasını giyen, İdmanyurdu kulübünde umumi kaptanlık ve başkanlık yapan, Konyaspor İdmanyurdu birleştiği zaman Yeşil-Beyazlı Konyaspor Kulübünün ilk başkanı olan ayrıca DP, AP ve DYP'de siyaset de yapmış başarılı isim...

Bir dönem İdmanyurdu’nun formasını giyen daha sonra uzun yıllar İdmanyurdu kulübünde umumi kaptanlık ve başkanlık yapan, Konyaspor İdmanyurdu Kulüpleri birleştiği zaman Yeşil-Beyazlı Konyaspor Kulübünün ilk başkanı olan, yine sportif çalışmalarının yanı sıra Demokrat Parti, Adalet Partisi ve Doğru Yol Partisinde görev alan, mesleği muhasebecilik olan Konya beyefendisi Halis Ünal; 29 Ekim 1929’da Şefika-Hasan Ünal çiftinin üç erkek çocuğundan birisi olarak dünyayla gözlerini açtı. Ünal ailesinin evi o yıllarda Konya’nın merkezi bilinen semtlerinden Ahmet Fakıh Mahallesi’ndeydi. Bu mahalle yine o yılların bilinen ve en rağbet gören Çukur Mektebin bulunduğu mahalle idi. Ev yine tipik bir Konya evi olarak toprak damlı, kirişli, bunun üzeri de kamışla kaplı çelenlerinden topraklar akan bir ev…

 

KERİMOĞULLARINDAN HASAN ÜNAL SEVİLEN BİR MERKEZ VAİZİ

 

Baba Hasan Ünal uzun yıllar merkez vaizliği yapmış. Aile Kerimoğulları lakabı ile biliniyor, tanınıyor. Baba Hasan Ünal’ın ailesi de uzun yıllar önce Konya’ya Bulamus köyünden (Akpınar köyü) göçüp, Konya’ ya gelip yerleşmişler. Yani konuğumuz ve kardeşleri aslen doğma büyüme Konyalılar. Baba Hasan Ünal, Konya’da medrese tahsili yapmış. Yani Medrese mezunu, aydın, kültürlü, okumayı ve okutmayı seven bir adam imiş. Baba, zamanında ticaret de yapmış. Hayvancılık besi işi alıp satma ile ilgilenmiş ama daha sonra merkez vaizliğini kendisine meslek edinmiş.

 

ÜÇ KARDEŞ DE İLERLEYEN YILLARDA BAŞARILI OLUYOR

 

Halis Ünal’ın ifadesi ile varlığı ve yokluğu bir arada yaşayan ailenin üç çocuğu da ilerleyen yıllarda başarılı oluyorlar ve yer aldıkları camiada sevilen sayılan isimler olmanın yanı sıra, etkinlikleriyle kendilerini kabul ettiriyorlar. İsterseniz ailenin diğer fertlerinin hikayesini konuğumuzdan dinleyelim:

Biz üç kardeştik en büyük abim Mehmet genç yaşta vefat etti. Ankara’da vefat etti, o da zamanında İdmanyurdu kulübünün yeşil-beyazlı formasını giydi. Yanılmıyorsam 1931-1932 sezonunda İdmanyurdu’nda oynadı. 52 yaşında vefat etti. Ona İdmanyurdu’nda Şam Mehmet derlerdi.  Diğer kardeşim İsmail ise Ankara’da Toprak Su Bölge Müdürü idi, emekli oldu. 

 

ÇUKUR MEKTEBİN BAHÇESİNDE YALINAYAK TOP OYNARDIK

 

Bizim zamanımızda Konya çok iyi idi. Çukur Mektep daha sonra Mahmut Şevket Paşa İlkokulu oldu. Bu okulun bahçesinde yalın ayak oyun oynardık, daha çok da top oynardık. Dediğim gibi o zamanlar biz varlık ve yokluğu bir arada gören yaşayan bir nesiliz. 1950’lerde bir kanun çıkmış… Merkez vaizlerine kadro verilmiş ve merkez vaizleri maaşa bağlanmış, babam buna razı olmamış. Bu parayı kabul etmemiş, “ben ilmi para ile satmam” demiş. Onun böyle dediği zamanlarda bile aslına bakarsanız aile olarak 2.5 liraya ihtiyacımız vardı.

Ama babam dediğini yaptı ve vaizliği para ile yapmadı. 

 

DUYULDULAR, KETENCİLER, HACI ÖMERLER KOMŞULARIMIZDI

 

O yıllar çok iyi idi, çok güzeldi, çok mutlu oluyorduk. Mutlu olmayı biliyorduk.  Çok iyi komşularımız vardı. Komşuluk ilişkileri de mükemmeldi. Komşularımız ile bir aile gibiydik. Duyuldular vardı, komşumuz olan bu aile Mevlevi sülalesindendi. Ketenciler, Hacı Ömerler komşularımızdı. Köprübaşından türbe önüne kadar olan kısımda herkes birbirini tanırdı, bilirdi. Bu semtten Gençlerbirliği’nde, İdmanyurdu’ nda top oynayan çok futbolcu çıktı. Bizim de çok iyi top oynayan komşularımız vardı. Solak Süleyman, Poz Ali, Ali Galip… Bunlar bazıları. Mesela bir de o mahalleden söz edince o yıllarda çok kar yağardı. Biz de çok kürüdük, başkalarına kürütecek paramız yoktu ki.

 

MAHMUT ŞEVKET PAŞA’DA VASAT BİR ÖĞRENCİ İDİM

Okul çağına geldiğim zaman Mahmut Şevket Paşa İlkokulu’na gittim. Bu okulda o kadar çok öğretmen değiştirdik ki, öğretmenlerimizin isimlerini bile hatırlamıyorum. Ama sadece 4 ve 5. sınıfta bizi bir öğretmen okuttu; o da gazeteci Erol İlday’ın amcası olan Murtaza İlday Hoca idi. Derslerle pek aram iyi sayılmaz idi. Öyle sınıfta filan kalmıyordum ama o kadar da başarılı parlak bir öğrenci değildim. Zaten oyunu özellikle de futbolu çok seviyordum Aklımız fikrimiz toptu. Okuldan derslerden kalan zamanlarda tatil günlerinde vaktimizi futbol oynamak alıyordu. Bol bol okulun bahçesinde top oynardık.

 

SANAT OKULUNUN İKİNCİ SINIFINDA İDMANYURDU GENÇ TAKIMINDA OYNUYORDUM

 

İlkokuldan sonra Sanat Okulunun orta kısmına gitmeye başladım. Mobilya kısmına gittim. Ama burada da vasat bir öğrenci idim. Ortaokul ikinci sınıfta iken de İdmanyurdu genç takımda forma giyiyordum artık. Yıl 1945-1946 idi. İdmanyurdu’ nu o genç takımı o zaman Solak Süleyman çalıştırıyordu. Genç takımda kısa süre oynadım, ondan sonra İdmanyurdu birinci takımına yükseldim, orada forma giydim. Hem sağ hem de sol açık oynuyordum, her iki ayağımı da iyi kullanıyordum. İdmanyurdu birinci takımına yükseldiğim zaman henüz 16 yaşında idim. O hafta kim yoksa kim iyi değilse duruma göre değişirdi. Yani sağ açık yoksa ben sağ açık oynardım sol açık iyi değilse geçer sol tarafta açık oynardım.

 

İDMANYURDU’NUN BAŞARILI OYUNCULARI

 

Mesela Sarraf Nuri, Mehmet Şan, Harun Abi, Tirit Tevfik, Desteli Siyit, Poz Ali, Kaleci Ergun o zaman İdmanyurdu takımının en başarılı bilinen, sevilen oyuncuları idiler. Bin yine o yılarda okulun mobilya bölümü öğrencisi iken tek hatırladığım hocamız da Hüseyin Esirgen idi. Daha sonra Sanat Okulu’nun lise bölünme gittim ve burayı bitirdim. Bu yıllarda da İdmanyurdu’nda forma giydim.

 

HAPİSHANENİN ORADAKİ SAHA

 

Bizim futbol oynamadığımız zamanlarda saha İmam Hatip Lisesinin yanında idi. Hapishanenin yanında. Toprak zeminli bir saha idi. Toprak olsa yine iyi bir de dikenli otlar olurdu, düştüğümüz zaman toprağın yanı sıra bu dikenler çok fena batardı. Yerler adeta bir zımpara gibi olurdu, 1952 yılına kadar bu sahada top oynadık.

 

İDMANYURDU SADECE EVLENİRKEN EŞİME BİR İĞNE YANİ BROŞ ALMIŞTI

 

Bizim o yıllarda en büyük rakibimiz Siyah- Beyazlı Gençlerbirliği idi. Bizim o yıllarda Gençlerbirliği ile yaptığımız maçlar bugünkü Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş derbileri gibiydi. Ama Gençlerbirliği ile öylesine rakip olmasına rağmen Gençlerbirliği’ni yendikten sonra mükâfat olarak bile bizi yöneticiler en fazla götürseler götürseler ancak bir yemek yemeye götürürlerdi. Tabii o da her zaman değil arada sırada bir işte. Bir yemek yerdik hepsi topu topu bu kadar. Biz yarı profesyonel idik o tarihlerde, takımda sadece bir iki oyuncu para alırdı onlar da bugünkü rakamlara göre çok komikti tabii. Bizim zamanınızda en büyük parayı Harun abi alırdı. Hiç unutmuyorum bir gün başkan Harun abiye 20 lira vermişti, çok büyük bir para idi. İdmanyurdu’ndan ben de para değil de para gibi değerli olarak evlenirken eşime düğün hediyesi olarak bir iğne, yani broş almışlardı. Bunun dışında yıllarca İdmayurdu’nda oynadım ama İdmanyurdu’nun bir kuruşunu dahi görmedim, para hiç almadım.

 

YARIM PORSİYON KEBABIN HESABI YAPILIYORDU

 

Yine bir gün Gençlerbirliği ile bir derbi maçı oynamıştık ve o maçı kazanmıştık. Yöneticiler bize mükâfat olarak yemeğe götüreceklerdi. O gün de Bedestendeki kebapçıya gidecektik. Ama yöneticiler porsiyon konusunda peşin peşin pazarlık yapıyorlardı. Ama Mustafa Kibaroğlu ile Raif abi yarım porsiyon kebap daha fazla yemek istiyorlardı. Bir porsiyon 2.5 kuruş idi. Bir buçuk porsiyon kebap 3.37 kr. İdi. Yani toplam 7.5 kr idi. Bizim yöneticiler önce “olmaz” dediler bunun üzerine benle bir arkadaş yarım porsiyonluk haklarımızdan vazgeçmek istedik. Yöneticiler bunun üzerine onların yarım porsiyon fazla yemelerine razı oldular.

 

BİZİM İÇİN GENÇLERBİRLİĞİ MAÇLARI NE KADAR HAYATİ OLURSA OLSUN BİZ DÜŞMAN DEĞİLDİK

 

Yine de Gençlerbirliği maçları her iki takım için de ne kadar önemli olursa olsun, maçın başı sonu ne kadar hayati olsa da hiçbir zaman biz futbolcular olarak birbirimize düşman olmadık. Sahada birbirimize karşı ne kadar dişe diş mücadele versek de sahadan çıktığımız zaman biz en iyi arkadaş oluyorduk. Mesela Ali Galip vardı Gençlerbirliği’nde oynayan... Sahada karşı karşıya oynamamıza rağmen maçtan sonra kapının önünde biz birbirimizi bekler, sahadan birlikte çıkar, evin yolunu tutardık. Sahada kıran kırana idik ama saha dışında kardeş gibiydik. Aramızda asla düşmanlık olmazdı. Mesela Mehmet Ortaer vardı. Kendisi Gençlerbirliği’nin kaptanı idi. Rakiptik ama daha sonraki yıllarda kendisi ile biz ortaklık bile yaptık. Mesela Nuri Yenal vardı, onunla birbirimizi çok severdik. Yani karpuz kesmekle yürek serinlemez.

 

ASKERLİĞİMİ URFA’DA YAPTIM

 

Askerliğimi 1951 yılında Urfa’da yaptım. Kademede parça ambarında vatani görevimi tamamladım. Hatta bu süreçte hiç askeri elbise bile giymedim desem yalan söylememiş olurum. Burada parça ambarında 80-90 kişi vardı. Ben saymanın yanında idim. Mesela o zaman Urfa’da Urfa Gençlikspor vardı. Onların sahasına gider, antrenman yapar, sportif çalışmalarımı sürdürürdüm.

 

BELEDİYEDE İŞE GİRDİM AMA DEMOKRAT PARTİLİYDİK

 

Askerlik sonrası Konya Belediyesi’nde işe girdim. O zaman Nafiz Bey Belediye Başkanı idi. Daha sonra da Sıtkı Bey (Sıtkı Bilgin) Başkan vekilliği yaptı. Ben 1955 yılında Demokrat Parti Gençlik Kollarında ikinci başkan idim. Ama 1960 yılında siyasi yönümüz yüzünden bir gün belediyeden bize tasarruf tedbirleri diye önümüze birer zarf koyuverdiler. Yani birer mektup verdiler ve bizi belediyeden sessizce uzaklaştırdılar.

 

SÜLEYMAN BEY, OĞUZ ATALAY’I KASTEDEREK ‘KENDİ DELİNİZE SAHİP ÇIKIN’ DEMİŞTİ

 

Siyaset demişken uzun yıllar Demokrat Parti, Adalet Partisi, Doğru Yol Partisi’nin Konya teşkilatlarının çeşitli kademelerinde görev aldım. Biz çalışırken tabii partinin başında Süleyman Bey vardı. Süleyman Bey çok akıllı-zeki bir adamdı. Bizi kabul ettiği zaman hepimizi ismen tek tek bilir, bize de isimlerimiz ile hitap ederdi. En son 1978’de o bilinen 11’ler olayında bizden de CHP’ ye geçenler olmuştu. Ara seçimi biz 5-0 kazanmıştık. Yani seçimleri Adalet Partisi almıştı. Ecevit istifa etmişti. Demirel hükümeti kurmuştu. Oğuz Atalay da bu 11’lerin içinde idi. Ara seçimden sonra biz kendisi için Süleyman Beye gitmiştik. Kendisine Oğuz Atalay için yalvardık yakardık, en sonunda kabul edip bize “bundan sonra kendi delinize kendiniz sahip çıkın” dedi ve kabul etti, yani bizi kırmadı.

 

SÜLEYMAN BEY YÜZÜNDEN ALİ AKKÖYLÜ İLE BİLE KAVGA ETMİŞTİM

 

Süleyman Demirel yüzünden en çok sevdiğim insanlarla bile karşı karşıya geldiğim anlar oldu. Mesela bu insanlardan birisi de rahmetli Ali Akköylü idi. Bir gün rahmetli, Süleyman Demirel’e bir şey yüzünden kızmıştı. Ben de ona “Süleyman Bey yanlış yapmaz bizim yaptıklarımız yanlış” diye kızıp küsmüştüm. Ama daha sonradan bizim yaptığımızın yani benim rahmetliye karşı yaptığımın yanlış olduğunu gördüm.

 

1956 YILINDA GÜNER HANIMLA EVLENDİM

 

1956 yılında Güner hanımla evlendim. Bu evlilikten dünyaya gelen ilk çocuğumuz vefat etti. Daha sonra Yahya ve Kemal dünyaya geldiler. Yahya halen Konya Çimento Fabrikasında çalışıyor Kemal ise Ankara’da mali müşavir.

 

AYDIN’DA 3-0 DAHİ YENİLSEK ŞAMPİYON OLACAKTIK AMA BİZ 5-0 YENİLİVERDİK

 

İdmanyurdu’nun en son şampiyon olan kadrosunda takımda kulüp için çok iyi şeyler yaptık. Ama tabii bu arada hiç unutamadığım, üzüldüm maçlar da oldu. Mesela bir Aydın grubu var. Biz Aydın grubunda yer alıyorduk. Takımımız, kadromuz, oyuncularımız çok iyi idi… Bütün takımları yeniyorduk ve eliyorduk. Artık en son maça gelmiştik. Bu maçın bir anlamı yok gibiydi. Yani o çok iyi kadromuz ile son maçta rakibimize 3-0 yenilsek bile biz yine şampiyon oluyorduk. Ama biz o son maçı 5-0 kaybettik ve şampiyon olamadık. Bizim futbolcuları sahada tanımamız mümkün değildi. Çünkü hepsi sahada koşmak, mücadele etmek bir yana adeta zor yürüyorlardı. Tabii durumu sonradan öğrendim, bu tamamen bizim yani yönetimin bir hatası idi. Çünkü bize gol atan takımdan değil bir maçta beş gol bizim karşımıza çıkıncaya kadar rakiplere attığı tek bir gol dahi yoktu. Ama dedim ya bu bir yönetim hatası idi.

 

TÜRKİYE ŞAMPİYONLUĞUNU KAYBETTİK

 

Yine böyle çok üzüldüğüm bir Türkiye şampiyonası maçı var. Türkiye şampiyonası Samsun’da yapılıyordu. Biz son 4 takım arasına kalmıştık. Burada da Sakarya Yıldırımspor’a yenildik ve Türkiye Şampiyonu olamadık. Burada da durum sonradan öğrenildi. Burada da yine bizim yönetimin hatası vardı. Çünkü sahada kaybetmenin ardında başka bir acı gerçek vardı, onu da sonradan öğrendik ancak buradan onu söyleyemem ki.

 

MARDİN’E BİZ GİTMEDEN GENÇLERBİRLİĞİNDEN BİRİ ONLARA MEKTUP GÖNDERMİŞ

 

Profesyonel 2. lige Konyaspor ile birlikte aynı anda çıktık. Tabii ayrı ayrı gruplardan 2. lige geldik. O zaman şampiyon olan İdmanyurdu’nun bir özelliği vardı, bir tane yedek oyuncumuz yoktu. Mustafa Cambaz o yıl tam 36 gol atmıştı. Bunun da 24’ünü deplasmanlarda atmıştı. Mesela yine o yıl unutamadığım bir Mardin deplasman maçı var. Biz Mardin’e gittik… Mardin’de giriş ve çıkışın yapıldığı sadece bir tek yol vardı. Biz Mardin’e gitmeden onların yönetimine bir mektup gitmiş. Tabii biz bunu sonradan öğreniyoruz. Bunu Gençlerbirliği taraftarı olan biri Mardinsporlulara göndermiş, “sizi Mardin’de şöyle yapacağız böyle yeneceğiz” filan diye. Tabii hakaretli biraz da ağır bir mektup. Adamlar bu mektup yüzünden bizi duman edecekler. Yöneticiler bunu bize söyleyince oturduk durumu anlattık ‘Yaa biz Mardin’e geleceğiz, bunu bile bile size niye böyle mektup yazalım’ dedik. Adamlar da bunu anladılar da biz normal şartlarda sahaya çıkabildik. O maçta Nuri abi kulüp başkanı ben de kafile başkanı idim. Mardin sahası garipti, insanlar dağın yamacından maçı seyrediyorlardı. Neyse maça çıktık, maç başladı… Maç 0-0 gidiyordu. Bir ara Mustafa sağ açıktan ileriye doğru fırladı, topla buluştu. Üç Mardinli birden üzerine geldiler, onların arasından tek topla sıyrıldı, topu çok güzel çekmişti… Bu sırada kaleci de kalesini terk etmişti, o da Mustafa’nın üzerine doğru koşuyordu… Mustafa kalecinin üzerinden de tek vuruşla topu aşırdı ve golü attı ama sevinmek için jandarmaların arasına kaçmıştı.

 

SİVAS MAÇINDA MUSTAFA CAMBAZ’I DÖVÜNCE

 

Yine bir Sivas maçımız vardı. Mustafa Cambaz’ın okuması yazması yoktu... O zaman profesyonel renkli lisanslar vardı; kırmızı mavi. Bunun okuma yazması olmadığı için ona amatör olarak imza attırmıştık, o profesyonel mi amatör mü olduğunu dahi bilmiyordu, renkli lisansların bile farkında değildi. Sivas maçından önce bunu öğrenmiş, küstü oynamadı. Ben de buna kızdım iki tane vurdum, dövdüm. Adalet Partisi’nde de yöneticiyim diye tabancamız filan da vardı… Hatta buna tabancayı filan da göstermiştim. Erdoğan hoca da antrenörümüz idi. Nuri abi benim Mustafa’yı dövdüğümü öğrenmiş, geldi bana çıkıştı… “Bu kulübün Başkanı benim” filan dedi. Mustafa dayağı yedikten sonra ikinci yarıda sahaya çıktı, çok güzel oynadı ve 3 gol birden attı. Nuri abi maçtan sonra geldi ‘Ya halis keşke şuna beş vursaydın da beş gol atsaydı’ dedi. Tabii biz bu kulübün menfaatlerini kullanırken futbolcunun da hakkını hiçbir zaman yemedik, hiç bir futbolcunun bizden bir kuruş para alacağı kalmadı. Herkesin hakkını verdik. Mesela bir Ankara Güneş maçımız vardı. Ankara Güneş o zaman iyi takımdı. Bizim çocuklar da o maçta iyi oynadılar ve bu maçı kazandılar… Biz de yönetim olarak bunları Meram’da bir restoran vardı, orayla yemeğe götürdük. Aydın Sümeralp’in abisi Alp Sümeralp vardı, bana geldi “abi bir kadeh alkol alabilir miyiz” dedi ben de o zaman onlara izin vermiştim.

 

İDMANYURDU ÇARŞISINDAKİ BAZI DÜKKÂNLAR SATILMIŞ AMA BİRLEŞME OLUNCA İŞİN PEŞİNE GİDEMEDİK

 

1977-1978’de İdmanyurdu Çarşısını yapmak için bir müteahhide verdik. Dükkânlar yapacaktık. Sıtma Savaş Müdürlüğü filan vardı… Alt katta yemekhanemiz vardı, o dönemde Sina Sinangil Başkan idi. Ama biliyoruz ki o adama çok baskı yaptılar, bir sene sonra kulübe ait dükkanların bazılarının satıldığını öğrendik. 1980 yılında Bakırcı Mehmet Ali kulübün muhasibi idi ben de veznedardım. 2.5 liranın peşine düştük… 2.5 lirayı bulamadık ben de kızdım çıkardım cebimden 2.5 lirayı verdim. Mehmet Ali bunu kabul etmedi 2.5 liranın peşine düşmüştü. İki kulüp birleşince bazılarına kıyamadım, üzerlerine gitmedim ve o satılan dükkanların hesabını kapattık.

 

KONYASPOR VE İDMANYURDU’NU BİRLEŞTİRMEK YİNE BİZE NASİP OLDU

 

1958’den sonra futbolda İdmanyurdu kulübünde yönetici olarak görev almaya başladım. 1975-1976’da da kendi istediğim ile yönetimden ayrıldım. Mesela ben bir ara yönetimden ayrıldıktan sonra Sarraf Ali, Sarraf Niyazi, Sarraf Şeref geldiler… Ben takımı bıraktıktan sonra illa takımı sen al diye beni ikna etmek istediler. Takımın ve kulübün durumu kötü idi. O zaman onlara şunu söylemiştim ‘Bakın kulübü almaya alırım ama yeniden bu iki kulübün birleşme durumu gündeme gelirse söylüyorum ben bu iki takımı birleştiririm’ demiştim. Yine kader kısmet işte bu iki kulübün birleşmesi bize nasip oldu. 1980’de iki kulüp de birleşti. 3 defa kulüp başkanlığı yaptım, çeşitli dönemlerde umumi kaptanlık yaptım. Aslında iki kulübün birleşme aşamasında kulüp başkanı olarak Mustafa Bülbül ismi üzerinde anlaşmıştık. Dönemin valisi ile komutanlar da Mustafa Bülbülün başkan olmasını istiyorlardı. Ama son anda ne olduğunu hala anlamış değilim, Mustafa Bülbül bir anda ortadan kayboldu. Kayıplara karıştı. Ben kendisini ararken paşa, yani ordu komutanı beni aradı ve ‘Hiç boş yere kendini yorma sen kulüp başkanı olacaksın’ dedi. Ben kulübü Mehmet Oktut’a teslim ederken “aman bu kulübe politikayı sokmayın” demiştim. 

 

ADALET PARTİSİ’NDE 8 SENE YÖNETİCİLİK YAPTIM

 

Demokrat Parti’den sonra Adalet Partisi’nde il yönetim kurulu üyeliği yaptım. İl başkanı o zaman Muzaffer Kocaman idi, 8 sene yöneticilik yaptım. 1980’de ilçe yönetim kurulu üyeliğinde bulundum. DYP’ nin de Konya’da kurucu üyesiydim. 27 Mayıs 1960 ihtilali öncesi Halis Bağrıaçık, Mustafa Güzelkılıç ve ben yüksek mahkemeye sevk edildik. 25-26 Mayıs’ta Adnan Menderes Konya’ya gelecekti, Konya’da miting vardı. Biri bir mektup yazmış, meğer biz silah dağıtıp halkı isyana teşvik edecekmişiz!

***

Bugün yine toplumun, tanıdıklarının, eşinin dostunun bir ihtiyacı durumunda yardımına koşan Halis Ünal, Yaşar Doğu Camii ve Yaşar Doğu İlköğretim Okulu’nun Okul Yaptırma Derneği’nde Abdullah Okur hocanın isteği ile çalışmış.