Ahmet Altan / Taraf
Darbecilik
Dün bütün televizyonlarda 27 Mayıs darbesiyle ilgili görüntüler ve programlar vardı.
Darbelerin ve darbecilerin o yapışkan iğrençliğini, kendi halkına ihanet etmenin ruhlarına yerleştirdiği o alçakça bencilliği, topunu birden güvenilmez kılan o kalleşliklerini hatırladım.
Postalları, apoletleri, ellerindeki silahlarıyla insanların hayatlarını nasıl aldırmaz bir küstahlıkla çiğnediklerini hatırladım.
Hastane yatağında Denizlerin idamını öğrendiğinde Gülnur’un, “ben bu ülkede çocuk doğurmak istemiyorum” diye nasıl ağladığını...
Atatürk’ün aşçısının kızı olan Leyla Hanım’ın sırf “Rusçadan romanlar çevirdiği” için bir sabaha karşı nasıl askerler tarafından sürüklenerek götürüldüğünü, bir daha kendini toparlayamayıp hayatının sonunu nasıl felçli geçirdiğini...
Yaşar Kemal’in, sabah serinliğinde kendisini alan askerlerin arasında oturduğu cipten gür sesiyle “beni götürüyorlar Çetin” diye nasıl bağırdığını...
Erdal Eren’i asabilmek için nasıl kemik yaşını değiştirdiklerini...
Kendi ülkesini, kendi halkından aldığı silahla işgal eden rezillerin radyodan duyulan o buyurgan sesini...
Gazetelerdeki idam resimlerini...
Ömer Ayna ile Bozkurt Nuhoğlu’nun, Maltepe hapishanesinin demir parmaklıkları arkasından ziyaretçilere nasıl baktıklarını...
Kışla kapılarında yakınlarını arayanlara nasıl zulmettiklerini...
Öldürülen çocukları...
Diyarbakır Cezaevi’ndeki kulaktan kulağa yayılan işkenceleri...
Selimiye’nin kapısında oğlunu arayan yaşlı kadının ağlayışını...
“Bizimkileri asarlar mı acaba” diye soran annenin acıyla kasılmış fısıltısını...
“Asmayalım da besleyelim mi” diyen canavarlığı...
Gece karanlığında basılan evleri...
Bir düşman ordusunun işgalci subayları gibi insanlara tepeden bakarak yürüyen darbeci albayları...
Bütün bunları, bütün bu acıları, bütün bu baskıları, zulümleri, açığa bile vurulamayan kederleri hatırlıyorum.
Hatırlıyorum bütün bunları.
Darbe planları yapanlardan, “ben AKP’ye karşıyım, AKP yıkılacaksa darbe olsun” diyen ve kendini solcu sanan belkemiksiz sefillerden, darbe yolunu açmak için kaos yaratmaya uğraşan alçaklardan, bütün darbecilerden, işbirlikçilerinden, kışkırtıcılarından iğrenmem, bütün bunları hatırladığım için.
İğrenirim ben darbecilerden.
Kendi halkına ihanet eden darbelerden iğrenirim.
Onlara duyduğum öfke bitmez.
Ağlayan kadınları, ölen çocukları, zindanlara atılan insanları, işkencelerde kırılanları unutmam ben.
Unutanlarla yollarımız çoktan ayrıldı zaten.
Onlar yeni darbeler, yeni alçaklıklar peşinde koşuyorlar.
Ergenekoncuları alkışlayıp, “darbe yapacağından ümitli” oldukları paşaları karşısında gerdan kırıyorlar, kendi halklarını aşağılayıp, kendi insanlarını satıyorlar.
Yeni darbeler yapılıp, yeni idam sehpaları kurulduğunda, ölecek insanları seyredecekleri tribünlerde kendilerine koltuk ayırtıyorlar.
Bir insan için darbe alkışlayıcılığından daha rezil ne olabilir?
Hâlâ darbe planları hazırlayanlar çıkıyor.
Hâlâ onları savunanlar çıkıyor.
Neyi savunuyorsunuz? Savunduğunuz, ölüm, işkence, zulüm.
“Asmayalım da besleyelim mi” diyenlerin, bu dediklerine uygun biçimde gençleri astıranların yazdığı anayasalara sahip çıkıyorlar, ortaya konulan onca plana, topraktan fışkıran onca silaha, Hrant’ın kanlı bedenine, Danıştay baskınına rağmen “Ergenekon yok” diyorlar, “muhtıraların karşısında” yarı bellerine kadar eğiliyorlar, yeni darbelerin yolunu açabilmek için “sivil vesayetten” söz ediyorlar, en fazla bir yıl içinde seçim yapılacağını bile bile sanki hiç seçim yapılmayacakmış gibi sivilleri suçluyorlar, “darbecilikten” sanık bir orduyu yüceltiyorlar.
Darbelerden ve darbecilerden iğrenirim.
Kendi halkına ihanet eden kalleşlerdir onlar.
Öfkem hiç bitmedi, hiç bitmeyecek.
Ben unutmadım çünkü, ben asla unutmadım.
Unutmaktan medet umanlar unutsun olanları.
Onlar alkışlasın darbeleri, onlar alkışlasın Ergenekonları, onlar alkışlasın muhtıraları. Onlar darbeci sürüngenlerin arasında, belkemiklerini kırıp, arkalarında yapışkan izler bırakarak bir iktidar hayaliyle sürünsünler.
Biz unutmadık, biz unutmayacağız.