Bu günlerde sahip olduğumuz tüm kontörlerimizi bol bol harcıyoruz.
Ahlak kontörlerimizi savuruyoruz çok sahipmişiz gibi mesela. Vicdanımızı demiyorum, çoktan tükettik bile.
İnsanlık mı? En son o kavramın, Suriyeli yavruyla kıyıya vurduğunu duymuştum. O yüzden ondan hiç bahsetmeyelim, elimizde harcayacağımız bir insanlığımız bile kalmamışken…
Kalan son kırıntılarımızı da hep boşa harcıyoruz. Yok oluşumuzu izliyoruz her birimiz.
Aslında çoğu kişi benimle aynı fikirde. Her şeyi tükettiğimizi düşünen kesimin sayısal ağırlığı hayli fazla. Hal böyleyken aklıma takılan şeyi sormak zorunda hissediyorum: Herkesin doğruyu söylediği yerde nasıl bu kadar yanlış var?
Cevap veriyorum: Samimiyetsizlik.
Samimi değiliz.
Kahramanlığımız klavye kahramanlığı…
İnsanlığımız sadece Twitterda bir hashtage yazdıklarımızdan ibaret.
Kardeşliğimiz bir taraftan biri ölene kadar devam eden bir süreç.
O inançlı insanlar hayallerimizde, hurmayla oruç tutanlar; gerçekler ise sevgilileri tarafından hurma şekeri olarak hitap edilen dindar kızlar; yani fos!
Hepimiz internet ortamında mükemmeliz realitede ise kimse yazdıklarının arkasında değil.
Buna hepimiz dâhiliz.
Niye? Çünkü ne üzüntümüzde samimiyiz ne diğer söylediklerimde…
Suriyeli çocuğun ölü bedeninin fotoğrafı üzerinden duyar kasmaya çalışanlarla, turist olarak memlekete gelmiş Araplara bile tahammül edemeyen adamlar aynı. “Hırsız bu Suriyeliler” diyenler ne kadar samimiler(!) öyle, gerçekten bu durum karşısında gözlerimden gelen yaşlara hâkim olamıyorum!
Bir yavrunun fotoğraflarının boy boy döndürülüp aynı şiirlerin altına dizilmesi ve bir tuşa basmanla duyarlı insan formuna girmene ancak korkuyla, usançla bakabilirim.
Dün kapımıza geldiğinde dilenci dediğimiz çocuktu o ölen.
Önceki gün “Şunlar bir gitselerdi” dediğin ailenin çocuğuydu.
O çocuk neden öldü biliyor muyuz? Twitter Müslümanı olduğumuz için öldü.. İnan bana senin üzülmene, hiçbirimizin üzüntüsüne ihtiyacı olmayan bir melek o.
Samimiyetsiz üzüntülerimizin hesabı sorulduğunda vereceğimiz cevaplar ne olacak merak ediyorum doğrusu…