28-30 Nisan 2006 tarihlerinde Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ‘Harran Okulu’ konulu uluslararası bir sempozyum düzenledi. Yerli ve yabancı çok sayıda bilim adamı medeniyet tarihi açısından Harran okulunu değişik yönleriyle ele aldı. Kapsamlı ve çok değerli bildiriler sunuldu, tartışmalar yapıldı.
Bilindiği gibi tarihsel süreçte Harrân, antik dönemden İslami döneme kadar farklı medeniyetlerin kesişme noktası olmuştur. Hiç kuşkusuz bu okul; ilâhiyat, kültür ve medeniyet bağlamında insanlık düşüncesine ortak katkıda bulunmuştur. İşte bende bu sempozyuma “Harrânilerin teolojisinde tanrı tasavvuru” konulu bir bildiri ile katıldım. Okurlarımıza faydalı olur düşüncesiyle bu bildirimin bir özetini sunuyorum.
Kur’an-ı Kerîm Harrânlı paganistlerin; Yıldız, Ay ve Güneş gibi gök cisimlerine ve onları temsil eden yerdeki putlara taptıklarından haber vermiştir. İşte bu bağlamda Şehristânî, Hz. İbrahim peygamberin Harrân’da bulunduğu sırada Harrânîlerin önemli dini akımlarından olan ashâbu’l-heyâkîl ve ashâbu’l-eşhâs mensuplarıyla tartıştıklarından bahseder.
Kur’an’a göre Hz. İbrahim’e; tefekkür, ilim, anlayış, aklı yerinde kullanma, nübüvvet, muhakeme ve mukayese yeteneği verilmiştir. O, akıl devriminin mimarıdır. Bu açılardan düşündüğümüz zaman Hz. İbrahim, imanın aklîleştirilerek bilgisel temellere oturtulması konusunda bir prototip olarak karşımıza çıkar. O’nun Harrânlı paganlarla yaptığı tevhid mücadelesinde bu akılcılığını görmemiz mümkündür. Nitekim putlara tapan ashâbu’l-eşhâs ehline ‘ilzâm yöntemi’ ile şahıslara tapmalarının anlamsızlığını ve saçmalığını vurgulamıştır. Çünkü Allah’tan başkasına tapıcılık, özgürlükle bütünleşmiş şahsiyet kimliğini bir tarafa atmadır. İnsanın özgürleşmesine atıfta bulunan İbrahim Peygamberin, şahısların suretlerine tapan paganistlere, sizi ve yaptığınız şeyleri Allah yarattı. Yaptığınız putlar, neticede sizin eserinizdir. Sizin aklınız yok mudur? manalarına gelebilecek şekildeki uyarısı bunun içindir. (bkz. es-Saffat, 95-96).
Hz. İbrahim’in babası Âzer, ashâbu’l-eşhâs’ın taptığı putları imal etmede kavmin en mâhir sanatçısıdır. Harranlılar, onun sanatkarlığına son derece hayranlık ve güven duyarlar. Bu sebeple putperestler, putları ondan satın alırlardı. Bundan dolayı Hz. İbrahim’in delillerinin çoğu, babası ile ilgilidir. Çünkü onun şahsında, putperestlerin ilzâmı/susturulması daha kolay olmuştur. Onun; “duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan nesnelere niçin taparsın?”(bkz. Meryem, 42; En’âm, 74 şeklindeki söylemi her ne kadar doğrudan babası Âzer’e ise de onun şahsında bütün putperestlere seslenmiştir. Arap belagatında buna “zikri cüz irâdetü’l-kül” denilir. Hz. İbrahim, babasına, sen bütün gücünle çalıştın, bilgini kullanarak göksel cisimler karşılığında putlar imal ettin, ama bu bilgi ve çalışma gücüne rağmen işitici ve görücü, fayda ve zarar verici özelliklerle donanmış putlar yapamadın. Senin buna gücün yetmez. Halbuki sen, işitici, görücü, fayda ve zarar verici özelliklere sahip yaratılışınla onlardan daha şereflisin, demek istemiştir.
Diğer taraftan İbrahim Peygamber, Yıldız, Ay ve Güneş gibi göksel cisimleri tanrılaştıran ashâbu’l-heyâkîl’e yönelerek, onların politeist Tanrı anlayışlarını dramatizasyon yöntemiyle eleştirmiştir. Bilindiği gibi öğretim yöntem ve teknikleri arasında yer alan; rol oynama, rol yapma, toplumsal oyun (sosyo-drama), drama, canlandırıcı oyun (dramatik oyun) denilen bu öğretim yöntemi, dramatizasyon üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla dramatizasyon; oyunlaştırma, canlandırma, rol yapma anlamlarına gelmektedir. Bu yöntemden amaç, başkalarının kimliğine bürünerek, onların nasıl hissettiğini, düşündüğünü ve etkinlikte bulunduğunu sosyo-drama yöntemiyle ortaya koymak suretiyle vâkıanın olumlu-olumsuz yönlerini muhataplara kavratmaktır. İşte Hz. İbrahim de ashâbu’l-heyâkîl’in şirke dayalı Tanrı tasavvurunu bu yöntemle ortaya koymuştur. O, hiçbir zaman Allah’tan başkasına kulluk etmemiştir. Zaten el-En’an Sûresi’nin 74. ve 78. âyetlerinden anladığımız kadarıyla başta babası olmak üzere bütün kavmini Allah’tan başkasına kulluk yaptıklarından dolayı kınamış ve Allah’ı birlemeye çağırmıştır. Harranilerin inançlarına göre Güneş, ışık küresinin meliki, rablerin rabbidir. Diğer gök cisimleri ışığını güneşten almaktadırlar. Bu sebeple o, drama yöntemiyle önce Yıldız’ların, sonra Ay’ın ve en son da ufûl eden/batan Güneşin rab olamayacağını drama yöntemiyle ortaya koymuş, sonra da batmayan ezelî ve ebedî bir ilahın varlığını kabullenmeleri gerektiğini mantıksal yollarla çıkarımda bulunmaya davet etmiştir. (el-En’âm, 76-79). Dikkat edilirse bu âyetlerde batmak anlamına gelen ‘ufûl’ kelimesi geçiyor. Ufûl kelimesinin anlam yapısında hâdislik alâmetleri olarak; zevâl, değişiklik, intikal olduğu için göksel cisimlerin ‘rab-ilâh’ olmalarının uygun olmadığına delil getirilmiştir. Çünkü kadîm ve ezelî olan bir ilah değişiklik kabul etmez. Değişimin olduğu yerde değiştiriciye ihtiyaç var demektir. O zaman ufûl ve zevâl, Tanrı’yı kemal sıfatlarıyla muttasıf olmanın dışına çıkarır. Yine aynı âyetlerde doğuş anlamına gelen ‘tulû’ ile delil getirilmesi de buna benzemektedir. Tulû’, ufûlden hâdisliğe daha yakındır.
Neticede Hz. İbrahim kavmiyle yaptığı teolojik tartışmalarında, Harrânlı paganistlere; Yıldız, Ay, Güneş gibi gök cisimlerine tapmanın insanın onuruyla bağdaşmayacağını ortaya koymuş, gittikleri yolun yanlışlığına dikkat çekmek suretiyle ritüel anlamda da yaptıklarının bir sapkınlık olduğunu göstermiştir.