Bir heykeli, bir resmi, bir filmi, bir şarkıyı, bir şiiri, bir romanı, bir televizyon dizisini beğenmeyebilirsiniz.
Bunu ifade hakkınız da vardır.
Demokrasileri demokrasi yapan ifade özgürlüğü böyle işler.
Ama eğer bununla yetinmez de sanatçının, edebiyatçının, yazarın üstüne yürürseniz, sesini kısmaya, yapıtlarını yasaklamaya, yok etmeye kalkışırsanız, o zaman işin rengi değişir.
Buna hakkınız yoktur.
İster sade vatandaş, ister başbakan olun, bunu yapamazsınız, adı demokrasi olan rejimlerde...
Anımsayın 1990’ların sonunu.
Tayyip Erdoğan bir şiir okudu diye hapse atıldı, siyasetten men edildi. Ben köşemde, şiiri siyaseten kışkırtıcı bulduğumu belirtmiş, ancak hapis cezasını demokrasi açısından eleştirmiştim.
Erdoğan şimdi Başbakan.
Çıkıyor, bir heykele uluorta ucube diyor. Yetinmiyor, gereğinin yapılacağını söylüyor. Yani yıkılacağının, yerine park yapılacağının sinyalini çakıyor.
Olmadı.
Bir şiir okuduğu için hapse atılmış, özgürlüğü kaba bir darbe yemiş bir siyaset adamı çok daha duyarlı olabilmeliydi.
Olamadı.
Hele bir başbakan olarak, bir sanatçının yapıtını uluorta ucube olarak nitelemeden önce bin kere yutkunmalıydı.
Yutkunamadı.
Yazık!
Evet, semboller vardır.
Herkes kendi sembolünü savunur.
Bu hakka sahiptir.
Hakkı olmadığı konu, o sembol uğruna karşısındakini sindirmeye, susturmaya, yok etmeye çalışmaktır.
Kimi Muhteşem Süleyman’ı sever, kimi sevmez. Kimi Abdülhamit’e tapar, kimi Kızıl Sultan der geçer. Kimi Said Nursi’yi sever, kimi onu gerici ilan eder. Kimi Atatürk der başka bir şey demez, kimi de Atatürk alerjisi ile yaşar, Atatürk’ü sevmez.
Bu semboller çoğaltılabilir.
Bu topraklarda bu sembollerin arkasına sinmiş bazı zihniyetler ve odaklar tarihi geçmişleriyle birlikte rengarenk anlatılırken, duygular da kolayca köpürtülebilir.
Bunu yaşıyoruz şu günlerde.
Ama önce şöyle bir düşünün.
Çare nedir?..
Sorsun herkes bu soruyu kendine.
Birbirimizi tüketebilir miyiz?..
Örneğin, şu sıralar gösterime giren filmiyle Said Nursi yeniden kamuoyunun gündeminde.
Nurculuk cemaatinin milyonlara varan takipçisi var.
Cumhuriyet devleti yıllar boyu hem Said Nursi’ye, hem de kurucusu olduğu cemaatinin takipçilerine hapis yolunu hep açık tutmuş, onlara çok hoyrat davranmıştı. O kadar ki, 27 Mayıs sonrası darbeciler, Said Nursi’nin mezarını bile yok ettiler. Şimdi nerede yattığı bile bilinmiyor.
Peki ne oldu?
Tüketebildiler mi Nurcuları?..
Bu soruyu, en başta, Said Nursi filmine bugün olmadık tepkileri gösterenler kendilerine sormalıdır diye düşünüyorum.
Ya da Muhteşem Yüzyıl dizisini durdurmak için başta Bülent Arınç olmak üzere canhıraş gayret içindeki muhafazakarlar da, Can Dündar’ın Mustafa’sını yerden yere vurmuş bazı Atatürkçüler de, Bilgi Üniversitesi’nde akademik özgürlüğün sınırlarını sınayan genç yönetmen adayının başına yıldırımlar yağdıranlar da, Kusturica’yla Naipaul’u bu topraklardan kovalamayı marifet sananlar da, bir an durup Said Nursi örneğini düşünmeli, kendilerini sorgulamalıdırlar.
Said Nursi’ye hayatı zindan ettik.
Mezarını bile yok ettik.
Ne oldu?..
En güzeli özgürlüktür, özgürlükçü demokrasidir.
Herkes kendi sembollerine, değerlerine sahip çıksın.
Ama başkasına karışmasın.
Başkasını susturmaya kalkışmasın.
Başkasının özgürlük alanına müdahale etmesin.
Kimse kimseyi tüketemez çünkü...
HASAN CEMAL - MİLLİYET