Temel “hastayum” dedikçe, evdekiler; “Bir şeyin yok, turp gibisin!” derlermiş!.. Fıkra bu ya; Temel, kendini iyi hissettiği bir gün, doğruca “mermerci”ye gitmiş, bir “mezar taşı” yaptırmış kendine... Üzerine de “yazı” yazdırıp, götürmüş, önceden hazırlattığı mezarlığın başına diktirmiş!.. Olacak ya, bir süre sonra da ölmüş... Çocukları, naaşını defnetmek üzere mezarlığa geldiklerinde bir de ne görsünler!..
Mezar taşında aynen şunlar yazıyor:
“Hastayum, hastayum dedum, inanmadinuz!.
Ha şinci n’oldi?”
Bir “fıkra” da olsa, verdiği mesaj, gayet net ve açık... Ortada bir “hasta” var...
Ama o hastanın iyileşmesi için ne “doktor”a götürülüyor, ne “ilâç” veriliyor ve ne de “ameliyat” ettiriliyor... Hasta, adeta “ölüm”e terkediliyor...
Ölüm, sanki bir çözüm!..
Aslına bakarsanız, Temel’in yaşadığı olay, aynı zamanda “Türkiye”yi de yansıtıyor!..
Türkiye’de de aynı durum geçerli değil mi?..
Türkiye’nin bünyesinde, hem de “kangren” haline gelmiş nice “hastalık” var ama, hiç kimse “doktor”a gitmeyi ve “tedavi” etmeyi düşünmüyor!..
Bunun yerine; “sorun”lar ve “hastalık”lar sürekli “sürüncemede” bırakılıyor, sürekli öteleniyor!..
Sonra ne oluyor?..
Merhum Nasreddin Hoca’nın dediği oluyor...
Malûm; merhum Hoca’nın “açlığa alıştırdığı” eşeği, bir gün geliyor, “nalları dikiyor!”
Sizin anlayacağınız;
“Tam açlığa alışacağı sırada, ömrü vefa etmiyor ve ölüyor!”
12 GÜN GEÇTİ, “İMZA”DAN TIK YOK!
Hele söyleyin; Türkiye’de de aynısı olmuyor mu?.. Sorunları “çözmek” yerine, onları adeta “ölüm”e terketmiyor muyuz?..
Alın, şu “imza” meselesini!..
“Aradan 12 gün geçmesine” rağmen hâlâ “imza”yı tartışıyoruz!.. “İrticayla Mücadele Eylem Plânı” adlı “ihanet belgesi”ndeki “imza”nın “yüzde 99” oranında “Albay Dursun Çiçek’e ait” olduğu tesbit edilmesine rağmen, Genelkurmay’dan hâlâ “tık” yok!..
Ne ret var, ne kabul!..
Hem “tık” yok, hem de adı geçen albayın “sivil savcı”lara ifade vermesi engelleniyor!..
Şu garabete bakar mısınız;
Hem “demokrasiye saygı”dan, hem “hukuk devletine bağlılık”tan söz ediyoruz ama, albayımız gidip de “sivil savcı”ya ifade vermiyor!..
Söyleyin; bu ne biçim “hukuk devleti”dir?
Oysa, Genelkurmay eski Başkanı Hilmi Özkök’ün ne yaptığını biliyorsunuz...
Org. Özkök; “Ergenekon savcıları”na saatler süren ifade vermişti... Peki, ifade vermişti diye “onur”unda veya “rütbe”sinde bir eksilme mi olmuştu?..
“Eski bir Genelkurmay Başkanı” ifade verecek ama “albay”ımız direnecek!..
Hiç olacak şey mi?..
Neden gitmiyor acaba?..
Niye ifade vermesi sağlanamıyor?..
Albayımız, bir “yara”sı olduğundan kendine mi güvenmiyor, yoksa “gözaltına alınacağından” mı korkuyor?..
Sebep ne olursa olsun, manzara ortada:
“Doktor”a gitmek yok, “ilaç” almak yok, “ameliyat” olmak yok!..
Dolayısıyla “tedavi” de yok!..
Yani “çözüm” yok!..
İstiyorlar ki, unutalım!.
CİNAYETLER BİLE FAİLİ MEÇHUL KALMIYOR!
Geçenlerde televizyon kanallarından birinde “Ankara Emniyeti’nin başarıları”yla ilgili bir haber dinlemiştim...
Deniliyordu ki;
“Ankara’da işlenen bütün cinayetlerin failleri yakalandı... Hiçbir faili meçhul kalmadı!.. Bu başarılı çalışma Avrupa ülkelerinin de ilgisini çekmiş olmalı ki; Ankara Emniyeti’nin başarısını yerinde görmek için, Avrupa ülkelerinden heyetler gelip gitmeye başladı.”
Peki, Ankara Emniyeti nasıl çözüyordu “cinayet”leri?..
Kâh bir “saç kılı”ndan, kâh “tırnak arasındaki deri parçası”ndan veya “parmak içi”nden!..
Düşünebiliyor musunuz;
Ankara Emniyeti, “saç kılı” veya “parmak izi”nden hareketle “faili meçhul cinayet”leri aydınlığa kavuşturuyor ama “teknolojinin zirvelerinde” olduğu söylenen TSK, tam 12 gündür, koskoca “imza”nın sahibini bulup da açıklayamıyor!..
Bu yüzden de;
Millete yönelik “ihanet”in ve yine millete yönelik “cinayet girişimi”nin “kim”den ve “nereden” geldiğini hâlâ öğrenebilmiş değiliz!..
Oysa, öyle bir devirde yaşıyoruz ki;
Bırakın “koskoca imza”yı, “gözle görülemeyecek izler”den hareketle, “en ustaca işlenmiş cinayetler” bile çözülebiliyor!..
İsterse, ceset “kömürleşmiş” olsun!..
Bir “DNA”sı yeter!..
Peki, “imza”nın kime ait olduğu niye tesbit edilemiyor?.. Ya da tesbit edildiyse niye açıklanmıyor?..
En başta dedik ya;
“Alıştırmaya” çalışıyorlar!..
Bu tür “darbe plânları”na alışalım ki, kimseye zahmet vermeyelim!..
Ama, uygulanan “çözümsüzlük” taktiğine alışır mıyız bilmem...
Kimbilir, belki de ömrümüz vefa etmeyebilir ve bir süre sonra nalları dikebiliriz!..
KILIÇDAROĞLU VE LİSELİ KIZ
Sadece “ihanet plânı”nda veya o plânın altındaki “imza” meselesinde değil, hemen her alanda “çözümsüzlük” taktiği uyguluyoruz...
Açık ve net ifade edeyim;
Çözmüyoruz!..
Öteliyoruz!..
Kaldırmıyoruz!..
Süründürüyoruz!..
Kestirip atmak yerine, lastik gibi uzatıyoruz!..
Meselâ, “başörtüsü”nde de aynı metod uygulanıyor!.. Meclis’te 411 el, “sorunun çözümü” için el kaldırıyor ama Anayasa Mahkemesi’ndeki 11 el, “hayır” diyor; “örtü özgürlüğüne hayır!”
“Milletin yüzde 47’sinden oy alıp, iktidar olmuş bir parti” meselâ “katsayı zulmü”ne son vermek istiyor ama “Türk Milleti Adına”(!) karar veren yargı, “hayır” diyor, “adaletsizliğe devam!”
Tabiî, merakla soruyoruz o zaman;
“Çözümsüzlükten nemalanan birileri mi var?”
Çözümsüzlüğün arkasında “CHP zihniyeti” mi var?.. Bugüne kadar hiçbir konuda “çözüm” üretmeyen, her çözüm teklifine “takoz” olan CHP, “başörtüsü yasağı” ve “katsayı adaletsizliği”ni devam ettirip, “çözümü kendi iktidarına mı saklıyor” acaba?..
Niye olmasın?..
Önceki gün Konya’nın Akşehir ilçesine bağlı Cankurtaran köyü Deveboynu Yaylası’nda düzenlenen 13. Yörük Türkmen Kültür Şöleni’ne katılan CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu, bir lise öğrencisiyle “başörtüsü” konusunu tartışırken ağzından kaçırmış ya;
“CHP iktidar olduğunda bu sorunun da kendiliğinden ortadan kalktığını göreceksiniz” demiş ya!..
Ne demektir bu?..
Şu demektir:
“Başörtüsü sorununun çözümüne engel olan, CHP’dir!”
Bir de, şu demektir:
“CHP iktidar oluncaya kadar başörtüsü yasağı devam edecektir!”
Eğer öyleyse, “işimiz var” demektir!..
Yani, “ölme eşeğim ölme!”
Öyle ya; eğer “başörtüsü problemi”nin çözümü için “CHP iktidarı”nı bekleyeceksek, ömür boyu beklememiz gerekebilir!.
Tabiî, ömrümüz vefa ederse!..
ERGENEKON AVUKATLARI OLMASA!
“CHP, halkın oyuyla iktidar olamayacağına” göre, bu demektir ki, “örtü yasağı” da ilelebet devam edecek!
Zaten, bu yüzden olmalı ki;
Konya Fen Lisesi 2. sınıf öğrencisi Şeymanur Örs, CHP’den ümidini kesmiş olarak şunu demiş Kılıçdaroğlu’na;
“Size saygı duyuyorum ama sizden de bizim inançlarımıza saygı duymanızı bekliyorum!”
Mümkün mü bu?..
CHP, “inançlara saygı” gösterebilir mi?..
Açık ve net ifade edeyim; CHP, eğer bu saygıyı gösterebilseydi; ne “Ergenekon Terör Örgütü” olurdu Türkiye’de, ne de ona “avukatlık” yapma ihtiyacı hissedenler!..
Sorarım size;
Eğer “Ergenekon avukatlığı”na soyunanlar olmasaydı, onlardan cesaret alanlar “eylem plânı” hazırlayıp da “millete ihanet” edebilirler miydi?..
Söyleyin Allah aşkına;
“İrticayla Mücadele Eylem Plânı” adıyla plân hazırlayıp; “AK Parti’yi devirmeyi, Fethullah Gülen’i bitirmeyi” amaçlayan “cuntacılar” ile onlara “avukatlık” yapanların nihaî hedefleri “millet ve onun inancı” değil midir?..
Demek oluyor ki;
Türkiye’deki sorunların çözümüne “cuntacılar” ve “CHP’li ulusalcılar” engel olmaktadır!..
Ama, gelin görün ki;
“Kirli plân”lar ve “kirli ilişki”ler birer birer “deşifre” edilmesine, “maske”ler birer birer düşürülmesine rağmen, hâlâ “netice” elde edilemiyor!..
Korkarım ki;
“Hastayum!.. Hastayum!” diye yakındığı halde bir türlü sorunları “tedavi” edilmeyen Türkiye’nin öldüğünü, bir gün gelecek “mezar taşı”ndan öğreneceğiz!..
Tabiî, ömrümüz vefa ederse!..
=================
Asker dediğin, risk alır!
Ben olsam; “ihanet plânı” hazırlamasından filân değil, sadece ve sadece “imza sahtekârlığı teşebbüsü”nden dolayı Albay Dursun Çiçek’i TSK bünyesinden atardım!..
Çünkü benim bildiğim asker, elinde “silâh” varken “öldürmeyi” bildiği kadar, kurşunu bittiğinde “şerefle ölmesini” de bilmelidir!..
Askerlik “risk” işidir...
Askerlik, gerektiğinde “bedel ödeme” yeridir... “Öldürmeyi” bildiğin kadar, “şerefle ölmesini” de bileceksin arkadaş!..
“Mert” olacaksın, “cesur” olacaksın!..
Ama asla “korkak tavşan” olmayacaksın!.. Albayımız, tam bir korkak tavşan gibi!.. “İhanet plânı”nın altına attığı imza ile “21 ayrı yere attığı imza” birbirinin aynısı çıkmış!.. Ama albayımız, “askerî savcı”ya verdiği ifadenin altına, “bambaşka imza” atmış, iyi mi?.. Böylelikle kurtulacağını sanıyor ama nafile!..
Dedim ya, ben olsam; hele de “albay” rütbesindeki bir askere “yakışmayan” bu imza değiştirme işinden dolayı, “güle güle” derdim kendisine; “İhanet plânı hazırlarken aslan gibi kükreyen, imza işi ortaya çıkınca tilkilere özenen bir askerin bünyemizde yeri yok!”
Ben bunu derdim... Bakalım Genelkurmay Başkanı ne diyecek?
Hasan Karakaya - Vakit