Televizyon programları yapılıyor, uzmanlar, siyasetçiler kanal kanal geziyor, seçim otobüsleri il il seçmenin nabzını tutuyor. Bütün bunları izlerken sanki herkes seçime kilitlenmiş diye düşünüyorsunuz. Oysa halkın gerçek gündeminde bu seçim her dönemden daha az yer tutuyor. Hele hava sıcaklığının bunalttığı, kırk dereceleri aşan şu günlerde insanlar evlerinden bile çıkmak istemiyorlar. Aslında seçmenin ne istediği de pek önemli değil. Anketlerde çıkan rakamlar üç aşağı beş yukarı seçim sonuçlarında da çıkacak diyen seçmen kılını bile kıpırdatmak istemiyor. Siyasi parti liderleri için de bunun böyle olduğunu söyleyebiliriz. Şu anketlerdeki oranlar çıksın ondan sonra önümüze bu tabloyu koyar ve siyasetimizi de buna göre yaparız diyorlar. Bu nedenle de siyasi partilerin ortaya koydukları programları, vaatleri çok da cazip sizi yerinizden oynatacak seçim argümanları olarak karşınıza çıkmıyor.
Partilerin düzenledikleri miting saatleri ise evlere şenlik. Öğlenin ıssında halkı meydanlara çağırıyorlar. Partilere tavsiyem akşam saat altından sonra miting düzenlerlerse hem vatandaş için hem kendileri için daha verimli olur, benden söylemesi.
Bu durum doğal olarak bir bezginliğe ve siyasal soğumaya neden oluyor. Bu sıcak havalarda siyasetin ısınması beklenirken, sıcak bir seçim atmosferi ihtimali üzerinde durulurken, tersine siyasal soğumanın en yoğun yaşandığı dönemlerden biri 22 Temmuz seçimleri olacak gibi görünüyor. Havalar ısındıkça seçmen siyaset ve siyasetçiden soğuyor.
Anlaşılan o ki, Türk siyasi hayatı da tıpkı Avrupa’daki gibi siyasal katılımın gittikçe azalacağı, apolitik bir yöne doğru yol almakta.
Avrupa’da seçime katılma oranının düşük olmasının başlıca nedeni siyasal iktidarlar değişse de bu ülkelerde halkın pozisyonunun değişmiyor olması. Avrupalının refah seviyesinde ya da sağlık sisteminde, eğitim sisteminde bir farklılık gerçekleşmiyor. Bu nedenle de batıda sokaktaki adam her hangi bir siyasi partinin liderini, hatta ülkenin başındaki adamın ismini bilmez. Bu kişilerin kim olduğu o kadar da önemli değil. Aslolan sistem ve sistem de kim gelirse gelsin tıkır tıkır işliyor. Bu nedenledir ki seçime katılma oranları yüzde ellilere de gerilese halkın yüzde ellisi temsil edilmese de Batı demokrasileri işliyor.
Bizde de aslında bu durum Batı ile benzerlik göstermeye başladı. Batıda kim gelirse gelsin halkın refah seviyesinde bir azalma, eğitim sisteminde bir körelme olmadığı gibi bizde de kim gelirse gelsin halkın refah seviyesinde, eğitim sisteminde, sosyal güvenlik sisteminde bir pozitif gelişme yaşanmıyor. Ve seçmen de “kim gelirse gelsin hiçbir şey değişmeyecek, gariban yine gariban, zengin yine zengin” kalacak diyor ve seçimi umursamamaya başlıyor.
Halk aslında bu didişmeden, sahte kör dövüşünden bıkmış durumda. “Bu kadar çok numara çekmenize gerek yok” diyor siyasal partilere.
Halk başka ne diyor evinde oturmuş, çekirdeğini çitlerken, “Ne yapacaksanız açıkça söyleyin, hatta hiçbir şey söylemeyin, biz oyumuzu vereceğiz nasıl olsa bir şekilde. Yeter ki, bu gerilim siyasetinden, saha içinde birbirinize attığınız çelmelerden vazgeçin. Çünkü hiç biri inandırıcı gelmiyor, yine maç sonunda birbirinize sarılacak, gidip bir yerlerde birlikte kafa çekeceksiniz, bari bu numarayı bu sefer bize yutturmaya kalkmayın” diyor.
Aslında ne halk inanıyor bu seçim oyununa, ne de siyasi partiler.
Bu oyunu biran önce bitirelim ve önümüze bakalım, nasıl olsa 22 Temmuz Seçim oyunundan da yerli, milli, bizim için, bize göre bir sonuç çıkmayacak.
Ne dersiniz...?