Hayallerimizin Peşinden Koşan Kahraman: Enver

Mustafa Yiğit

Tarih kendi red ve kabullerimizi görmek istediğimiz bir inanç alanı olarak karşımıza çıkıyor. Baktığımız yerin neresi olduğu  ve neyi görmek istediğimizle yakından ilişkilidir tarih anlayışımız da. Tarihsel kişilikler de bu bakış açısıyla  kimileri için vatan haini, kimileri için kahraman olarak hafızalarımıza kazınıyor. Yakın tarihimizde ise bu kahramanlar ve vatan hainleri çok sık yer değiştirirler. Aslında tarih kimin kazandığı ve kimin kaybettiğiyle ilgilenen bir bilimdir desek abartmış olmayız. Kazananların tarihi altın harflerle yazılırken, kaybedenler tarihin tozlu sayfalarında kaybolmaya mahkûm edilirler.

İşte bu kazananlar ve kaybedenler tartışmasının ortasında yer alan bir tarihi kişiliktir Enver Paşa.

4 Ağustos Enver Paşa’nın ölüm yıldönümüydü…

O da tıpkı Mustafa Kemal gibi suyun öteki yakasındandır. Mekodanyalıdır. O dönemin pek çok aydın ve yöneticisinin sahneye çıktığı yer olan Balkanlar, aynı zamanda çok önemli kopuş sancıları da yaşamaktadır… Mustafa Kemal Atatürk’ten bir yıl önce doğmuş İsmail Enver… İmparatorluğu eski günlerine döndürme arzusuyla yapılan girişimlerde de o hep ön sırada yer almış.

İsmail Enver pek çok tarihi kişilik gibi zekâsı parlak bir çocuktur. Henüz üç yaşındayken ibtidâi mektebine kaydedilir. Daha sonra  Fâtih Mekteb-i İbtidâisi'ne girer. Sonra hep hayali olan bir mesleğe ilk adımını atacağı okula kaydolur. Askeri rüşdiye ve askerî idadi tahsilini tamamlayarak Mekteb-i Harbiyye-i Şâhâne'ye girer. Daha o yıllarda muhalif bir kişiliğe sahip olmasından dolayı mevcut yönetim aleyhine eylemler içinde yer alır. Mekteb-i Harbiyye-i Şâhâne'yi dokuzuncu olarak bitirip erkânı harp sınıfı için ayrılan kırk beş kişilik kontenjan içerisine girmeyi başarır.

Kahraman-ı Hürriyet

Erkânıharp eğitimi sırasında başı yönetimle derde girer. Bir defa Yıldız Sarayına götürülerek sorgulanır ancak tekrar serbest bırakılır.  Bu okluda da başarıları devam eder ve sınıf ikincisi olarak mezun olur. 1903 yılında nihayet yüzbaşı rütbesini takmıştır. İlk görev yeri Manastır Seyyar Topçu Alayıdır. Bu sıralarda Balkanlar kaynamaktadır. Bulgar çeteleri etrafa adeta korku salmaktadır. Burada kaldığı dönemde Bulgar çeteleriyle mücadele eder, Balkanları adım adım gezer. 1906 yılında Binbaşıdır. İlk kez İttihat ve Terakkiyle doğrudan teması bu yıllarda olur. Cemiyetin 12. üyesidir. İttihat Terakkinin en önemli siması haline gelir. İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra Berlin’e askeri ateşe olarak  atanır. Bu dönem aynı zamanda Balkan ayaklanmalarının başladığı bir zaman dilimidir. Mekordanya, Tikveş,  Üsküp, İşkodra gibi Bulgar Çetelerinin yoğun faaliyet içinde olduğu yerlerde önemli başarılar elde eder. Bu sırada İtalyanların Trablusgarp’ı işgal etmesiyle tebdili kıyafetle Trablusgarp’a geçer, tarih 1911’i göstermektedir. Burada İtalyanlara karşı direniş başlatır. Pek çok yerde İtalyanları bozguna uğratır. 1912 yılında patlayan Balkan Savaşıyla birlikte İstanbul’a geçer.

Birinci Balkan Harbinin kötü tecrübesi İttihat ve Terakkinin dolayısıyla Enver Paşanın gücünü artırır. 1913 yılındaki Meşhur Bab-ı Ali Baskınıyla artık tüm ipleri eline almıştır İttihat ve Terakki… Enver askeri kanadın en etkili adamıdır. Birinci Balkan Harbindeki yenilginin faturasını eski düzene çıkaran Enver Paşa, genç subaylarla işe koyulur, bu subaylar aynı zamanda Cumhuriyeti kuracak kadronun da ilk nüvesini teşkil eder. İkinci Balkan Harbinde yeni başarılar onun önünü daha da açar. 15 Aralık 1913'de Miralay olur.

1914 yılı Enver için adeta dönüm noktasıdır,  3 Ocak 1914'te Mirlivalık alır, aynı tarihte Ahmed İzzet Paşa'nın yerine Harbiye nazırı olmuştur. Bu arada Birinci Dünya Savaşı da başlamıştır. Enver Paşa Berlin Antlaşmasında kaybedilen yerleri yeniden kazanmak, Osmanlı Devletini yeniden eski azametine kavuşturmak için Birinci Dünya Savaşını fırsat olarak görmektedir. İttihatçı diğer bakanlar ve yöneticiler de aynı şeyi düşünürler. Kaybedilen  toprakları yeniden kazanmak…Bu hayal Enver’i yanıp tutuşturur..:  Bunun için Almanları kendine yakın görür ittifak için. Aslında yapılacak pek bir şey de yoktur. Çünkü Birinci Dünya Savaşının nedenlerinden biri de Osmanlı Topraklarının paylaşılmasıdır. İtilaf devletlerinin projesi budur. Enver de bunu çok iyi bildiği için “en iyi savunma hücumdur” anlayışıyla hareket etmeyi seçer. Bu tercih, daha sonra kendisini bu yüzden yerden yere vuracaklar, hatta hainlikle damgalayacaklar için en önemli argüman olur.. Sarıkamış Harekatı için de aynı şey söylenir. Enver’in beceriksizliği yüzünden onca genç şehit olmuştur derler. Aslında Almanların büyük büyük komutanlarının da Sibirya soğuğuna yenildiğini kimse hatırlamaz. Savaşın ölümle çoğunlukla ölümle sonuçlanan bir vakıa olduğundan bahsedilmez. Sarıkamış Harekatını başarmış olsaydı bugün Enver için ne söylenecekti?

İşte bu sualin cevabını vermek esasen biraz tarih bilgisi biraz insaf işidir diye düşünmek gerekir.

Belki de O’nu gerçekten yerine oturtabileceğimiz dönem 1918 ile 1922 arasında geçen zaman dilimidir.  O gerçekten bir hayal adamıdır…O “sözkonusu vatansa gerisi teferruattır” sözünü bütün hayatı boyunca kendi içinde yaşamış yiğit ama bahtsız bir komutandır. Büyük bir imparatorlukta gözlerini açmış ve bu imparatorluğun yıkılışını izlerken için içini yiyen bir  Osmanlıdır… Eskiyi hayal eder hep, o yüzden Mekodonya dağlarında çetelerle savaşırken de, Sarıkamış harekat emrini verirken de, Orta Asya’da Çegan Tepesinde bir avuç inanmış adamla şehadet şerbetini içerken de büyük bir davanın adamıdır…Yeniden o güzel günlere dönme hayalini taşıyan o binlerce Osmanlıdan biridir….Yedi düvele karşı gelmenin bedelini pek çoğu canlarıyla ödemişler ancak bu hayalin peşinden gitmekten bir an olsun vazgeçmemişlerdir… Bugün pek çok suçlama onların üzerine kalmıştır. İttihatçılık üzerine konuşan aydın kemsinin büyük bir bölümü Enver’i ve arkadaşlarını mahkum ederler. Onların imparatorluğu felakete sürüklediğinden bahsederler. Aslında şunu görmezler, ya da görmek istemezler. İttihatçılar mevcut durumda ne yapılması gerekiyorsa onu yapmışlar. Bir savaş var ve bu savaş sizin üzerinize oynanıyor. Bir tarafta yer almak lazım, sizi parçalamak isteyenlerin arasında yer alamayacağınıza göre tercihiniz Alman Avusturya Macaristan  İttifakıyla olmalıdır. Öyle Almanya’nın boyunduruğunda girilmiş bir savaş değildir birinci dünya savaşı. İttihatçılar da öyle Alman hayranı salaklar değildir. Mümkün olanı yapmışlardır. Ne yapmalıydılar, oturup İmparatorluğun pay edilmesini mi beklemeliydiler? İttihatçı dediğin adamların için de Osmanlıcılar da, Türkçüler de, İslamcılar da mevcuttur. Yani öyle homojen bir kuruluş değildir. Osmanlı coğrafyasında pek çok yerde direnişleri başlatanlar, işgal kuvvetlerine karşı halkla omuz omuza çarpışanlar da İttihat ve Terakkinin kurduğu Teşkilatı Mahsusadır. Onların vatanperverliğini bu anlamda sorgulamak en azından tarihe ve çoğu şehit düşmüş bu dava adamlarına büyük saygısızlıktır. Pek çok ittihatçı gibi hayatının son dönemini zorluklarla geçirmiş bu dava adamını kimi zaman sigara paketlerine, kimi zaman küçük kağıtlara yazılmış mektuplarında daha net görmekteyiz… Mesela Sarıkamış Harekatına çıktığında  “Hükümete” başlıklı bir vasiyet bırakır..O adanmış adamı orada en ihtişamlı  şekliyle görürüz…

“Hükümete
Planım, Ruslara, hemen iki misli faik iki Kolordu ile arkalarına düşerek ricata mecbur etmek ve bu suretle XI. Kolordu ve Süvari Fırkasıyla takibolunan düşmanı karşılayıp, tamamıyla mahvetmekti. IX. Ve X. Kolordu ve Süvari Fırkasını bekliyorum. Gelir de yetişirse, düşmanı bozacağım. Fakat gelmeden düşman zayıflamış kıtaatımıza taarruz eder ve taarruzda muvaffak olursa o vakit Ordu mahvolmuş demektir. Şimdiye kadar asker ve zabitler hiç kusursuz harbettiler. Her manevrayı yaptılar. Eğer Allah da yardım ederse, muvaffakiyet katidir. Eğer muvaffak olmazsam, son neferimle beraber öleceğim. Bu halde vasiyetim: Ben vazifemi yaptığımı sanıyorum ve öyle ölüyorum. Yaşasın dinim, vatanım, Padişahım. Eğer geride kalanlarıma yardım etmek isterseniz, refikam! Sultan Efendi hazretlerinin muhassısatı kafi değildir. Kendisinin müreffehen yaşaması için hiç olmazsa, Başkumandanlık muhassısatımın kendi muhassısatına zammı ve ebeveynimin temini refahı ile, rahmeti ilahiyeye mazhariyetim için birkaç hayır yapılmasını rica eder ve tealisine çalışmaktan başka bir maksat beslemediğim din ve milletimin tealisine dua eder, tanıyanlara selam ederim. Yaşasın Müslümanlık ve Osmanlılık ve Osmanlıların Padişahı Sultan Mehmet Han!”

Bu mektuptan tam altı yıl sonra ama yine bir savaşta kahramanca vuruşarak şehadet şerbetini içecektir Enver…

Osmanlı yenilmiştir ama ümidi bitmemiştir Enver’in… Berlin’e geçer…Kendi gibi İttihatçı arkadaşlarıyla irtibat halindedir…Talat ve Cemal Paşalar Ermeni komitacılarınca öldürülür…Onun da peşinde komitacılar vardır…Sürekli ölüm peşindedir aslında. Ama o buna aldırış etmez. Çünkü yapacak daha çok şeyi vardır…Evet her şey bitmemiştir. Türk İslam coğrafyasında ümitsizliğe yer yoktur…Allah’ın dini de öyle demiyor mu? Ve umudu onu tekrar eski topraklarına Türklüğün ana yurduna çeker…İlk önce Moskova’ya gider…Oradan tüm Türkistan topraklarını dolaşacaktır… Ve yeni bir uyanışın adı olacaktın Enver…Bu sırada Anadolu işgallere karşı direnişi başlatmış Kuvvayi Milliye birlikleri Türk yurdunu düşmana çiğnetmemek için vargücüyle çalışmaktadır…Enver Anadolu hareketini buradan desteklemek ve yeni bir başlangıç yapmak için Troçki’yle görüşür silah yardımı sözü alır…. “İslâm İhtilal Cemiyetleri İttihadı” adında bir örgüt kurar…1-8 Eylül 1920 tarihinde Bakü'de gerçekleşen “Doğu Halkları Kongresi”ne Libya, Tunus, Cezayir ve Fas'ı temsilen katılır.

Sakarya Zaferinden sonra Türkiye’ye dönme fikrinden vazgeçer. Milli mücadelenin kazanılmasından sonra yeni bir kaosa yer vermek istemez. Enver Paşa bu sefer Rusya’da Büyük Turan ideali  için savaşa koyulur.. Enver Paşa Tiflis. Aşkabat ve Merv'e uğradıktan sonda Ekim 1921 tarihinde kendisine refakat eden Teşkilat-ı Mahsusa eski liderlerinden Kuşçubaşı Hacı Sami ve diğer bazı İttihattçılarla birlikte Buhara'ya gider.

8 Kasımda Türk subaylarla birlikte tekrar yola çıkar ve 19 Kasım'da Akbulağ, 21 Kasım'da Başçardak kışlağında ve 24 Kasım'da Gurgantepe'ye ulaşır. Enver Paşa Ruslara karşı savaşan Basmacıları örgütlemek için tekrar Duşanbe ilerisindeki kışlaklara gider. 24 Temmuz'da Rusların Duşanbe'yi alması üzerine geri çekilerek Satılmış Kışlağına varır. Buradan Belcuvan bölgesindeki Âbıderyâ köyüne geçer….. 4 Ağustos 1922'de karargahta düzenlenen Kurban Bayramı töreninde mahiyetinde kalan askerlerle bayramlaşırken ani bir Rus baskınına uğrar; yanındaki otuza yakın atlıyla yöneldiği Çegan tepesi mevkiinde giriştiği çarpışmada ön safta vuruşurken şehadet şerbetini içer.

Öldüğünde 42 yaşındadır…Mekanı cennet olsun!


Özbek Şairi Çolpan'ın Enver Paşa'nın ölümü üzerine yazdığı şiirle yazımızı sonlandıralım….

Feryadım boğsun dünyanın bütün varlığını;
Ümidim son ipini de koparıp atsın!
Gazaptan titreyen genç yiğidin
Dolmuş mermiler sinesine taş gibi,
Dağlarda özgürlük diye gezen bir geyiğin
Matemler inmiş kara gözlerine,
Deryalar, dalgalar titreten bir yiğit,
Yediği darbelerin kahrından yıkılıp kalmış,
Kurtuluş yıldızı sanki hiçliğe karışmış
Senin son canını da düşmanlar almış.
Marmara boyları, Edirne yolu...

Çatalca ovası, Boğaz geçidi,
Karpat dağları, Trablus çölleri
Güzel Selanik’in şirin bahçeleri.
Şehitlerin yüzüne damlayan nurlar,
Bizi kan ağlattı bu kara haber.

Berlin sokakları yiğidin birini
Dopdolu koynuna alıp sardı,
Tiflis’in havaları da bir kurtarıcı yiğidi
Kara kanlara boyayıp toprağa saldı.
Tarihin rengini kanlarla karartıp dolduran
En son ümidinizi de kana boyadı o Belçivan
Ah nasıl uğursuz zamanlar gelmiş,
Feryadım dünyanın varlığını boğup öldürsün,
Kapkara bahtına şeytanlar gülsün!