Hz. Mevlâna(k.s.)’nın (Şeb-i Arus)düğün gecesinin ardından “Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine!” diyelim ve “gökten üç elma düşmesi”ni beklemeyelim. Çünkü düşmeyecek. Ve biz Hz.Mevlâna(k.s) sermayesiyle bir sonraki düğüne kadar ticaret, rant, vurgun, soygun, istismar, kariyer, makam-mevki rahatlığını “Gel, gel, gümüle gel!” frekansından, “keller yağırlar, birbirini ağırlar” modunda sürdüreceğiz...
Beyinleri iğdiş edilmiş ölü sevici karakterimiz sebebiyle büyükleri anmaktan bir türlü büyümeye zaman bulamadık. Bu büyüklerin her birinden bir erdem devşirip çağımızın büyükleri olamadık. Bizden öncekiler büyüklerle avundu. Bizler de büyüklerimizle tükettik ömrü ve bizden sonrakiler de aynı yolun yolculuğuna aday adayları olarak yetişiyorlar. Onları büyük yapan mayadan, özden, fazilet çekirdeğinden filizlenemedik. Ölü doğduk, ölü yaşadık; zaten ölecektik ve ölüyken bir kez daha öleceğiz…
İki kere ölenin, mahşer günü nasıl dirileceğini düşünmek bile insana dayanılmaz acılar veriyor…
Kur’ân merkezli bir düşünme ve yaşama/yaşatma stratejisi geliştirmek yerine mahlûk olan araçları kutsadık, kutsallaştırdık. Araçları amaç olarak algıladık. Batı emperyalizminin köleleştirdiği güruhlar haline getirildik. Tüm dünya coğrafyasında nerede bir Müslüman varsa, orada kan ve gözyaşı eksik olmadı son iki yüz yıldır. “Su uyur düşman uyumaz” nasihatini kulak arkası ettik. Bugün başımızda dönen dolapların tamamı iki asırlık uykumuzdan uyanışımızı geciktirme planları olduğunu kavrayamadık. “Cambaza bak, cambaza!” dediler; biz de cambazlara bakarak avunduk, avutulduk...
Hayat kitabımızın, hayatı yaşama klavuzumuz/anayasamız olan Kur’ân’ın içeriğinden ve onu en iyi yaşayan Hz. Peygamber(sav)’in sünnetlerinden habersiz; ama hep onlarla bir hayat yaşıyormuşuz zannıyla yaşadığımız yanılgısına kapıldık... Oysa ki; Kur’ân ve Sünnet’le aramızda gizli aşılmaz dağlar, geçilmez uçurumlar oldu hep...
Tek millet/İslâm milleti/ tek ümmet olmamız gerekirken tarikâtlara, hiziplere, kliklere, cemaatlere ayrıldık. Birbirimizi yine Allah(cc)’ın adıyla, Kur’ân’la kandırdık. Kur’ân ve Sünnet’le katlettik birbirimizi asırlarca...
Öldüren “Allah!” dedi, öldürülen “Allah!” dedi…
Düşman, içimizde teşkilatlandı, üst kurdu; bizi İslâm adına yönetti, birbirimize kırdırdı. Zamanlar değişti, aktörler değişti; ama plânlar değişmedi…
İslâm’a, Kur’ân’a, Peygamber(sav)’e övgüler düzdük, yüceltme sarhoşluğuna soyunduk. Oysa o zaten yüce bir mevkidendi ve biz İslâm’ı, Kur’ân ve Sünnet’e uygun yaşayarak şereflenip yücelecektik…
Yeryüzü bize mescit kılınmıştı ve stratejik ufuk anlamında sınır tanımayacaktık…
Ziya Paşa, meşhur Terkib-i Bend'inde şöyle der:
“Seyretti havâ üzre denir taht-ı Süleyman
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde…”
Yerimizde yeller esmeden, üstümüze toprak serpilmeden aklımızı başımıza alalım ve Kitab’ı/hayatı doğru okuyalım. Kin’den, hırs’tan ve haset’ten uzak; birleştirici, bütünleştirici, tek millet/tek ümmet olma yolunda Asr-ı Saadet’in âhir zamamda yeniden inşasına bir tuğla da biz koyalım…
Allah(cc)’a emanet olun…