Peygambere özlem, onun güzelliklerine özlemdir. Onu özlemek, Onun gül cemalini görmek kadar, onun söylemlerine kulak vermek ve eylemlerini hayata taşımaktır. Peygamberimize olan özlemimizi belirtmek için şairler, hep gel ey Muhammed diye seslenmişler.
Sözgelimi onlardan Arif Nihat Asya meşhur na’tinde şöyle seslenir:
Gel, ey Muhammed, bahardır...
Dudaklar ardında saklı
aminlerimiz vardır!..
Hacdan döner gibi gel;
Mi'raç'tan iner gibi gel;
bekliyoruz yıllardır!
Bir başkası da şunları söyler:
Gel ey Muhammed bahardır, bekliyoruz yıllardır!
Gelirken Ya Rasulallah,
Ömer’i de al getir,
Ali’yi, Osman’ı. Ebubekir’i, Hasan’ı, Hüseyn’i,
Ayşe’yi, Fatma’yı, Zeyneb’i…
Ama İbn Selul, İbn-i Sebe’,
Ebu Cehil, Ümmü Cemil bizde pek çok..
Onlar yerlerinde dursun! (Fatih Okumuş, Hz. Muhammed, s, 128-129)
Daha başkaları da var, O’na gel diye seslenen.
Şimdi biz şöyle soralım: Peygamber, gel demekle gelir mi? Yahut peygamber kimlere gelir? Ne zaman ve hangi şartlarda gelir?
Hemen cevap verelim: Peygamber sav. Medine’ye gelir, Medineliye gelir. Medine ona kapılarını açtı. Medineli, Yesrib’de beklemedi onu. Önce onunla ilgilendiler, sonra bilgilendiler, ardından Mekke’ye geldiler, Akabe’de onunla görüşüp ona biat ettiler ve onu şehirlerine davet ettiler. O da davete icabet etti ve Yesrib’e geldi. Yesib onun gelişi ile Medine oldu. Medineli de Ensar oldu.
O, Medine’ye girerken de kadını erkeği, çocuğu yaşlısı ile tüm Medineliler, yollara dökülerek onu şehir dışında karşıladılar.
Sonuçta Peygamberimiz Medineli oldu, Medine ile bütünleşti. Medine, Kutlu Nebi’nin Şehri olarak onunla aydınlandı, Münevver Medine oldu. Mekke fethedildiğinde de efendimiz “Medine benden, ben de Medineliyim” buyurarak Medine’de kaldı. Mekke doğumlu peygamberin kabri, bugün Medine’dedir.
Peygamberimiz Mekke’ye gelmişti. Ancak Mekkeliler onu anlamadılar, dinlemediler, tanımadılar. O’da Mekke’yi terk etti. Aynı şekilde O, Taif’e de gelmişti. Onlar da O’nun kıymetini bilmediler. O da onları terk etti.
O halde peygamber, Medineliler gibi gönlünü peygambere açanlara gelir. Sünnetiyle gelir, güzellikleriyle gelir. Ama onun evimize, hayatımıza gelmesi için bizim bir şeyler yapmamız gerekir. Hiçbir şey yapmadan, alıcılarımızı onun tarafına çevirmeden, onun olmak için bir gayret ve çaba içerisine girmeden sadece gel demekle bu işin olmayacağını bilmeliyiz.
Hem, hep biz bekleyeceğiz ve hep o mu bize gelecek? Biz ona gitsek, ona gitmek için bir çabanın içerisine girsek! O hala kırk yaşında ve ümmetinin başında ise, ona gidelim, onun sünnetine, siretine hicret edelim. O, bizi bekliyor, hadis mecmuaları içerisinde bekliyor, ahlakı olan Kur’ân satırlarında bekliyor. Anlaşılmak ve yaşanmak için bekliyor bizi.
Ve o bizi, Kevser’in başında da bekliyor. Zira onunla gerçek buluşma yerimiz Havz-ı Kevserin yanıdır.
O, şöyle sesleniyor ötelerden bizlere:
“Ben sizden önce Rabbime gideceğim ve sizi mahşerde Havzımın başında bekleyeceğim. Aman ha, benden sonra, yanlış işler yapmayın. Buluşma yerimiz Havzın başı. Benim yolumda olarak orada buluşmaya hazırlayın kendinizi!”
O halde kımıldayın ve davranın da Peygambere gidelim!