Türkiye bir gazetecisini daha menfur bir cinayete kurban verdi. Türkiye’yi sarsan bu cinayetin faili güvenlik kameralarından yapılan tespite göre pek de meçhul değil gibi… Ama umuyoruz ki Türkiye’de her zaman olduğu gibi azmettiriciler meçhul kalmaz/kaldırılmaz.
Tabii gündemde yer işgal eden bir hadise üzerinde bir şeyler söylemek için en makul yol konuyla alakalı iyi bir araştırma yapıp ortaya sağlam tezler sunmaktır. Ama gündeme bomba gibi oturan hele bu olayda olduğu gibi hem Türkiye’nin hem de Dünya’nın gündemine oturan/oturtturulan bazı hadiseler vardır ki masa başında düşünmenin avantajını size unutturur. Ve akıllara hisler hakimdir… Bu da yukarıdaki bahsettiğim türde bir olay… Zira düşünceye fikir hürriyetine ve inanca tahammülsüzlük hiçbir düşünce ve inançla izah edilemediği gibi bu olayın üzerine söylenecek sözlerde ister istemez akıl kalıplarıyla sınırlı kalamıyor. Yazımız şekil itibariyle her ne kadar makaleyi andırsa da bu bahsettiğim sebepler itibariyle de makale olmaktan çok uzaktır.
Evet: “Türkiye geçen cuma günü bir gazeteci cinayetiyle daha sarsıldı. Son yıllarda yazdığı yazılardan dolayı hakkında “Türklüğe hakaret” davaları açılan Hrant Dink, gazetesinin önünde kurşunlandı. Agos Yayın Kurulu üyesi Serkis Seropyan, Dink’in yemek yedikten sonra bir kişi tarafından kapının önüne çağrıldığını belirterek, “Birisi kapının önünde başına 3 el kurşun sıkmış” dedi. İstanbul Emniyet Müdürlüğü olay yerinde 4 adet boş kovan buldu. Emniyet yetkililerinden edinilen bilgilere göre, Dink’in başına 3 el ateş edildi.”(Referans Gazetesi, 20 Ocak 2007)
Aslında cinayetin sebebi belli idi. Cinayetin 2007 yılının ilk ayına denk getirilmesi ve Ermeni meselesinin tartışıldığı bir zeminde işlenmesi niyeti apaçık ortaya koyuyordu. İşin en ilginci de Hrant Dink, bunu adı gibi biliyordu. Ve bile bile de bu menfur cinayete kurban gitti: “Agos Gazetesi’nin arka sayfasında yer alan “Ruh halimin güvercin tedirginliği” başlıklı yazısında, “Türklüğü aşağılamak” suçlamasıyla Şişli Cumhuriyet Savcılığı’nca hakkında başlatılan soruşturma ve açılan davada çıkan mahkûmiyet kararını eleştirerek, “Türk düşmanı olarak meşhur edildiğini” kaydetti. Dink, yazısında şu ifadelere yer verdi: “Şu çok açık ki, beni yalnızlaştırmak, zayıf ve savunmasız kılmak için çaba gösterenler, kendilerince muratlarına erdiler. Daha şimdiden, topluma akıttıkları kirli ve yanlış bilginin tesiriyle Hrant Dink’i artık ’Türklüğü aşağılayan’ biri olarak gören ve sayısı hiç de az olmayan önemli bir kesim oluşturdular. Bilgisayarımın güncesi ve hafızası bu kesimdeki yurttaşlar tarafından gönderilen öfke ve tehdit dolu satırlarla yüklü.
Bu mektuplardan birinin Bursa’dan postalandığını ve yakın tehlike arz etmesi açısından da hayli kaygı verici bulduğumu ve tehdit mektubunu Şişli Savcılığı’na teslim etmeme rağmen bugüne değin herhangi bir sonuç alamadığımı yeri gelmişken not düşeyim.
Bu tehditler ne kadar gerçek, ne kadar gerçek dışı? Doğrusu bunu bilmem elbette mümkün değil. Benim için asıl tehdit ve asıl dayanılmaz olan, kendi kendime yaşadığım psikolojik işkence. Tıpkı bir güvercin gibiyim... Onun kadar sağıma soluma, önüme arkama göz takmış durumdayım. Başım onunki kadar hareketli... Ve anında dönecek denli de süratli.”
Hrant Dink, yazısında, yaşamamak için fazlasıyla umutları ve nedenleri olduğunu belirterek, “Şimdi artık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruyorum. Bu dava kaç yıl sürer, bilemem. Bildiğim ve beni bir miktar rahatlatan gerçek şu ki, hiç olmazsa dava bitene kadar Türkiye’de yaşamaya devam edeceğim” ifadesini kullandı. (Referans Gazetesi, 20 Ocak 2007)
Şimdi konu ile ilgili araştırma sonuçları, klasik spekülatif ifadeler ve hamaset dolu beyanatlar gündemde yerini almaya başlayacak. Peki sonuçta ne olacak? Olacağı şu, bu cinayeti işlettirenler meseleyi bir katakulliye getirip ya milliyetçi muhafazakar kesimin üzerine yıkacak ya da aynı komite yahut komiteler dış basındaki dostlarının işbirliği ile Türkiye aleyhtarı propagandalara hız verecekler. Velhasıl Rahmetli Cem Karaca’nın tabiri ile “Yol dediğin yol gibi ulaşmalı bir yere/ Biz dön babam dönüyoz geliyoz aynı yere…” Bulunduğumuz bir fasit daire üzerinde başladığımız yere tekrar döneceğiz. Temennimiz böyle olmamasıdır. Bunun böyle olmaması adına da bütün bir millet olarak gayret göstermeli, oyunlara ve dolduruşlara gelmemeliyiz. Zira her fert yeri geldiğinde barışın huzurun bir arada yaşamanın onurlu duruşuyla Türk Silahlı Kuvvetlerimizin ve Emniyet Teşkilatımızın gönüllü bir ferdi gibi hareket ettiği sürece vatan ve memleket adına diye kandırılan (gerçi şimdi ilaç yutturmak ve hipnoz gibi yollar da var) ve eline silah verilenlere “yiğitlik burada” mesajını verecektir. Sokakta kendi vatandaşına silah sıkanı vatanperver hiçbir vicdan, vatandaş olarak kabul etmez, etmemelidir de.
İşin bendeki hissi tespitine gelince, şurası bir hakikat: Kurşunu yiyen kurşunu atandan daha çok bu vatanın evladı olarak anılmaya layıktı ve daha vatanperverdi.
Ailesine ve bütün sevenlerine baş sağlığı dilerim.