Helal haram anlayışımızı kim belirliyor?
Peygamberimiz bir hadislerinde şöyle buyurur: Helal bellidir, haram da bellidir. İkisi arasında şüpheli şeyler vardır ki insanların çoğu bundan habersizdir. Şüpheli şeylerden sakınan dinini ve ırzını korumuş olur, şüpheli şeylere dalan da harama düşmüş olur.
İslam’a göre eşyada asıl olan mubah/helal olmasıdır. Yine dinimize göre bir şeyi haram kılma yetkisi tamamıyla Allah ve Peygamberine aittir. Kur’ân, kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, Allâh'ın ve Elçisinin harâm kıldığını harâm saymayan ve gerçek dini din edinmeyen kimselerle savaşı (9/29) emreder ve şöyle buyurur: Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah'tan korkun. Çünkü Allâh'ın azâbı şiddetlidir. (59/7) Allâh ve Resulü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur. (33/36)
Hatta bir ayette Peygamberimiz, Ey peygamber, niçin Allah’ın helal kıldığı şeyi, eşlerinin hatırı için haram kılarsın (66/1) diye uyarılmıştır.
Öte yandan helal ve haram kılma yetkisini kendinde görüp bu konuda ölçüler (!) koyanlar şiddetli bir biçimde uyarılmışlardır: Dillerinizin yalan yere nitelendirmesinden ötürü "Şu helâldir, şu harâmdır," demeyin, sonra Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah'a karşı yalan uyduranlar ise iflâh olmazlar. (16/116)
Dinimizde haram olanlar sınırlıdır, helal olanlar ise daha çoktur. Mükellefin davranışlarının değerlendiren sekiz madde/Efâl-i Mükellefînin beşi (Farz-vacip-sünnet-müstehap-mubah) yapılmaya değer şeyler, üçü ise (haram-mekruh-müfsit) terk edilmeye değer şeylerdir.
Bugün insanımızın din anlayışı değişti, dini belirleme ve tanımlamada insanlar hadlerini bilmez oldular. Temel kaynaklarından öğrenilmeyen din, insanların keyiflerince belirlenmeye (!) başlandı. Dine uymayan/uyamayan insanlar, dinlerini yaşantılarına uydurmaya yeltendiler. Bu sapmanın bir sonucu olarak haram-helal anlayışı da değişti, yozlaştı.
Şehirlerarası bir yolculukta otobüsümüz elma bahçelerinin hemen kenarında durmak zorunda kaldı. Otobüsten inenler oldu. İçlerinden birkaç yolcu, bu kısacık molada içerisine daldıkları bahçeden kopardıkları bir kucak dolusu elmayı otobüs yolcularına dağıtmaya başladılar. Bize de bir elma düştü (!) gökten değil tabi ki, çalıntı maldan!
Yanımda oturan yolcu alıp yemeye başladı, sordum bu alıntı mı çalıntı mı diye: Adam gülerek çalıntı dedi. Sonra da ekledi, göz hakkı diye bir şey var değil mi?
Şunları anlattım kendisine: Şu şehirlerarası yol kenarındaki bahçelerin yanından her gün yüzlerce araç geçiyor. Her geçen arabasından inip göz hakkı diye birer elma koparsa bu bahçelerde elma kalır mı sahiplerine? Bu bahçenin sahibi siz olsanız, buna razı olur musunuz? Bizler dedim İmam Azam’ın babasının hikâyesini anlatırız sürekli. Hani tarlasının kenarından akan ırmakta bir elma görüp almış, ısırınca aklına sahibini bulup helallik dilemek gelmiş ve yollara düşmüş. Bahçe sahibini bulup ondan helallik dilemiş… İşte Büyük İmam Ebû Hanife böyle bir babanın evladı olarak dünyaya gelmiş ve cihanı aydınlatmış.
Sonra bir başka hikâyeye geçtim. Küçük yaşta yumurta çalan çocuğun hikâyesini anlattım. Hani şu küçük hırsızlıklarına annesinin göz yumduğu, hatta teşvik ettiği çocuğun hikâyesini. Çocuk büyüyünce profesyonel bir hırsız olur ve yakalanıp idama mahkûm olur. Hâkim son arzusunu sorunca, delikanlı annesini ister ve ona anneciğim ölüyorum, çıkar da şu tatlı dilini bir öpeyim der ve annesinin dilini ısırıp koparır. Sebebini soranlara da şu tarihi cevabını verir: Ben ilk yumurtayı çaldığımda bu kopardığım dil, beni uyarıp helale yönlendirseydi ben hırsız olmayacak ve bu sonla karşılaşmayacaktım!
Biz de dedim, menkıbeler bir hikâye/masal olarak anlatılır. Hiç anlatılanların yerine kendimizi koymayız, hikâyedeki kahramanlardan olmayı istemeyiz. Oysa kıssa ibret almak için anlatılır, laf olsun diye değil.
Bugün toplumumuzda bazı büyüklerimiz vardır, şüpheli şeyleri günah olur endişesiyle kendileri yemez de çocuktur bir şey olmaz düşüncesiyle küçüklere yedirir.
Şimdi hepimiz bir kez daha hayatımızı gözden geçirelim, helal haram anlayışımıza ve yediğimiz içtiğimiz şeylere ve aile bireylerine yedirip içirdiğimiz şeylere bir bakalım. Fakir fukaranın hakkı olan zekâtı yiyen zenginlerimiz yanında, kul haklarını hortumlamaya devam eden bizim insanlarımız ve bizler! Unutmayalım ki haramla beslenen bedenler, cehennem ateşine layıktır!