Çok sıradan bir tarama yaptığınızda bile sanki özgürlük ve bağımsızlık birbirinin mütemmimi değil de çarpışanıymış gibi sonuçlarla karşılaşırsınız. Yani özgürlük, sarkacın bir tarafını, bağımsızlık ise diğer yanını oluşturur. Oysa bağımsızlığın, özgürlüğün garantörü olduğu anlayışı batıda işlerken bize yansıtılan daha başkadır.
Bağımsızlığın kurumsal, özgürlüğün de bireysel olduğundan hareketle esasen burada çarpıştırılan güçlerin kamu ile millet gücü olduğunu anlayabiliyoruz. Özgürlük ve bağımsızlığı sarkacın iki yanına yerleştiren güçler, ne kamunun ne de milletin sonuç alıcı bir güce ulaşmasını istemediklerinden güç temerküzüne birbirleriyle çatıştırarak mani olmuşlardır. Bu çarpışma, tam yüzyıldır alenen, bir önceki yüzyılda müstetir olarak İslam coğrafyasını esir almıştır.
Müslümanlar olarak başa çıkmak zorunda bırakıldığımız en büyük çelişki budur. Öyle ki, ya "devletin bağımsızlığı" ya "halkın özgürlüğü" tercihi arasında yaşanan bir asır ve bu bir asırda, bir yanda "devlet bağımsız olmadıktan sonra halkın özgürlüğü neye yarar?" diyenler, diğer yanda, "halk özgür olmadıktan sonra, devlet bağımsız olsa ne olur?" diyenlerin kıydığı on binlerce can.
Maalesef, bağımsızlık konusunda ittifak edenlerin, özgürlük konusundaki ihtilafları ile özgürlük konusunda ittifak edenlerin bağımsızlık mücadelesi verenlere karşı duruşları “birbirlerini yok etme” için bir gerekçe oldu. Bağımsızlık adına budanan özgürlükler, özgürlükler adına yok sayılan kamu gücü, devletle milletin omuz omuza değil, cephe cephe savaşmasına sebep oldu.
Bu, özü itibariyle müstekbir güçlerin istediği bir şeydi ve istediklerini aldılar. Bir tarafta özgürlük mücadelesi yapanlarca zayıflatılan kamu, diğer tarafta kamunun demir yumruğunca yok edilen özgürlükler. Bu ikisi üzerinden sömürülen devletler yok sayılan milletler. Devletiyle barışık olmaması gerektiğine inandırılan doğu aklı, kazanmayı umduğu özgürlükleri, yapması gereken kavga ile elde edeceğine inandırılmıştır. Bu durum, özgürlükleri, bekası için tehdit olarak gören ve bu özgürlükleri biçmekte tereddüt bile etmeyen bir demir yumruk devlet türemiştir.
Bu bir zayıflamadır ve bu zayıflama doğal olarak devletin derinlerinde yeni bir iradenin doğmasına sebep olmuştur. Zamanla bu irade kamu gücü adına sözde bağımsızlık kavgası verenlerle, millet adına sözde özgürlük kavgası verenlerin sarkacının, orta tutacağı haline gelmişlerdir.
Batının zerk ettiği ve millet olarak özgürlüklerimizin artması için, devlet olarak bağımsızlığın azalması gerektiği ya da devlet olarak bağımsızlığın güçlenmesi için millet olarak özgürlüklerden vazgeçmemizi gerektiği anlayışı hiç şüphesiz bir sömürü düzenidir. Ve bu düzen üzerine kurulmuş anlayış bize çok pahalıya patlamış, hem zaman hem de imkan kaybettirmiştir.
Bu günlerde olduğu gibi bir doğu toplumu olarak, özgürlüklerin kutsandığı, bağımsızlığın da tartışma konusu bile yapılmadığı bir anlayışa geçerseniz, yedi düvelin saldırısına uğrarsınız. Hatta o kadar ki, bağımsızlık kavgası verdiğini iddia edenlerle, özgürlük mücadelesi verdiğini söyleyenlerin birleşip saldırdığını görürsün. Bu ağır bir durum gibi gelse de kurtuluşa ramak kalmış bir devlet ile millet görüntüsüdür.
Çünkü önce bağımsızlık diyerek devleti kutsayanlar ile hayır önce özgürlük diyerek bireyi yüceltenler aynı cephede toplanmışsa, hem bağımsızlık hem de özgürlük diyenlerin anlaşılması da yeni bir güç merkezi oluşturması da daha kolay olacaktır.
O nedenle yeni Türkiye’nin şansı, bağımsızlık ve özgürlüğü birlikte yücelttikçe hiç olmadığı kadar yüksek, geleceği de bir o kadar parlaktır.