Ülkemiz ve bölgemizde 100 yıl önce yeni bir dönemin başladığının ilk işaretlerini, bizler 31 Mart vakası ile birlikte gözlemliyoruz. Aslında bunun ilk işaret fişeklerini de 1839 Islahat ve 1876 Tanzimat Fermanına kadar götürebiliriz. 31 Mart Vakası ile tahttan indirilen Osmanlı padişahı ve yönetim derdest edilmesine rağmen, Tanzimat Fermanı’nın hükümleri 1922 yılına kadar cari halde kalmıştır. Nasıl bir durum ise anlamak mümkün değil? İçeride, devlet yönetim kademelerinde emperyalist ülkelerin nasıl bir adamları mevcut ise bunu da çözümlemek ihtimaller dışında.. Artık, ülkemizde yönetim vb. konularda bazı uygulamalar eskisi gibi devam etmeyeceğinin, edemeyeceğinin ilk emareleriydi, tüm bu gelişmeler ve yaşananlar. Ülke ve bölge halkları bu gelişmeleri hiçbir zaman anlayamadık. Dünya emperyalist güçleri, Osmanlı’yı parçalayabilmek ve her bir parçasına da kendi kukla yönetimlerini yerleştirebilmeleri için bu vb. gelişmelerin, kendileri adına olması gerekiyordu. Aksi halde ne Osmanlı’yı bölüp parçalayabilirlerdi, ne de yer altı yerüstü kaynaklarının kendi ülkelerinin refahı adına taşıyabilirlerdi. Engellerin bir bir ortadan kaldırılması ve temizlenmesi kendi varlıkları için gerek şarttı. Bunun için de içeriden işbirlikçileri vasıtası ile çok büyük bir destek de sağlamışlardı. Daha önce kendi ülkelerinde, bu ülkenin öz kaynakları ile okutmuş olduğumuz, bu ülkenin geleceği adına yurtdışında yetiştirdiklerimiz, eğitim aldıkları ülkeler adına çalışmalara, ihanetlere ve işbirlikçiliğe başlamışlardı.
1999 yılında, TBMM’de bir konuşma yapan ABD Başkanı Bill Clinton; ’’ Yeni Dünya Düzeninin başladığını ve 20. Yüzyıl, yeni bir dünyanın başlangıcı olduğunu. 20. Yüzyılı anlamak isteyenlere tavsiyem şu olur; Türkiye'nin anahtar olduğunu düşünün ve 20. Yüzyıl'ı anlamak için Türkiye'yi inceleyin. Çünkü Türkiye, 20. Yüzyıl'ın, yani yeni bir başlangıcın anahtarıdır. Şimdi yeni bir döneme girdik. Bambaşka yeni bir döneme! Önümüzdeki 100 yılın anahtarı Türkiye'de olacak. Türkiye, 21. Yüzyıl'da dünyanın şekillenmesini sağlayacak. Her şey Türkiye ile başlayacak..." ifadelerine vurgu yapmışlardı. 2009 yılında Türkiye’ye geldiğinde TBMM’de yine bir konuşma yapan bir başka ABD Başkanı Obama’da aynı minvalde bir konuşma yapmışlardı. 20. Yüzyılın anahtarı Türkiye’de olacak; Nasıl yani? Acaba, her iki ABD Başkanı da ne demek istiyorlardı? Türkiye’nin kontrol ve denetimleri altına alınmasının işaretlerini mi veriyorlardı? Bizlerin gözden kaçırdığı ve analiz etmekte zorlandığımız neler olmaktaydı? Bu gün, yaşadıklarımızın, 15 Temmuz gecesi başaramadıkları, teslim alamadıkları ülkemizi, bu hedef ve stratejiye yönelik olarak bir ilgisi, alakası var mı? Daha nice benzer sorular…
Türkiye; 20. Yüzyılın, Yeni bir Dünya düzeninin, Bölgesinin ve Dünyanın anahtar ülkesi olacağını ve iyi incelemek gerektiğini, Dünyanın süper gücü konumundaki ve karşısında hiçbir küresel güç bulunmayan bir devletin, Soğuk savaş sonrası bir dönemdeki bir gücün, bir emperyalist devletin başkanları vurgu yapmaktadır. Türkiye iyi incelecek ve anahtar konumunda bulunuyorsa ‘kendi haline bırakmaları’ da elbette ki mümkün değildir. Zaten uzun yıllar öncesinden sürekli olarak emperyalist ülkelerin stratejistleri de; “Türkiye, sadece Türklere bırakılamayacak kadar çok önemli bir ülke” olduğunu da vurgulamaktalar. Türkiye ve bölge üzerindeki tüm taktik ve stratejileri bu plan çerçevesinde yürümektedir. Bu plana aykırı olan her düşünce, hareket, lider, bölge üzerinde hesabı olanların çıldırmasına yetip artmaktadır.
15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi ile Dünya’nın anahtar ülkesi konumundaki ülkemizi, içerideki işbirlikçileri ve taşeronları vasıtası ile emperyalist ülkeler tamamen teslim almaya çalışmışlardır. Bu plan ve taktikleri tutmayınca, ülkemiz ve bölge üzerinde hesabı olan tüm emperyalistler birbirlerine düştüler… Başkaca planlarını devreye koymaya başladılar. Ne yapacaklarını şaşırdılar… Ülkemize her bir koldan saldırmalarının sebebi hikmeti buradan kaynaklanmaktadır. Karşımıza doğrudan saldırıya geçemeyecekleri için de vekâlet ve vesayet savaşları üzerinden, kurmuş oldukları terör örgütlerini sahaya sürdüler, karşımıza çıkardılar. Dostumuz ve müttefikimiz kanaati taşıdığımız tüm medeni Avrupa devletleri, bu ülkeye silah doğrultan tüm terör örgütlerine kucak açtılar. Gerektiğinde de silah desteğini hiçbir zaman esirgemediler. Bu vb. gelişmeler, Neden ve Nasıl olabilir ki? Sade vatandaş olarak, anlamakta ve algılamakta gerçekten çok zorlanıyorduk. Neler oluyordu peki? Dünyanın enerji deposu konumundaki Ortadoğu ve Avrasya’nın anahtar, köprü ve merkez ülkesi Türkiye olduğunu anlayamıyorduk. Bu zenginliklere ulaşabilmenin tek yolu da Türkiye’den geçtiğini bizlerden daha iyi biliyorlardı. Türkiye, ülkesi ve bölgesi ile bir ve beraber hareket etmemesi gerekiyordu. Türkiye’nin bölge halkları ile birlikte hareket etmesi demek, tüm emperyalistlerin bu bölgeden defolup gitmesi demekti. Bölgeye barış ve huzurun gelmesinin işaretleriydi… Bu gelişmelerin bizlerden çok daha farkında oldukları içinde ellerinde olan her bir araç ve adamlarını kullanmak sureti ile saldırıya geçtiler.
Son günlerde tüm emperyalistler ve içimizdeki işbirlikçileri üzerinden ekonomik olarak saldırıya geçtiler. Dolar kurundaki hareketlilik ve bankalar üzerinden de KOBİLERİMİZE zarar vermeye, bu ülkenin orta direği ve üreten kesinlerini, yok etmeye çalışıyorlar. Bu vb. saldırıları ile de ‘ Devlet ve Milletimizin ‘ arasını açmaya, aradaki gönül bağı köprülerini yıkmaya çalışıyorlar. Bu asil milletin küllerinden tekrar doğabileceğini hiçbir zaman hesaba katmadılar; 15 Temmuz hain darbe ve işgal gecesi hesaplarında, bu asil milletin olmadığı gibi… Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarında olmadığı gibi… Ekonomik olarak bu ülkeyi ve asil milletimizi dize getireceklerini, iddialarımızdan vazgeçebileceğimizi, Ortadoğu ve Avrasya’daki zenginliklere ulaşabilmeleri için de ülkemizin tamamen denetim ve kontrollerine alabileceklerini zannettiler. Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ının sürekli olarak vurguladığı; ‘Öleceksek adam gibi ölelim’ fakat milli onurumuzdan, milli duruşumuzdan, tarihin, coğrafyanın, inançlarımızın, kültürümüzün, Anadolu medeniyeti mesuliyeti ve mensubiyetimizin bu asil millete yüklemiş olduğu farkındalıktan, bölgemizin ve bölge halklarının adaleti, barışı ve huzuru adına, bu hedef ve iddialarımızdan yeter ki vazgeçmeyelim…