Bundan 20 yıl kadar önce Kahire sokaklarını arşınladığımız zamanlarda; 5-6 arkadaş sıcaktan bunalmış ve bir büfeye yanaşarak soğukluk içmek istemiştik. Biz seçtiğimiz kola ve benzeri içecekleri bir kenarda içerken iki kız iki erkek Alman turist de belki bize imrenerek kola istediler büfeden. Eş zamanlı olarak içeceklerimizi tükettik ve hesap ödemek için bizim arkadaşların hepsi adına en hızlı davranan olarak içeceklerin tamamının parasını ödedim. Almanların her birisi ayrı ayrı cüzdanını kurcalamaya başlayınca, merak edip seyrettik. Evet muhtemelen birbirinin sevgilisi iki kız iki erkek 4 kez büfeye yanaşarak kendi kolalarının parasını ödediler ve paraların üzerine artan kuruşları cüzdanlarına yerleştirdiler. Hayretler içerisinde bu ‘Alman usulü’ hesap ödeme işlemini izledikten sonra halimize şükrettik…
Biz Alman deyiveriyoruz, ama batılıların çoğu bu şekilde yaşamakta. Üniversite yıllarında ekonomi hocamız anlatmıştı, bir İngiliz kadını kendi sigarası bittiği için eşinden sigara istemiş ve eşi, ‘git marketten al’ deyivermiş diye…
Geçenlerde ara sıra gittiğimiz Bolu lokantasındayız. Biz etliekmeklerimizi söylerken, bizden evvel karınlarını doyurup çıkmaya hazırlanan dostlara rast geldik. Çıkarken bizim hesabımızı da ödediler ve durumu da bize uzaktan haber ettiler. Biz de gözlerimizle teşekkür ettik. Biz ‘hesabı ödenmiş’ leziz etliekmekleri götürürken yan masaya bir bayan oturdu yalnız başına ve bize dönerek etliekmek hakkında bilgi almak istedi. Bir çırpıda kendisini malumatlandırdık. Çok merak ediyormuş, başka etliekmek mekanlarının ismini de duymuş, ama birileri buraya yönlendirmiş. Aydın Nazilliliymiş, ilk kez geliyormuş Konya’ya. İlk lokmasını yuttuktan sonra bize dönerek ‘gerçekten harikaymış’ deme ihtiyacı hissetti. Uzatmayalım, bir miktar muhabbet ettik diye biz de o bayanın hesabını veriverdik, Konya’dan iyi duygularla ayrılsın, bizim bu güzel hasletimizi o da görsün diye…
Bizler sevdiklerimizin hatta bazen tanımadıklarımızın bile hesabını öderken, batılılar ellerinden gelse kendi hesaplarını başkalarına itelemenin hesabındalar…
Tabi ‘biz’ diye genelliyorum, ama bizim içimizde de batılılardan geri kalmayanlar var. Maalesef zenginlik üzerinden akan kimi tanıdıklarım, çorba bile ısmarlayamaz dostlarına. Haa, gösteriş varsa işin içinde o başka. Örneğin, şehrin ileri gelenlerini, vekillerini vesaireyi yemeğe çağırıp en pahalı yemekleri, en gösterişli şekilde ikram ederler, ama…
Yenilen yemeğin, içilen çayın hesabını ödemekte zorlananlar, öldükten sonra dünya hesaplarını ise Allah’a ödetmenin hesabı içindedirler. Allah’ın büyüklüğüne, affediciliğine atıfta bulunurlar da kendileri üç kuruşun hesabını yaparlar…
Hâsılı hesap ödemek zordur!
…
Belediyenin mücahidi!
Duydum ki bir belediyemizde yıllardır gezmediği ülke, gitmediği şehir, öğrenmediği dil kalmamış bir mücahidimiz varmış. Belediyemiz; şehrine, toplumuna faydalı olsun diye bu mücahide tonlarca para harcarken o da boş durmayıp kendisini donamış, donandırmış…
New York’un, Paris’in, Brüksel’in, Pekin’in sokaklarını, yollarını, alt yapılarını görmek, insanlarının yaşam mantaliteleri hakkında fikir sahibi olmak az şey değil doğrusu, ancak bir tek ölümlüye bu kadar yatırımın karşılığını şehir ne zaman alacak, toplum bu gezmelerin faydasını ne zaman ve nerede görecek onu merak etmekteyiz doğrusu…
Seyahatlerden maksat görgüyü, bilgiyi, ufku açmaksa; diğer mücahitler niye avucunu yalıyor da bir tek mücahit gezip duruyor. Yoksa mücahid belediyenin değil de belediye mi mücahidin diye sorası geliyor insanın…